MAKALELER |
SANATTA KÜRESEL KİRLENME (POSTMODERN
SANAT)*
POP MÜZİĞİN BİZDEKİ SEYİR DEFTERİ
**
*Bilim Utopya Dergisi
Konferans
Metni, 20.4.2004
Tüm
sanat dallarında dikkati çekecek düzeyde hızlı bir kirlenme gözlenmektedir.
Sanat ruhun gıdası ise kirlenmiş sanat ürünleri ruhun gıdası olamaz.
Bugün
sanatta kirlilik gerçek sanatçıları da rahatsız etmektedir.
Kirlenmenin
temelinde kullan at, hızlı tüket ekonomisi vardır .Bu ekonominin adı neo
liberal ekonomidir ve son otuz yıldır batı kapitalizmi buna göre
programlanmıştır. Neo liberal ekonominin sanattaki ideolojisi postmodernizmdir.
Modern
ötesi demek olan postmodern sözcüğüne açıklama getiren kimi sanatçılar, içi boş
anlamında fosmodern benzetmesini yapmakta
haklı gözükmektedirler.
“Fest
fud” (Fast food) adıyla dilimize giren ayaküstü beslenmeye paralel, ayaküstü
tüketilen sanat ürünlerine müşteri olmamız istenmektedir. Kalıcı, modern sanat
eserlerinin yerini postmodern eserler
almaktadır.
İki
devrim önderinin sanatın ne olduğu
üzerine görüşlerine bir bakalım. Mustafa Kemal, kendisiyle tanıştırılan Nâzım
Hikmet’e “Gayeli şiir yazın” der.
Rus
devriminden sonra yazarlar Lenin ile bir görüşme yapar ve ona derler ki; “Artık
ezilen işçi sınıfının acılarını yazacağız.” Lenin onlara “Eğer edebiyat acıları
yazmaksa, adliye arşivleri bu acıların yazıldığı dosyalarla doludur. Alın,
kitap yapın. Edebiyat bu olmasa gerek” der.
Neyin
sanat eseri olup olmadığı üzerine iki önemli ipucunu burada görmek mümkündür; gayeli ve edebi anlatımı olan eser.
Günümüzde
sanatta kirlenme şu şekillerde ortaya çıkmaktadır:
Edebiyatçılar, postmodern ürünlere "Omurgasız eser, başı sonu
birbirine bağlantısız roman, sokak dilini edebiyat sanmak, sözcük oyunlarıyla
anlamsız diyaloglar, estetik sezgiden ve estetik doyumdan uzak bireyci bunalım
şiiri, kalemin gittiği yeri bilmeyen kurgusuz anlatımlar, sanatsal formların
kırıldığı denge oluşturulmamış eser" gibi açıklama getiriyorlar.
Bu tür eserlerin,
günlük tüketime yönelik olduğunu, kalıcı olmayacaklarını ve bu nedenle postmodern yazarların aynı zamanda popülist olduklarını
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ressamlar, postmodernizmin
resimdeki karşılığının, klasik bir eserin kalıplarını kırarak ondan yeni bir
eser meydana getirmek olduğunu ifade ediyorlar ve soyut resimle karıştırılmaması
gerektiğini ekliyorlar. Sanat adına estetik beğeniden uzak ürünler
verilmesinden yakınıyorlar.
Son İstanbul bienalinin ne kadar estetikten uzak olduğu basında yer
aldı. Klasik sanatçıların katılmadığı bu bienalde
yeni kuşak öğrenciler ağırlıktaydı. O eserler için eser denilebilir mi,
tartışıldı; geleceğe kalmayacak, o gün için yapılmış, bir başka sanat ortamında
bir daha sergilenmeyecek olan ürünlerdi. Öte yandan İstanbul Beyoğlu resim
galerileri kapanmış durumda.
Resimde postmodernizm, boş bir tablonun camına konan sineklerin
bıraktığı pisliği çağdaş sanat olarak sunmaya kadar varabiliyor. Sadece kırmızı
boş bir tablo çağdaş sanat eseri sayılabiliyor. Çağın gereği budur yutturmacası boş çerçeveleri sanat eseri diye sattırıyor.
Almanya’da
Modern Sanatlar Müzesinde, ziyaretçilerin en beğendikleri eşyalarını duvara
fırlatıp parçalaması isteniyor. Duvara fırlatma işini yapan bir makine sanat
eseri olarak sunuluyor. (Cumhuriyet, 31.1.2004) Makineye “dost ateşi” adını
vermişler. Bu deyim, Irak’ta Amerikan askerlerinin yanlışlıkla İngiliz
askerlerini vurdukları durumlarda kullanılıyordu. Neoliberal
ekonominin ideolojik bombardımanı sanat müzelerine kadar girmiş durumda.
Mimaride kirlenme taraihsel
olarak diğer sanatlardan önceye rastlar. Postmodernizme
ilk isyan edenler mimarlar olmuştur. Şehirlerin çevresini kuşatan gecekondular,
daha sonra bu gecekonduların ortasında yükselen gökdelenler gibi. Sahilleri kaplayan beton bloklar, doğayla
uyumsuz binalar. Örneğin Mersin sahillerindeki çok katlı yazlık siteler, denizden
gelen nemli rüzgarı kestiği için arkada kalan limon ve narenciye bahçelerini
perişan etmiştir. Büyük şehirlerde, ana caddelerde on katlı binaların hemen bir
arka sokağında 4 kattan fazlası yasaktır.
Şehir
planlamada mimarların rolleri sıfırlanmış, kapkaçcı müteahitlere teslim edilen şehirler estetikten uzak beton
yığınlarına dönüşmüştür.
