BİLDİRİLER |
TÜRK İLKÖĞRETİM
OKULLARINDA ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALIYOR?!.
C. Alp Özeren
Müzik Eğitimcisi-İstanbul
* Cumhuriyetimizin 80. Yılında Müzik
Sempozyumu, 30-31 Ekim 2003,
İnönü Üniversitesi, Malatya
Bildiriler,s.258-263.
Sizlere, çoğumuzun okullarda
derse giriş-çıkış zili olarak aşina olduğu, "Fur
Elise" ve "9. Senfoni" melodilerini
dinleterek söze başlamak istiyorum ( 1 ). Her iki melodi de tartışılamayacak
kadar kaliteli ve üstün bir müzikaliteye sahiptir
düşüncesinde buluştuğumuzu sanıyorum. Şimdi bir an için; bir insanın sabah
kahvaltısında, öğle yemeğinde, akşam yemeğinde yıllar boyunca sürekli olarak
tek bir gıda ile beslendiğini; örneğin sürekli olarak çok kaliteli bir peynir
yediğini düşünelim. Bütün öğünlerde ( ne kadar kaliteli olursa olsun!.. )
sürekli ve sadece peynir yemeye hangimiz ne kadar dayanabiliriz acaba?!.Oysa
çevremize şöyle bir kulak kabartacak olursak; çoğu okulda 8 yıl boyunca sürekli
olarak tek bir melodinin çocuklara, öğretmenlere ve çevreye bilerek ya da çoğu zaman farkında bile olmadan dinletildiğini
duyabiliriz ( 2 ).Örneğin günde 6 saat ders gören ( etüdleri
de saymıyoruz... )bir ilköğretim öğrencisi; 8 yıl boyunca, tatil v.b. günler
düşüldüğünde, yaklaşık olarak 16 bin kez aynı melodiyi (HER SEFERİNDE YAKLAŞIK
10 SANİYE... ) dinlemek zorunda kalmaktadır.Eğer gerçekten, "Müzik ruhun
gıdası" ise, bu durumda, ülkenin geleceğinin teminatı olan küçüklerimiz
için bir tür RUHSAL GIDA ZEHİRLENMESİ kaçınılmaz olacaktır.
Bir Kasıt Söz Konusu Olabilir mi?
Unutmamalıyız ki; Atatürk, her
vesileyle "dahili bedhahlar" yani ülkeyi içerden çökertmek isteyecek
ve buna alet olacak olanlardan söz etmiş ve bu gibilere karşı, gelecek nesilleri
adeta altını çizerek uyarmıştır. Bu noktada; insanlarımızın çeşitli nedenlerle,
düzenli olarak gazete dahi okumadıkları ( 3 ) bir toplumda; biri konservatuar
diğeri iletişim fakültesi olmak üzere iki lisans, bir yüksek lisans tamamlamış
ve Türk Müziği alanında Sanatta Yeterlik tamamlamak üzere olan bir müzik
öğretmeni iken; müzik ile uğraşmak, yazmak v.b. için 24 saat yetmezken bir
başka deyişle yaklaşık 20 yıldır müzikle yatıp müzikle kalkarken ve son derece kültürlü bir ortamda yaşar
iken, okullarda tek tip melodiye mahkum oluşumuzu, ancak 37 yaşımda farkedebilmemin tüm sorumluluğunu kendimde aramamam
gerektiğini düşünüyorum. "Kasıt var
mı?" sorusuna gelince; kasıt olmasa bile; öyle ihmaller vardır ki; ihmal
olduğunu bilirsiniz ancak kasıtlıymışcasına
öfkelenmekten kendinizi alamazsınız. Örneğin; çocuğunun ehliyeti dahi yokken
araba verip onu gezmeye gönderen bir anne-baba, o çocuk suçsuz birilerini
ezdiğinde yalnızca ihmalle mi suçlanabilir sizce?!. İçimden "okul
zilleri" konusunda inşallah kasıt yoktur demek geliyor. Ancak yine de
kasta varan bir ihmal söz konusudur diyorum. Buna en önemli dayanak ise; tek
melodi çalınacaksa dahi bunun bir türkü ya da bize
ait herhangi bir müzik eseri olmayışıdır.
