MAKALELER |
KOROLAR
ŞENLİĞİNİN ARDINDAN *
*Zümrüt Rize Gazetesi,
Başkent Mektubu Köşesi
Temmuz 2003
8.Türkiye Polifonik
Korolar Şenliği Ankara’da gerçekleştirildi (2-11 Haziran 2003). 94 koro MEB Şûra Salonunda konser verdi.
Üniversitelerden, güzel
sanatlar liselerinden, lise ve ilköğretim okullarından, dernek korolarından,
vakıf korolarından, belediye korolarından, Kültür Bakanlığı il korolarından,
çocuk / gençlik / yetişkin ve kadın korolarından Ankara’da on gün boyunca
konserler dinledik.
Her yaş grubundan
insanlar çoksesli şarkılar söyledi. “Türkiye’mizin aydınlık yüzü işte bu”
diyerek kıvançla izledik. Heyecanlı buluşmalar yaşadık. Koroların yaşadığı
sorunları konser aralarında paylaştık, seminerde tartıştık.
Daha iyiye, daha güzele
doğru adımlar atabilmek için koro müziği sorunlarının ve çözüm önerilerinin
müzik eğitimi veren kurumlarda tartışılması gerektiği kanaatindeyim. Bu amaçla
seminer boyunca aldığım notları ve önerilerimi müzik eğitimcilerine aktarmak
istiyorum.
Koro müziği ve pedagojisi
Küçük oda korolarında şef
koronun içinde yer alır, içerden yönetir. Oda korosu, tıpkı kuartet, kentet
gibi oda orkestrası demektir. Şefin beden diliyle verdiği bir işaretle
başlanır. Koro üyeleri birbirini görecek şekilde yarım ay şeklinde durur. Bu
duruş birbirini duyarak söylemeyi ve koro tınısı dediğimiz ortak tınıya
ulaşmayı (homojenlik) sağlar.
Büyük koroların da oda
korosu gibi birbirini görecek şekilde yarım ay şeklinde durmaları gerekir.
Çünkü, sol baştaki sesle sağ baştaki sesin ortada buluşup dinleyiciye birlikte
ulaşması gerekir. Bir uçta söyleyen
diğer uçta söyleyeni görmediği ve duymadığı bir duruşta, iki ses arasında tempo
ve tonal kopmalar yaşama tehlikesi hep vardır.
Çocuk koroları şarkıları
ezbere söylerken (ki bu duruş bedenin özgürleşmesini ve ritmik devinimlerle
dans yapabilmeyi sağlamaktadır), genç ve yetişkin koroları elinde dosya
tutmaktadır. Dosya tutarken bir süre sonra kol ve omuz kaslarında sertleşme
riski vardır. Dosya tutmak, oratoryolarda orkestra ile birlikte söylemenin bir
gereği olabilir. Opera ve müzikal gibi dans ederek şarkı söyleyen korolarda bu
yoktur. Giderek koroların ellerinden dosyaları atması koroyu özgürleştirecek,
sanatsal olarak yukarıya çekecektir. Ayrıca, elindeki notaya bakmadan söylemek,
boyun omurlarının yukarıya açılımını da sağlar ki bu duruş, şarkı söylerken
sesi/nefesi dışarıya göndermek için gereken doğal duruştur.
Başın en doğru duruşu
yakalaması için, aynada kendine bakma
alıştırması yapılabilir: Elinde ayna varmış gibi sağ elin avuç içi göz
hizasında tutulur ve avuç içine bakılır. (İnsanoğlu kendini aynada en güzel
görmek ister; dik ve onurlu bir duruş alır.) Bu sırada çene yukarı kalkacak,
bakışlar samimiyet kazanacak, baş boyun ilişkisi en doğru şekilde kurulmuş olacaktır. Başın duruşu korunarak el aşağı indirilir.
Bu noktaya pedagojik
açıklama getirmekte yarar var. Kimi Doğu Asya felsefesine göre, tüm sahne
sanatlarında ve fonetik sanatlarda sanatçının izleyiciye pozitif enerji aktarma
işlevi vardır. Sanatçının görevi, bu enerjiye transformatörlük yapmaktır.