Karikatür sanatında son yıllarda görülen serseri tipler, sapıklar, cinsel imajlar,
argo, bozuk Türkçe, çizgiden çok konuşma, alt kültürü öne çıkarma, düşündürmek
yerine alay etme, bayağılaşma, laf cambazlığı,
vb. popülist yaklaşımlar egemendir.
Operada, sanatın içini boşaltma çoğu zaman
eseri bugüne uyarlama adına yapılabilmektedir. Önceki sezon Ankara’da
sahnelenen, C.F.Gounod’nun Faust
adlı operasından söz edeceğim. Oyuncuların giysileri Doktor Faust’un
yaşadığı dönemin giysileri değildi.
Sahnede bugün sokakta giyilen blucinler, penye gömlekler, pijamalar
vardı. Dinlediğimiz aryalar, koro şarkıları aynen duruyordu. Mimikler, şarkı
söyleme biçimleri de duruyordu. Ortada giysileri bugünün, giysi dışındaki her
şeyi ikiyüzyıl öncesinin olan bir oyun vardı.
İzlerken bizimle dalga mı geçiyorlar diye düşünüyor
insan. Estetik bütünlük yok, uyum yok. Rejisör "Faust
bugün yaşasaydı" düşüncesinden yola çıktı diye açıklanıyordu.
İzmir’de
sahnelenen, Karmen operasında da aynı şey yaşandı.
Yine "Karmen bugün yaşasaydı"dan
yola çıkıldı. Bugüne uyarlanmış giysilerin yanında, Karmen’in
3 sevişme sahnesinde pornoya kaçıldı, üzerindeki giysiler tek tek çıkartılarak magazin basınının ilgisini çekecek bir
sevişme sahnesi canlandırıldı. Opera ki estetik boyutun en yukarıda tutulduğu
sanattır.
Klasik bir
operayı bugüne uyarlamak, halk türküsüne piyano eşliği yazmak gibi değildir. Tüm sanatsal ögelerin klasik formda olmasını gerektirir. Bir türküyü
opera tarzında söylemek, türküyü evrensel sanat ortamına taşır ki bu
çağdaşlıktır, insana yakışan bir durumdur. Klasik bir eseri, alt kültürün
malzemesi yapmaksa ona katkı değil, onu yozlaştırmak, bozmak, değerini
düşürmektir, popülizm yapmaktır.
Pavorotti gibi opera sanatçılarının dev hoparlörlerle meydan
konserleri vermesine rastladık. Operayı halka indirmek adı altında yapıldı. Pavorotti’nin öğrencisi olan Hakan Aysev
de onun yolunda. “Operayı yüz binlere dinletmek için Pavorotti
gibi stadyumlarda söylemek istiyorum” dedi. (16.2.2004 TRT2 Kent Yaşam) Pop
opera, rok opera, caz opera ve şimdi yeni albümünde
de Türk Müziği ile birlikte opera yaptığını söylüyor. Opera sanatıyla
popçuların terimi olan albüm (kullanıp atılacak bir deste şarkı) bir araya
geldi. Güzel sanatların bu en güzide olanı kaset piyasasına böyle hizmet
ediyor.
Operalardan
seçilmiş aryaları solo söylemek opera değildir. Opera bir eserin bütünüdür;
libretto, drama, koro, orkestra, bale, dekor, kostüm, reji, koreografi gibi sahne
sanatlarının tüm özellikleri bir arada bulunmayı gerektirir. Salonda dinlemeyi
gerektirir, salondan yücelmişlik duygusu ile çıkmak ister. Opera sanatının
dinleyiciye vereceği ruh güzelliğine,
meydan konserinde sakız çiğneyerek, yanındakiyle şakalaşarak ulaşılamaz.
Pavorotti Müzik teknolojisinin dev tekellerine iyi para kazandırdı
ve şimdi sesini kaybetmiş durumda opera sahnesini terketmek
zorunda kaldı. Yani onu kullanıp attılar. (Mikrofonda söylemekten işitme eşiği
yükseldi ve sonunda giderek ses telleri yıprandı)
Operanın
sırtından meydanlarda para toplayanlar, iki yüzlü bir şekilde operaya dinleyici
çekeceklerini söylediler. Sonuçta, önce opera sanatının içi boşaltıldı, sonra
opera salonları.
Reklamlarda her
türlü çarpıtma var. Türkçeyi bozuk kullanma,
reklamı oyunun içerisine sokma, kadını aşağılama (Ülker biskrem),
Gençlik Marşı gibi ulusal bayramların repertuarına girmiş milli ve tarihsel
değeri olan bir şarkıyı kâr için kullanma, bayağılaştırarak ve Türkçesini bozarak söyleme (Cola
Turca reklamında) çıktı karşımıza. Özgür kadın imajını cep telefonuna
yükleyerek özgürlük kavramının içini boşaltmayı gördük.
Sanatın dünya tekellerinin hizmetine geçmesiyle birlikte etik
değerlerin çiğnendiğini görüyoruz. Yakın zamana kadar radyoda, televizyonda,
oyun içerisinde kullanılan bir ürünün adı reklam olmasın diye gösterilmez,
benzer bir ürünü satan diğer üreticiye haksızlık olmasın diye adı gizlenirdi.
Bu yerleşmiş bir kuraldı. Herkesin eşit olduğu bir üretim anlayışı etik değer olarak topluma yerleşmişti.
Bir televizyon
dizisi içerisinde cep telefonu reklamı yapmak etik
değildir. Oyundaki çocuk oyuncuya cep telefonu reklamı yaptırılıyor. Aynı
reklamda kullanılan rep müziğin içerisinde dilin
kirlenmesini de görüyoruz.
Tiyatroda, gösteri sanatlarında ‘Tolk şov’ gibi sanatsal olmayan bir türe tanık olmaktayız.
Meddah ya da tek kişilik oyunla hiç ilişkisi olmayan
bu konuşma gösterisi, tiyatro sanatını yozlaştırmaya örnektir. Oyun demek
mümkün değil; baştan sona bir konu veya metni olmayan, kopuk kopuk, belli bir konuya yoğunlaşma gerektirmeyen, izleyici
ile alay eden, aşağılayan, derinliği olmayan sıradan magazinleştirme, herşeye gülüp geçilen bir
şey.
TV’daki gösteri programlarında son gelinen örnekte, dil önemini yitiriyor ve konuşma özürlü
bir erkek oyuncu komedi yaptığını sanıyor. Hem tiyatronun içi boşalmış hem
dilin. Ki, dilde yaşanan kirlenmenin tüm sanatlara yansıdığı ortadadır. Benzer
şekilde sadece “nane” sözcüğünü defalarca tekrarlayarak şarkı yaptığını
zannedenlere ekranda yer verilebiliyor.
Televizyon’un kendisi kirlenmenin aracı
olarak sahneye çıkıyor. Küreselleşmenin en büyük aracı olan televizyonun kanal
sayısındaki artış ve zaplama, programlardaki
kalitenin düşürülmesiyle birlikte ortaya çıktı. Zaplama,
hızlı tüketimin ürünüdür. Hızlı tüketilen teknoloji beraberinde insanın doğal
yapısını bozma tehlikesini yarattı. Böylece neo
liberal ekonominin istediği insan modeli yaratıldı.
Zaplama teknolojisinin insan üzerindeki olumsuz etkilerini
araştırmak üzere yapılan bir çalışmada
ilginç sonuçlara ulaşıldı. (« Kişisel
Zamanın Belirleyicisi Olarak Medyatik Zaman », Denis Carot, Agon Tiyatro
Dergisi s.10 Paris 1997)
Fransa’da
yapılan bu araştırmaya göre, birçok kanalı arka arkaya izlememizi, yâni zaplamamızı isteyen teknoloji, insanın dikkat yoğunlaştırmasını
ortadan kaldırmaktadır. Zamanı bölerek kullanma, haberin reklamı, reklamcılığın
nüfuzu, keserek anlatma, sansasyonelleştirme, sunucuyu starlaştırma, yapay
bilgi aktarımı, analiz yokluğu ve benzeri durumlar araştırılmış ve bunların
günlük yaşantımıza aşağıdaki şekillerde yansıdığı saptanmıştır:
1.
Toplumda çatlama ve dağılma
2.
Tecrit ve yalnızlaşma eğilimi.
3.
Dikkat yoğunluğu kaybı.
ABD’de günde
500 kanalı aynı anda izleme deneyleri yapılıyor. Bilgi akışında dev otobanlar
tasarlanıyor. Bu teknoloji ile beyni boşaltılmış robotlar yetiştirme işi
hızlandırılacaktır.
Televizyon
haber kanalları insanları yanıltmaya ve korku psikolojisine sokmaya yöneldi. Bu
yolla silah satışlarında artış ve en son teknolojinin ürünü silahları
kullanmaya piyasa yaratıldı. Körfez savaşında olduğu gibi, savaşların canlı
yayınlarına kadar bu silah reklamları yapıldı. Füze kalkanı projeleri yaşama
geçirildi, medeniyetler çatışması teorileri geliştirildi ve ikiz kulelerin
yıkılışında olduğu gibi, kıtalar arası füzelerin satışını artıran
provokasyonlar canlı yayınlarla verildi. Irak savaşı sırasında, falan marka
bomba düşünce yüzde kaç patlamadı oranları yayınlandı. Televizyon, en kötü
amaçlarla insanın varlığını tehdit eden, insanın en temel hakkı olan yaşama
hakkını elinden alan savaşın aracı olarak kullanıldı. Postmodern
filmlerde insanlara sunulan senaryolar birer birer
gerçek yaşamdan görüntülere dönüştürüldü.
Sinemada bilimdışı kurgular, aksiyon filmleri
egemenliği dönemi yaşanıyor. Teknoloji insan için olmaktan uzaklaştı, insana
karşı teknolojiye dönüştü. ABD’li yetkililer, silah sanayisine harcadıkları
kadar film sanayisine harcadıklarını söylemektedirler. Bu filmler şiddet
içermektedir. Hayali bir düşman
yaratılıp onunla son model silahlarla savaşılmaktadır. İyi ile kötünün kavgası
işlenirken iyinin elinde bir haç işareti hep görüntüye getirildi.
Efendiler-köleler teması gündemde tutuluyor.
Kadından effendi bilim ötesi filmleri bizde taklit edilmeye geçildi; kadın ağa dizileri başladı. Brezilya dizilerinin
yerini bunlar aldı; ev kadınlarına ninni filmleri. Pembe dizileri Yugoslavya’ya
sokamayan Amerika, Güney Afrika’dan siyah dizi getirip soktu. Sinema insanları
uyutmak üzere araç edildi. Sinema sanat burada da insana karşı.
Hep savaş ve
düşmanlık kavramlarıyla büyüyen bir kuşak yaratıldı. Dostluk, kardeşlik, barış
içinde birlikte yaşama kavramları unutturuldu. Batıl inançlar, bilimdışı
kurgular, Hristiyan ve Yahudi köktendinci
tarikatların efsaneleri medeni batının çağdaş sinema senaryoları olarak
insanlara sunuldu, CIA planları film senaryolarının ana malzemesi oldu. Postmodern özellikler taşıyan bu senaryolar, Amerika’dan
dünyaya pazarlandı ve dünya sinemasının %93 ünü kapladı.