Sahnedeki sanatçının
yaşadığı yücelme duygusunu seyirciyle paylaşması sonucunda, seyirci de ruhunun
yüceldiğini hissederek salondan çıkar. Bu sonuç, sanatın insanı yüceltme
işlevini gösterir. Eğitimcinin bir görevi de çocuğa bu duyguyu yaşatmaktır.
Yaşadığı toplumu yüceltecek ve ileriye götürecek insanın, bunu bir ülkü olarak
benimsemesi ancak bu duyguyu çocukluğunda yaşamış olmasıyla olanaklıdır.
Koro dinleyicisi bu
yücelme duygusunu paylaşmak için konsere gider. Eğlence müziklerinden klasik müzikleri
ayıran temel faktör budur. Bir şef/müzik eğitimcisi, bu pedagojik bilgiyle korosunu çalıştırırsa ve bu bilgiyi korosuyla
paylaşırsa hedefine daha kolay ulaşır.
Koro dersi
Müzik öğretmenleri çocuk
korosu çalıştırmayı mezun olmadan önce hemen hemen hiç öğrenmemektedirler.
Müzik öğretmeni
yetiştiren fakültelerde koro dersinin iki yönlü yapılması gerekir.
1.Öğretmen adayının sanatsal
yönünü ilerletmek. (Bu yapılmaktadır.)
2.Çocuklarla nasıl koro
yapılacağını ve koro pedagojisini öğretmek.
Öğretmen adaylarının, her
sınıfı bir koro olarak kabul ederek müzik dersi yapabilmesi için Kodaly
metodunu, diğer adıyla koral metodu öğrenmesi
gerekir.
Üzgünüm ki, Kodaly’yi
sadece notaları el işaretleriyle göstermek zannedenler var. Müzik ve dans, bedenin metronom olarak
kullanımı, beden çalgılarının kullanımı, çoksesliliğin başlangıç eğitiminde
ostinato/dem tutma, konuşma dilindeki ritmin açığa çıkartılması, birlikte şarkı
söyleyerek şarkı söyleyebilme gücüne kavuşma, vb konular Kodaly metodunun
içeriğini oluşturur.
Kodaly metodu, tamamen
grup pedagojisine dayanır; çocukların çoksesli müziği ne kadar kolaylıkla ve ne
kadar keyif alarak, oyun oynar gibi başardıklarını kendilerine gösterir ve
özgüven kazandırır. Çocuğun grup içerisinde müziksel işitme gücüne kavuşacağını
savunur. Bireysel değil grupla eğitim metodudur.
Kodaly metodu, çocukluk
çağı oyunlarını temel aldığı, iletişime dayalı olduğu, çocuğun zihinsel ve
fiziksel gelişimini desteklediği,
yaratıcılığına fırsat verdiği, gibi pek çok nedenle eğitimde drama
metodu ile örtüşmektedir. Drama bilgi ve deneyimine sahip olan müzik
öğretmenleri koro ve dolayısıyla müzik eğitiminde daha hızlı sonuca ulaşırlar.
Bugün sınıf öğretmenliği
bölümlerinde zorunlu ders olan pedagojik drama dersinin, müzik öğretmenliği
bölümleri için de zorunlu olması, içeriğinin dramanın müzik eğitiminde
kullanımı şeklinde, Kodaly metoduyla birleştirilmesi önemli bir gerekliliktir.
Müzik bölümlerine yeni
konulmuş olan “Müzik ve Dans” dersi, gerçekte Kodaly metodunun öğretilmesi için
konulmuş bir ders olması gerekirken, bu dersi, Kodaly metodunu bilmeyen
öğretmenlerin vermesi öğretmen adaylarına beklenen yararı getirmemektedir.
Koro dersi, çocuklarda
ses sınırı saptama yollarını, ezgi taşıma ve işitme eşiği bilgisini de
içermelidir.
İşitme eşiği
İşitme eşiği kavramının
bilinmemesi, koroların konser aşamasında sorun yaşamasına yol açmaktadır.
Göz bebeğimiz, nasıl ki
kuvvetli ışıkta kendini otomatik olarak korumaya alır, içine fazla ışık
girmesin diye küçülür, hatta göz kapaklarımız kısılırsa, aynı şekilde
insanoğlunun kulağı da kuvvetli seslerde otomatik olarak kendini korumaya alır,
kulak zarı büzülerek kalınlaşır. (Daha olmazsa elimizle kulaklarımızı
kapatırız.) Bir çeşit fiziksel denge yaratılır, dış çevreye uyum sağlanır. Buna
işitme eşiğinin yükselmesi denir.
Konser sırasında mikrofon
kullanılması, elektro çalgılarla koroya eşlik edilmesi, gürültülü ortamlarda
şarkı söylenmesi, hatta piyano eşliği varsa kapağın açık durumda olması işitme
eşiğinin yükselmesine neden olabilir.
Böyle konserlerde korist, arkadaşlarının sesine değil, dışarıdan gelen
kuvvetli sese kulak vermiş olur (ki bu durum kendi sesini kontrollü kullanmaya
engeldir) ve bir süre sonra bağırarak şarkı söylemeye başlar. Özellikle açık
alanda (mikrofonlu veya değil) şarkı söylenirken, ses kısılması, ses
kalınlaşması ve ses çatlamalarına kadar varan sonuçlarla karşılaşılır.
Anımsatmakta yarar var: GEF
Müzik Bölümünde yapılan orkestra eşlikli bir çocuk korosu konserinde elektro
keman (bu da yanlıştı, diğer kemanları duymayı engelledi) ve önünde mikrofonu
olan kanun kullanıldı. (Kanun önüne mikrofon demek, orkestrada piyanonun üstüne
mikrofon demektir!) Çocuklar bağıra bağıra şarkı söylemek durumunda bırakıldı
ve sonunda solo yapmaya mikrofona gelen çocuğun sesi çıkmaz oldu. Şef, müziği
durdurup çocuğa su içirmeye çalıştı.
Yanlış daha başından
yapılmıştı. Orkestra için düzenlenmiş
halk ezgilerini çalan okul orkestrasına son anda tek sesli çocuk korosu
eklemek gelmişti şefin aklına. Yani
orkestraya çocuk korosu eşlik ediyordu! Ne korkunç yanlış. Orkestra
düzenlemesini yapan besteci de buna hayır dememişti; eserde çocuk korosu yoktu!
Pedagojik hatalarla dolu bir konserdi. Herkes bir şeylerin yanlış gittiğinin
farkındaydı, ama herkes sustu!
Bilinmelidir ki insan
sesi en yüce çalgıdır, bütün diğer çalgılar ona eşlik etmek için vardır. İster
eşlik için olsun, ister mikrofon olsun, insan sesinin önüne geçen her durum
koroyu tehdit eder. Doğal tepkisiyle insan kulağı işitme eşiğini yükseltir.
Koro müziği pedagojisinde öğretilmesi gereken en önemli noktalardan biri de
işte bu işitme eşiği kavramıdır.
Bir şenlikte, arka arkaya
çıkan korolardan biri kuvvetli seslerle çalgı eşliği, elektro çalgılarla eşlik
veya mikrofon kullanmışsa, salondaki dinleyicinin de işitme eşiği yükselir.
Bunun sonucu olarak, o koronun arkasından sahneye çıkan koronun eşliksiz
söylemesi durumunda, dinleyicide algılama bozukluğu oluşur. Dinleyicinin
kulağı, alıştığı forte sesi bekler, gelmeyince intibak etmekte zorlanır,
duyduğu sesi olduğundan daha hafif algılar, çünkü daha önce kulak zarı
kalınlaşmıştır. Dinleyici olan kişi
değerlendirme kurulunda olsa da bu sonuç aynıdır.
Koro müziği besteleme ve şarkı sözü
yazma
Koro
repertuarı bakımından, bazı önemli hususlara da değinmek yerinde olur. Cumhuriyetin ilk
yıllarında pek çok koro yapıtı Türkçe’ye kazandırıldı. Aslı dinsel (spiritüel)
olsa bile bu şarkılara yurt, vatan, müzik, neşe, hayat gibi temalar konuldu.