İnsansız sinema
dönemi başladı. Teknolojiyi insanın önüne geçirmeye bir başka örnektir; Yüzüklerin
Efendisi gibi, bir bölümü bilgisayar ortamında üretildi, animasyon sinemaya
girdi, hayali kahramanlar oyuncu olarak sunuldu. Oyunda kiminle empati kurulacağı belirsiz, bilimdışı kurgular. Dini hiç
bir açıklaması olmayan, insanüstü bir takım varlıkların insanlara hükmettiği
filimler. Dev sanayisi var. Aksiyon filimleri ile
meşhur ettikleri birisini vali de yapabiliyorlar; Vurdu kırdı Arnold Schwardzeneger gibi.
Teknolojiyi insanın önüne geçirme: Sony firması, “Orio” adlı bir şef
robot, Toyota firması da trompet çalan robot yaptı. Orio adlı robotun Tokyo Filarmoni orkestrasını yönettiği
gazetelerde yer aldı. (14 mart 2004, Cumhuriyet, Z.Oral’ın
yazısı.) Robotun gözlerinin içine kamera
ve notalar yerleştirilmiş, bütün ritimler, tempolar oraya kaydedilmiş. Bu robot
ne kadar insani duygularla yönetebilir ve müzisyenler onunla ne kadar iletişim
kurabilir?
Küreselleşme
döneminde, sanatla insan ilişkisini biraz daha özele indirelim. Fazıl Say’ın dört el için düzenlemiş olduğu piyano eserine
gelelim. Elektronik kayıttan piyanonun
biri çalıyor, ikinci piyanoyu ise kendisi çalıyor. Birincisini de kendisinin
kaydetmiş olması, müziğin teknoloji ürünü olmasını engellemiyor. Dinlerken iki
piyanisti de karşınızda görmek istiyorsunuz. Çalanı karşınızda görmediğiniz için
empati kuramıyorsunuz. Yâni orada dışlanmışsınız. İki
piyanistin birbiriyle iletişiminden yoksun bir yorum ortaya çıkıyor ve Fazıl
şov izliyorsunuz. Fazıl monolog oynuyor, sanatçının biri sanal. O zaman, Fazıl
tek başına oynamak istiyor diye düşünüyor, popülist bir yaklaşım hissediyor ve
rahatsız oluyorsunuz.
Fazıl Say’ın
İstanbul Yedikule’de Mercan Dede ile çalması giderek popülerleşme gösterdiğinin
işaretidir. Mercan Dede’nin teknolojiyi çok iyi kullandığı bir gerçek. Ama
teknoloji insanın önüne geçiyorsa burada bir yanlış
var demektir. Kimin neyi çaldığı görülmediğinde, çıkan sesle insanın varlığı
arasında bir kopukluk yaşanır. Dinleyici kendisinin dışlandığını hissetmeye
başladığında kalkıp gitmek ister ki öyle de oldu.
Sanatçı,
kendini insandan ve toplumdan koparmaya başladığında, yaptığı sanat
tartışılmaya başlanır. Fazıl Say, politik görüşünü küresel sermayenin görüşüyle
birleştirdiğini açıkça söylemeye başladığından beri, sanat çizgisi doruk
noktasından aşağıya doğru bir düşüş göstermektedir. Bu durum, klasik müzik
sanatında postmodernizmin ve popülizme kaymanın
örneğini oluşturmaktadır.
Sanatçıyı teslim alma: Ödüllerle,
konser imkanıyla, meşhurlaştırma. Fazıl Say’ın, Newyork’taki piyano yarışmasında, kendisini yedi dakika
dinleyen jürinin diğer yarışmacıları kırk dakika dinlemesine şaşırmamasını
başka neyle açıklayabiliriz? Kendi ifadesiyle daha Avrupa yarışmasındayken
jüri, kendisi hakkında karar vermiş imiş. Kendisini birinci seçmek üzere
hazırlanmış bir yarışmayı neden protesto etmedi? Paris Yahudi lobisinin
kendisini parlatacağı vaadini neden önemsedi?
Başka piyanistlerle eşit olmayan bir meydan güreşine neden çıktı?
Almanya’da
piyano konseri vermeye giden Ankara Devlet Konservatuarı öğretim üyelerinden
tanınmış bir piyanistimize yapılan ahlâksız teklif kirlenmenin bir başka
boyutunu gösterir. Salonun doldurulması karşılığında gazetecilere vermesi
istenen “PKK bir realitedir” demeci anlamlıdır. Piyanistimizin reddetmesi
üzerine az bir dinleyiciye konser verilmiş ve basında başarısız bir konser
olarak yer almıştır. Almanya’da Almanca öykü yazan Aysel Özakın
gibi Türk yazarlara ödüller verilmesi de kirlenmenin bir başka boyutudur.
Sanatın içini boşaltma: Elektronik
müzikte dünyanın önemli isimlerinden John Cage’in “4.33”
adlı eseri postmodern müzik örneğidir. Bu eseri(!)
iki kez konser programına almış bir festival konserini izledikten sonra
üzerinde düşünme ve bu müziği irdeleme gereği duydum. Sanatın içinin nasıl
boşaltıldığını gördüm. Eserde hiç müzik yok. Dört dakika otuzüç
saniye salondaki sessizliği dinliyorsunuz. Salondaki öksürük, tıksırık, nefes
alma, hışırtı, her şey o anın doğaçlama bestesi kabul ediliyor. Peki bu bir
eserse nerede bestecinin emeği, nerede sanatçının yorumunu, neyi
şekillendiriyor, nedir sanatçının müdahalesi? Hiç biri yok. Kayıt bile
yapılamaz. Dinleyici sadece bekliyor, sanatçı da sahnede öylece bekliyor.
Ortada yaratılan hiçbir şey yok.
Eseri çarpıtma: Klasik müzik eserinin fon
müziği olarak kullanıldığı bazı yerlerde bilerek yapılmış bir yapaylığa
veya çarpıtmaya rastlayabiliyoruz. Buna postmodern montaj da diyebiliriz. Örneğin 9.Senfoni bu tür
çarpıtmaya en çok uğrayan eserdir. Barış ve kardeşlik amacının dışında
kullanıldığı her yerde asıl anlamını unutturma ve değer kaybına uğratma söz
konusudur.
Böyle bir çarpıtma
örneği 9.Senfoninin ikiz kulelerin yıkılışına fon müziği yapılışıdır. Orada tam
bir postmodern montaj yapılmıştır. Eser, Avrupa’da
feodal krallıkların yıkılışını devrimci bir ruhla destekleyen Ludvig van Beethoven’in
bestesidir. Shiller’in “Özgürlüğe Övgü” şiirinden esinlenilerek
yazılmıştır. Türkçe’ye “Neşeye Şarkı” olarak çevrilmiştir. 1980 sonrası müzik
ders kitaplarında (Selçuk Yıldırım ve Salih Akkaş
yazarlı kitaplarda olduğu gibi) sözlerinde yapılan tahrifat bestesinde de
yapılmış, eser katledilmiştir. Bu durum ülkemize has bir yozlaştırma örneği
olabilir. Ancak, ABD TV kanalları tarafından, 11 Eylül iç darbesinde yıkılan
ikiz kulelere fon müziği yapılması asla affedilmeyecek bir çarpıtma ve eserin
içeriğini çarpıtma örneğidir.
Klasik eserleri poplaştırma: Geleneksel
müziklerimizin pop müzik haline
getirilip kaset piyasasının hizmetine sunulması, popülerleştirilip hızla
tüketilmesi ülkemizde yaşanan bir başka kirlenme örneğidir.
Pop müzik adı
üstünde, günlük kullan at anlamındadır. Pop demek, popcorn
(patlamış mısır) gibi oyalan, karnın doymasın demektir. Postmodern
ürünlerin özelliği de budur. Pop müzik alanında nasıl bir kirlenmenin yaşandığı
bilinmektedir. Kirlenme, kalite düşüklüğü, sokak dilini şarkı sözü yapma, argo,
küfür, etik değerlerin kayboluşu, cinsel sapmaların
ön plana çıkartılışı, popülerleşme uğruna magazin basınında manşet olma
kavgaları, reklam için her yol mübah, vb. ortak
özellikleridir. Bugün, arabesk, halk
müziği ve geleneksel Türk müziği pop müziğin potasında birleşmiştir. .
Kullan at
teknolojisine paralel bir müzik sanayisi bu alanda egemendir ve bu yolla
evlerimiz kaset, CD çöplüğüne döndürülmektedir. (Beyaz eşyada on yıllık ömür
sınırlandırması yapıldığı gibi.) Ayda bir değişen çok satan kasetler dönemi
yaşanıyor.
“Yeni albümünüze bol şans” radyo ve TV
programları yapılıyor. Radyo ve TV programları konularını ve konuklarını
piyasadan alıyor.
Pop müzik 1980
askeri yönetimi döneminde müzik dersi öğretim programına ve ders kitaplarına girmiştir. Yani, çocukların
pop müzik tüketicisi olmasını kitaplara soktuk. Kalıcı olmayan, kullan at
müziği ile insan eğitimi olmaz. Bir sonraki nesille ortak şarkı dağarcığı pop
müzikle oluşturulamaz.
TRT Çocuklar Koroları için Popüler Şarkı yarışması düzenlendi. 1993’de
bir ödül de benim oldu. Ancak bu şarkılar eğitim müziğine yönelik sözlerle
yapıldı, çünkü yarışmaya katılan besteciler pop müzik bestecisi değildi. Bu
şarkıları poplaştırmak için cıstaklı, birbirinin kopyası stüdyo eşlikleri
yaptırıld Garo Mafyan vb. Pop aranjörlerine. Bizde tutmadı, çünküradyo çocuk
koroları söylüyordu şarkıları. Oysa pop şarkıyı koro söylemez, pop ağzıyla bir
solist söyler. TRT’de kuklalarla yapılan çocuk programlarında öyle pop
örnekleri var ve onları büyükler söylüyor. İngilizce öğretim kasetlerindeki
şarkılar poptur.
Pop müzik ödülleri en iyi şarkı
söyleyene değil, en fazla satan kasetlere verilmektedir. Belli müzik tekelleri
istediği imajı yayan pop şarkıcılara bu ödülleri vermektedir. Bu yolla tekeller
dünya gençliğine istedikleri yönde "Siz de böyle olun” kalıpları
sunmaktadır. Eşcinsele, cinsel sapıklara, kadın düşmanlarına ödüller
yağmaktadır. En büyük ödüller sanatsal ölçütlere göre değil, şirketlere en çok
para kazandırana verilmektedir. 2004 Grammy ödül
töreninde “Göğsünü açan kadın” mesajı ve yönlendirmesi yapılmış, gelecek yıl
ödüllerin buna göre verileceğinin işareti verilmiştir.