İyi de oldu. Çünkü koro müziği sadece tını değildir, beraberinde sözü de
kapsar. Sözlerin anlaşılır olması (artikülasyon) korodan bekleniyorsa, bu,
sözün önemini vurgular. İlk dönem bestecilerimizin ve şarkı sözü yazarlarımızın
buna önem verdiği ortadadır.
Uzun zamandan beri
ülkemizde, gençlere yönelik marşlar veya çocuklara yönelik barış, dostluk,
kardeşlik temalı şarkılar bestelenmesine karşın, yetişkin korolarının yeni
repertuar ihtiyacı dışarıdan karşılanmaktadır. Dışarıdan getirilen yabancı koro
müziklerine yeni Türkçe söz yazılmamaktadır. Yabancı şarkı söyleyen koroda artikülasyon
sorunu yaşanmaz, sadece koro tınısı önemli olur. Bu durum, Türk koro müziğinin
gelişmesinde bir tehlike olarak görülmelidir. (Özellikle yabancı dinsel
şarkılar, bir başka politik tehlikeyi daha gündeme getirmektedir.)
Artık bestecilerimiz, söz
ve müziği kendisine ait çoksesli şarkılar bestelememekte, bunun yerine halk
türkülerini çoksesli düzenlemektedirler. Elbette güzel örnekleri çoktur. Ancak,
yeni ezgi yaratmak, edebi değerde yeni şarkı sözleri yazmak besteciliğimizi
daha ileriye taşımak adına önemlidir. İlk dönem bestecilerimizi bu anlamda
aşamamış olmamız acıdır.
H.L.Hassler’in dinsel
temalı bir şarkısını “Uzaklaşırken” adıyla Türk koro repertuarına kazandıran
kimdir bilinmiyor. Ancak ne kadar güzel sözler yazdığı ortada; yurt özleminden
söz ediyor ve “Amen” yerine “Ahh!” ile bitiriyor. Çok güzel örnektir, analiz
edilmelidir. (Sözlerine bakarak pekâla Cumhuriyet’imizin ilk dönem
bestecilerine ait olduğu tahmin edilebilir.)
Cumhuriyet devrimiyle
gelen özgürlük ortamında, Zati Arca, Muhtar Ataman, Ziya Aydıntan gibi besteci
eğitimciler, söz bulmakta zorlanmamışlar, temalarını kavaldan, ırmaktan,
kırlardan, çobandan, köylerden, özetle Anadolu halk kültüründen alabilmişler,
armoni kurallarına uygun koro şarkıları bestelemişlerdir. Gurur verici
örneklerimiz çoktur.
27 Mayıs 1960 devrimiyle
gelen sosyal ve kültürel özgürlük ortamında Türk besteciliği yeni bir ivme
kazanmış, eğitim müziğine yeni şarkılar eklenmiş, “Çağdaş uygarlık diye çarpan
bu yürek bizim” gibi yüreklendirici sözler okullara girmiştir. Yurt sevgisi
yeniden işlenmiş, Muammer Sun, Cenan Akın gibi bestecilerimiz söz ve müziği
kendilerine ait olan olağanüstü güzel şarkılar bestelemişler, Atatürk
devrimlerini koruma ve yaşama geçirme ihtiyacı bestecilerimize ilham kaynağı
olmuştur:
“Tarlalar dolu başak /
Dumanlı fabrikalar / Gel arkadaş mutluluk / Yurt gücüne güç katmak”, “Başladı
büyük savaş, sen de katıl arkadaş / Durmasın bu devrimler, akmasın gözlerden
yaş” gibi.
1900’lü yılların son
çeyreğinde çocuk şarkılarına barış, kardeşlik, özgürlük temaları girmiş,
savaşsız bir dünya özlemi çocuk müziği bestecilerine konu yaratmıştır. Ancak bu
dönemde yetişkin korolarına bu tema girmemiştir. Savaşsız bir dünyayı
gerçekleştirme sorumluluğu olan büyükler neden savaşı önleme veya barışı kurma
şarkıları söylemesin? Acaba çocuklara barış şarkıları yazmakla onlara barış
ortamı sağlama görevimizi yerine getirdiğimizi mi sandık. Oysa çocuklara oyun
şarkıları yazmalıyız, hamasi sözlerle algılama düzeylerinin üzerine çıkıp,
onlara altından kalkamayacakları ağırlıkta sorumluluk yüklememeliyiz.
İlk dönem Türk koro
repertuarına kazandırılmış olan şarkıların sözlerinde zamanla kaybolanları
vardır. Örneğin; 10 Yıl Marşı’nın dört kıtasının tamamı Köy Enstitülerinde
ezbere söylenirken, bugün iki kıtaya
inmiştir. Üstelik son iki kıtanın sözleri çok daha anlamlı sözler içermekte
iken.
Çizerek
kanımızla öz yurdun hartasını
Dindirdik
memleketin yıllar süren yasını
Bütünledik
her yönden istiklâl kavgasını
Bütün dünya
öğrendi Türklüğü saymasını
Bağlantı
Örnektir
milletlere açtığımız yeni iz
İmtiyazsız
sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz
Uyduk
görüşte bilgi gidişte ülküye biz
Tersine
dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz
Bağlantı
Gençlik Marşı’nın 3.
kıtası çok güzeldir ve unutulmuştur.
Her geceyi
güneş boğar / Ülkemizin günü doğar
Yol uzun olsa da ne var / Yürüyelim arkadaşlar, la la la…
9.Senfoninin
1950, 1960’lı yıllarda bile üç kıtası söylenirken, artık sadece bir kıtası
söylenir olmuştur. O da değişikliğe uğratılmış, anlamından kaybettirilmiş olarak. Yeniden
anımsatmak üzere üç kıtasını da buraya alıyorum:
Sen ey
Tanrılar alevi ey Eliziyum kızı
Biz
mabedine gideriz mest olmuş halde senin
Adetin
ayırdığı şeyler hep sihrinde gizlenir
Daima
kardeş olur insanlar gölgende senin
Medeniyet
insanlığa güneş gibi nur saçar
Bilgimizin
ışıkları karanlıkta yol açar
Bu yol bizi
mutluluğun kucağına götürür
Neş’e ile
bağlı dostluk insanlığı yürütür
Kardeş olun
ey insanlar bunu ister tanrımız
Bu dünyada
her şey geçer en son
İnsanlığa
doğruluğa göğsünü aç korkmadan
Hür
doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır
Bu sözlerin kim
tarafından yazıldığı bilinmemektedir. Ancak Shiller’in “Özgürlüğe Övgü”
şiirinden alınan, aslına en yakın olan sözlerin bunlar olduğu bilinmektedir.
Cumhuriyetle birlikte
kazandığımız değerlerin pek çoğunda yaşanan erozyon şarkı sözlerini de vurmuş
gözükmektedir. Müzik öğretmenlerinin Mustafa Kemal’e lokma borçlu olduklarını,
cumhuriyet değerlerini şarkılarda olsun koruma görevleri olduğunu anımsatmak
isterim.
Bazı tartışmalar üzerine
8. Korolar şenliği
sırasında tartışılan bir konu da yabancı şarkılarda aynı şarkının değişik
tarzda bestelerinden hangisinin aslı olduğudur.
Elvis Presley’in “Love me
Tender” adlı şarkısı, caz müziği mi, rok müziği mi, hangisi doğru diye
tartışıldı. Koronun aslına uygun söyleyip söylemediğinin nasıl belli olacağı
tartışması. Oysa söz konusu eser belli bir bestecinin eseri değil, değişik
bestecilerin aynı ezgiye yapmış olduğu düzenlemelerdi.
Bilgi noksanlığı yanlış
bir tartışmaya neden oluyordu. Amerikan müziğinin yaşadığı süreci bilmemekten
kaynaklanıyordu. Birincisi bu eser Elvis Presley’in değil, bir halk şarkısıydı
ve o buna sadece yeni söz yazmış, gitar kullanıp pop şarkısı olarak söylemişti,
koroyla değil. Şarkının koro düzenlemeleri sonraki yıllara rastlar. Koro
düzenlemesi Elvis’in sözleriyle yapıldı, o kadar. İsteyen caz yaptı, isteyen
rok. Şarkının aslı Aura Lee adlı halk şarkısıdır.