Athena grubunu 2004 Erovizyona
hazırlayan Avrupa ve Amerika müzik marketleridir. (Sertap
Erener’in televizyon konuşmasından, ATV Şubat 2004).
“Şunu satacağım, ona göre müzik yapın” diyor müzik marketleri. Yani beğenileri
piyasa belirliyor, tıpkı moda rengi boya sanayisinin belirlemesi gibi.
Sinema ödüllerinde skandallar
dönemi başladı. Sanki ödül verilmeden önce onların pornocu
oldukları bilinmiyordu. Oysa asıl oyun, ödülden sonra filmin manşette kalması
için geçmişi bilinen birilerini starlaştırma oyunudur. Açıkça kirli ilişkilere
prim verilmekte, kızlarımız kirli yollara özendirilmektedir.
Senfonik Pop türleri doğdu. Pop müziğin
klasik sanatlarla ilişkiye geçtiğine, onları deforme
ettiğine rastlıyoruz. Mozart Mısır’da kaseti gibi, stüdyo ortamında deforme
edilmiş klasik eserler üretildi. Pop opera,
senfonik rok gibi melez türler doğdu. Evin İlyasoğlu gibi usta sanat kalemler “Artık senfoniler ölüyor mu, dinleyici bulmak
için melezleşmek zorunda mı, nerde senfonik müzik bestecilerimizin o güzelim
eserleri?” diye yazıyor.
Pop müzikteki virütik bulaşıcı hastalıklar tüm diğer türleri tehdit
etmekte, etkisi altına almakta, tüketmektedir. Pop kültürün egemenliğine doğru
hızlı bir gidiş vardır.
Sanat piyasasını ele geçirerek bestecilerin önünü
kapatma. Ulusötesi müzik lobileri “Sizde yok benden al”
anlayışıyla klasik müzik alanında hakimiyet kurmuştur. Türk bestecilerinin önü
kesilmek istenmektedir. Her sezon en düşük %20 oranında Türk eseri çalmak
zorunluluğu olan orkestralarımızda son yıllarda çalınan Türk eseri sayısı
giderek düşmektedir. Bir senfoni orkestrasında, bir sezonda çalınan toplam eser
sayısı ortalama 75-80’dir ve içerisinde 20 civarında Türk bestesi olmak durumunda
iken durum şöyledir:
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası:
1999-2000’de 14
2002-2003’de 7
2003-2004’de 4
Türk eseri. Amerikan Haftası’nda 5 Yahudi Amerikalı besteciye yer verildi
ve gerekçe olarak “Onlar bizden telif ücreti almıyor” denildi.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası:
2001-2001’de 2
2002-2003’de 1
2003-2004’de 4
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası: 2003-2004’de 6 Türk eseri. (3 tanesi Hikmet Şimşek’i
anma haftasında.)
Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası: 2003-2004’de 4 Türk eseri.
Klasik
müzikte liberal faşizm oluşmuştur. Yahudi medya tekellerinin egemenliği
belirgindir. Fransız Klasik müzik kanalında takkeli Yahudi şefin pervasızlığı
gibi. Lobi halinde çalışma dikkati çekmektedir. Yahudi şef ve solistler hemen
bütün senfoni orkestralarında alanı kapatmış gibidirler. Londra’da Cats
müzikali bitti. Berlin’de 7 senfonik orkestra kapandı. ABD’de senfoni
orkestraları çoktan kapısına kilit astı.
Kötü müziklerin TV kanallarını
doldurması: Bu yolla klasik müziğe talep azaltıldı. Oysa klasik sanatlar
salon kültürünü beraberinde getirir, pijama
terlikle sanat bir arada olamaz. Sanatçının emeğine saygı o salona kadar
zahmet edip gitmeyi gerektirir. Sanatçı ile izleyicinin salonda buluşması
önlenince o sanat yaşayamaz.
Okullarda sanat derslerini yok etme: ABD
ve İngiltere’de resim, müzik ve drama dersleri, paralı ve seçmeli ders haline
geldi. Son 30 yılda, ABD’de hiç sanat eğitimi almadan mezun olma oranı %90’dır.
Çok az bir varsıl grup bu eğitimi alabilmektedir. Eğitimsiz ve parasız gençler
uyuşturucu ve pop kültür bombardımanı altında savunmasız bırakılmıştır. Sonuç
olarak klasik sanatların eğitimi yapılan derslere talep olmayınca bunların
öğretmeni olmaya da talep azaldı, sanat öğretmeni yetiştiren yüksek okullar
kapanma aşamasındadır.
Sanatsız,
duyarsız, estetik beğenisiz, seçici olamayan, iyiyi güzeli ayırdedemeyen,
sürüleştirilmiş bir gençlik yaratıldı.
Konser salonlarının kirlenmesi:
Sakızın konser ve tiyatro salonlarına girmesi. Sakız kullan at ekonomisinin ve
pop kültürün simgesidir. Çin’e ilk giden ABD başkanı parkta çocuklara sakız
dağıtmıştı, oradan başlıyorlar. Ve sakızın içinde bir oyuncak rüşvet vardır,
bununla daha çok tüketirsen daha çok kazanırsın fikri aşılanmaktadır. Liberal
ekonominin en büyük yalanıdır bu.
Opera
sanatçıları işsiz dururken pop şarkıcılarını klasik eserlerde sahneye çıkarma;
Sertap Erener’in Nâzım Oratoryosunda rol alması gibi. Sertap Erener’in
erovizyon şarkı yarışmasında söylediği şarkı bir başka kirlenme örneği oldu.
“Ne istersen yaparım, yeter ki gel de” Onursuz şarkı. AB’ye girmek
sevdalılarına uyan bir şarkı idi. Döneme uygun bestelenmişti ve klibi de
öyleydi.
Toplumcu şiir ve şarkıların içi
boşaltıldı. Nâzım, 100. yılında yapılan gösterilerde aşklarıyla ve “Akrep
gibisin” şiiriyle öne çıkartıldı. “O duvar “ şiiri unutturuldu.
Toplumcu
şiirlerin pop müziğe malzeme olarak kullanılmasında Yeni Türkü grubunun 1980’li
yıllarda söylediği “Samsun Asfaltında Otomobiller” şarkısı bir dönüm noktası
gibidir. “Bela Çav”, “Yiğidim aslanım burda yatıyor” gibi nice toplumsal
dayanışma şarkıları barlarda tüketildi.
**Zümrüt
Rize Gazetesi
Başkent Mektubu Köşesi
Temmuz
2004
Pop
müzik deyimi sanıldığı gibi popüler kültürden, yani halk kültüründen gelme
değildir. Patlamış mısırdan, POPCORN’daki pop takısından gelir. Yani balon
gibi içi boş, şişirilmiş, sakız gibi
patlayan, gazoz, karın doyurmayan, oyalayan, o an yaşanılıp bitirilen, kalıcı olmayan,
geçici olan anlamındadır.
Pop
müzik bugün tüm diğer müziklerin alanını daraltmış durumdadır. Geçmişte
arabaeskin en yaygın olduğu cangıllarda bile egemen olabilmektedir. Arabeskle
beğeni düzeyi düşürülmüş insanlara pop müziği kabul ettirmek zor olmamıştır.
Müzik
sanatında kirlenme, önceleri arabeskle, yoksullaştırılma ve köyden kente göçle
başladı. Temelinde tarımın çökertilmesi vardır. O dönemde televizyon bu kadar
yaygın değildi. Pop müziğin pompalanması medyada kartelleşmeyle birlikte geldi.
TSM, arabesk, pop, ve halk müziği pop ritmleri eşliğinde eğlence müziğine
dönüşmeye, klasik sanat yapılarından kopmaya başladı. Türlerin belirgin
özellikleri kaybolmaya ve poplaşmaya başladılar. Aynı sanatçı hem arabesk, hem
halk müziği hem klasik Türk müziği söylemeye başladı. Bunlar, tek kültüre doğru
gidiş işaretidir. Kullan at, yenisini al, geleceğe bir şey kalmasın kültürü
olan pop kültürdür.
Ülkemizde
arabeskten pop müziğe geçiş süreci ile liberal ekonomiye geçiş süreci aynıdır. Bu süreçte gördüğümüz kirlenmeyi
şöyle sıralayabiliriz:
-
Polis radyosu öncülüğünde arabesk yayını, ilk özel radyo
yayını.
-
Çocuk şarkıcıların sırtından para kazanma dönemi, çocukların
yoksul ailelerini geçindirmek için gazinolara taşınması.
-
Daha fazla soyunan kadınlar dönemi.
-
Transseksüeller dönemi.
-
Eşcinseller dönemi
-
Şarkı sözlerinde içerikten yoksunluk, sokaktan söz
-
Dünyada Eminem örneğindeki gibi kadın düşmanı şarkıcıları
ödüllendirme ve onursuz şarkılara ödül verme, Sertap Erener’in birinci olduğu
şarkı gibi. “Yeter ki gel de, ne istersen yaparım” dönemi. AB’ye girmeyi
isteyenlerin söylemlerine paralel sözler. Reklamcılıkta (Biskrem reklamı)
kadını aşağılama
-
Umut tacirliği, popstar dönemi: ABD medyasına paralel ortaya
çıkan çirkinlikler. “Atları da Vururlar” örneği yarışmalar. Yarışma değil,
ölçütleri belirsiz, her türlü aşağılanmayı kabullenme. İnsanların ruh sağlığı
ile oynama. Yarışmanın çirkinliğine izleyiciyi ortak etme, kiri paylaşma dönemi:
Cep telefonu şirketine para kazandırma tuzakları, kitleleri oyalama, beyinlere
kalitesizliği doldurma.
Sonuç Olarak:
Deforme edilen,
kullanılıp atılan bir meta haline getirilen bir kültür ve sanat, yok edilme
tehlikesini yaşıyor demektir. Dünya bu yolla tek kültüre, kültürsüzlüğe doğru
gitmektedir. Neo liberalizm, iki yüzlü bir şekilde herkese özgürlük derken,
kendi kültürünü /kültürsüzlüğünü dayatmakta, diğer kültürleri erozyona
uğratmaktadır. Bu da çağdaşlıkmış gibi sunulmaktadır.
Postmodernizm, insanlığın
asırlarca emek vererek yarattığı tüm klasik sanatları tehdit etmekte, değer
kaybına uğratmakta ve günlük kâr hesaplarıyla tüketmektedir. Tüm klasik
sanatların korunması ve yaşatılması insanoğlunun kendine saygısı gereğidir. Bu nedenle
postmodern ürünlerin ve popülist yaklaşımların teşhir edilmesi tehlikenin
bertaraf edilmesi açısından önemlidir.
Sanat toplumun
dışında değildir ama yeri toplumun önüdür. Toplumdaki değer yargılarının yeni
dünya düzeni ile birlikte değişmesi, sanatta da beğenileri değiştirmiştir.
Değişimin geriye doğru olduğu su götürmez. Oysa sanatın ve sanatçının toplumun
beğenilerini, estetik düzeyini yukarı çekmek diye bir görevi vardır.