Elvis Presley bir kamyon
sürücüsü iken radyodan halk şarkıları dinler, bu ezgileri genç ve yakışıklı
kamyon sürücüsü kültürüne denk yeni sözlerle söylerdi. Canlı yayına katıldığı,
alt kültüre hitabeden o radyolarda bunları söylerdi ve tuttu. Tıpkı İbrahim
Tatlıses’in “Madem çoban değilsin / Ardındaki sürü ne” türküsünü “Ayağında
kundura / Yar gelir dura dura” olarak değiştirip, arabesk gırtlakla söylemesi
ve inşaat işçiliğinden gazinolara çıkması gibi. Bu süreci bilmek gerek.
Aura Lee şarkısını bozup
yozlaştırdığı için Elvis’i suçlayacak
birileri çıkmıştır elbet, ama bunlar bize ulaşmaz. Şarkının aslını arayan o
sözleri bilmelidir:
Sözleri, “Kara karga,
söğüt dalına kondu, Aura Lee Aura Lee diye öttü, söğüte gün ışığı doldu, serçeler kondu”
şeklinde çevrilebilir. Burada bir halk deyişi sezilmektedir; çirkin bir kuş
bile sevdiğinin adını söğüt dalında sevgiyle çağırırsa, orayı aydınlatır, başka
kuşlar da oraya gelir... İşte bu halk edebiyatıdır. Elvis’in katlettiği bu
edebi deyiştir.
Elvis ne dedi; “Beni
tatlı tatlı sev, yumuşak yumuşak okşa, beni hiç terk etme, çünkü seni
seviyorum, rüyalarıma giriyorsun”. Sıradan, sokak dili. Şimdi, bizim çocuk
korolarımıza bile bu sözlerle söyletiyoruz. Bilgisizliğimiz ortada.
Yine Amerikan kaynaklı
dinsel şarkıların caz ve rok tarzında bestelenmişlerine rastlıyoruz. Bunu zenci
koroları yapıyor. Hangisi aslı diye tartışıyoruz. Tartışmak yanlış. Caz ve rok,
başkaldırı müzikleridir. Zenciler kendilerini ifade etmek için dinsel müziklere
yeni söz yazıyor, ritmini değiştiriyor, rok ve caza çeviriyorlar. Beğenmezsen
söylemezsin, hangisi aslı diye tartışılmaz.
Eğer dinsel bir şarkının
armonik düzenlemesi bize hoş geliyorsa, aynı dinsel ezgiyi düz vokal seslerle
söyleyebilir (Denizli AGSL koro öğretmeni Sevgi Utma böyle bir örneği kendi
okul konserinde yapmıştır) yada yeniden besteleme teknikleri kullanarak, kendi
kültürümüzün (aksak ritimler gibi) ritimleriyle yeniden düzenleyebiliriz.
(8.korolar şenliğinde “Yaşasın Okulumuz” şarkısının ana temasından yola çıkarak
yaptığım çeşitlemeler buna örnektir.)
Sonuç olarak:
Koro müziğini daha
ileriye taşımak için, bestecilerin sembolik onur ödülleriyle koro müziği
bestelemeye özendirilmesi, belli temalarda başlık verilerek çoksesli koro için
şarkı sözü yazılması ve bu sözlerin bestelenmesi önerilebilir. Ancak, yıllarını
koro müziğine vermiş, bu işten ekmek yiyen, bu yoksul halkın vergileriyle
sanatçı veya öğretim üyeliği maaşı alan
şef veya koro sanatçılarımız, taşın altına biraz da kendi elini
sokmalıdır!
Polifonik
Korolar Derneği;
a- Yabancı
şarkılara Türkçe söz yazılması için bir komisyon kurulmasına öncülük yapabilir.
b- Müzik
bölümü korolarına, her yıl bir Türk bestecisi tarafından bestelenmiş yeni bir eserin ilk seslendirilişini zorunlu
koyabilir. Bu kural, koro öğretmenlerini bestelemeye yönlendireceği gibi Türk
bestecileriyle de işbirliğine götürecek, aynı zamanda bestecilerimizi koro
müziği bestelemeye motive edecektir.