Özellikle
insanı yüceltme ve erdem sahibi yapma işlevi olan sanatçıların, insanı dışlayan, insanı aşağılayan küresel
kirlenme karşısında duruşlarını koruyabilmeleri önemlidir. İnsanın
kirletilmesi, sanatın ve sanatçının kirletilmesinden ayrı düşünülemez. Sanatçı,
küreselleşmenin bir avuç azınlığa sunduğu nimetlerden yararlanmak uğruna,
günlük popülist hesaplarla postmodern ürünler verirse
ürünleri geleceğe kalmayacak, çöpe gidecektir.
Cumhuriyet ve sanat: Cumhuriyet
tarihimizde, devrimlerin yükseldiği dönemlerde her alanda kalıcı modern sanat
eserleri verilmiştir. Burada iki önemli dönemi görürüz.
Birincisi Cumhuriyet’in kuruluş yılları, ki
devrimlerin peşpeşe sıralandığı dönemdir. Modern Türk
devletinin kuruluşu ile modern sanatlar atbaşı
yürümüştür.
İkincisi ise, 1960’lı yıllar. Kısmî devrim
olarak da tanımlanır. Ülkemiz özgürlükçü bir anayasaya kavuşmuş, sosyal devlet
anlayışı getirilmiş, planlı kalınma hedefleri tutturulmaya başlanmış, sendikal
özgürlükler, toplumsal barış, toplumcu
dünya görüşü 15 milletvekili çıkaracak kadar atılım içerisindedir.
1960’lı yıllar
hem ülkemizde, hem dünyada önemli yıllardı. Vietnam savaşının protestoları
Amerika ve batı ülkelerinden protest müziklerle ortaya çıkıyor ve bunun bizde
yansımaları görülüyordu. Ülkemizde toplumcu düşünce hızla yayılırken toplum
için müzik, tiyatro, şiir, edebiyat, resim, sinema gibi her alanda kalıcı sanat
eserleri ortaya çıkıyordu. Gerek eğitim müziğinde gerek halk müziğinde, gerek
klasik müzik türlerinde en fazla ve kalıcı eser bu dönemlerde üretildi, besteci
ve sanatçılar yetişti.
Özetle
diyebiliriz ki ülkemizin devrim sürecine girdiği dönemlerde kalıcı eserler
ortaya çıkmıştır. Liberal ekonomiye teslim olduğumuz, 1980 sonrası küreselleşme sürecinde ise elimizde
olanı da yitirme noktasına geldik.
Bugün, teknolojiye hakim olan güç
müzik sanayisine ve medyaya hakimdir. Bu
yolla kirlilik bilgisayar virüsü gibi her ülkeye aynı anda yayılmaktadır.
Sanatın kirletilmesi insan ruhunun
kirletilmesidir, insanların beynini çöple doldurmaktır. Su bedenimizi
yıkar,temizler, sanat beynimizi yıkar temizler.
Sanatsız insan köle ruhlu insandır. Insanoğlu
yalnızca tüketerek insan olamaz. İnsanın farkı üretmek, daha iyiye daha güzele
doğru çaba içerisinde olmak, yaratmak,
kalıcı sanat ürünleri var etmektir.
İnsanın üretim dışında bırakılması,
tüketici konuma getirilmesi, insanoğlunun geleceğini de tehdit etmektedir. Var
olmak, üretmekle, var etmekle, yaratmakla eş anlamlıdır.
İnsanoğlunu genetiği bozulmuş tahılı, genetiği bozulmuş sebzeyi, genetiği
bozulmuş eti tüketmeye mahküm eden küresel krallar
kendi ürettikleri ucube sanat ürünlerini tüketmemiz için savaş dahil en
acımasız yöntemleri uygulamaktadır. Bu
güç, insanoğlunun bugüne kadar ürettiği, taşıyıp getirdiği ne varsa çöpe atmak
istemektedir ve yerine koyduğu kalıcı hiç bir şey yoktur.
Büyük Ortadoğu projesinin içerisinde bölge insanını genetiği bozulmuş
besinleri tüketmeye zorlayarak kısırlaştırma soykırımı planı vardır. Daha
üniversite yıllarında kızlarımızın yumurtlamama sorunu başlamakta, menapoza grime yaşı otuzlu yıllara inmiş bulunmaktadır. Bu
plan tüm klasik sanatların yok edilmesiyle paralellik taşımaktadır.
Küresel kırallık, modern devlet yerine postmodern devleti koymaktadır. Yani sosyal devleti yok ederek, üretimi
dışlayarak, devletin kendi halkının karnını doyurma görevini unutturarak, modern
devleti bir kenara atarken, ulus devletleri yok ederken, bütün bunları fark
edemeyecek insanlar olmaları için insanları sanattan yoksun bırakmaktadır.
Ne yapmak gerekir:
1.Kamusal farkındalık eğitimi: Tehlikeyi açıkça görmek ve göstermek.
2.Sanatta
kirlenmeyi emperyalizmin son maskesi olan küreselleşme kapsamında ele alan
konferansları artırmak.
3. Kültür sanat
kurumlarının kapısına kilit vurmak isteyen yerel yönetimler yasasını meclisten
geçirmeme üzere kolları sıvamak.
4.Emperyalizmin
maskesini düşürmek ve onu ülkemizden kovmak, sömürü alanının dışına çıkmak ve
Mustafa Kemal’in dediği gibi her alanda tam bağımsız bir ülke yaratmak,
emperyalist sistemin dışına çıkarak batılılaşmak, diğer bir deyişle Türk
kalarak çağdaşlaşmak.