Herkesin İlgisini Çeken Bir Fikir
"Ziller" konusundaki fikrime; ilk
kez Kasım 2002'de Gazi Üniversitesi tarafından düzenlenen uluslararası
"Avrupa'da ve Türk Cumhuriyetleri'nde Müzik Kültürü ve Eğitimi
Kongresi"nde sunduğum "Müzik Toplumu Olabilmek" başlıklı
bildirimde yer verdim. Bildirimi sunacağım günün sabahında dahi Ankara Öğretmenevi'nin yakınında bir okuldan gelen "Fur Elise" melodisi
kulaklarımızı dolduruyordu. Müzik Öğretmeni olarak görev yaptığım okulun müdür
yardımcısına; Malatya için hazırlamakta olduğum bildiri özetini gösterdiğimde,
gözleri sevinçle parladı. Bu fikri, bağlı bulunduğu sendika aracılığıyla
bakanlığa ileteceğini söyledi ve sanıyorum fikir bu yolla da bakanlığa
ulaşmıştır.
Bu yıl Sanatta Yeterlik
Eğitimim kapsamında; Sakarya Üniversitesi'ne bağlı Eğitim Fakültesi'nde görevli
bir öğretim üyemize, ders esnasında bu fikirden söz ettim. Aradan yaklaşık iki
ay geçtiğinde hala bu fikri övüyordu...Son olarak;
Haziran 2003'de yönetim kuruluna ve genel sekreterliğine seçildiğim İ.T.Ü. Türk
Müziği Devlet Konservatuarı Mezunlar Derneği'nde, başkanın; daha önce bir
vesile ile dinlediği "ziller" fikrini, derneğimiz adına bakanlığa
sunma önerisi beni hayli gururlandırdı.Kısacası görünen o ki; herkes, nasıl
oldu da bunu daha önce düşünemedik duygusuna kapıldı. Ancak ben şimdi diyorum
ki; eğer bu "ziller" konusu, ülkemiz üzerinde geliştirilen kültür
emperyalizminin bir parçası ise;"düşünemedik" yerine
"düşündürülmedik!.." demeli ve konuyu tüm detaylarıyla ele almalıyız.
Ör neğin, Sevda Cenap And
Vakfı'nca yayınlanan; Adnan Saygun'a ait
"Atatürk ve Musıki" isimli eserin 33.
sayfasında; Saygun'un "Atatürk, hiç şüphesiz, özellikle İstanbul'da saltanat çevresinde toplanmış bir {sözümona
aydınlar} sürüsünce, sırf Türk olduğu için, yüzyıllar boyu aşağılana, horlana
Türk olmanın gerçekten utanıla cak birşey olduğu kanısını,
şehirler ile az çok ilişiği olmuş köylülerde bile uyandırabilmiş bir sakat
anlayışı yoketmek ve Türk'ün kendi kişiliğine olması
gereken güveni ve gururu bilinçli bir
surette gönüllere yerleştirme savaşına girmiş bulunuyordu" şeklindeki
görüşü, bana oldukça ilginç gelmektedir.
Bir Müzik Öğretmeni Olarak Bazı Gözlemlerim
Yaklaşık olarak 6 yıldır aktif
müzik eğitimciliği yapmaktayım ve bu süre içinde anaokulundan üniversite
seviyesine her yaş grubundan yüzlerce öğrencim olmasına karşın; bir kez dahi
"Neden hep aynı zil melodisini dinliyoruz?" ya
da "Neden kendi şarkı türkülerimiz okul zili olarak çalınmıyor?"
şeklinde bir yakınma ile karşılaştığımı hatırlamıyorum... Öğrenciler zilleri
çok beğendikleri için mi yakınmıyorlar yoksa böyle bir konuda söz haklarının
olabileceğini akıllarından bile
geçirmedikleri için mi yakınmıyorlar, bilemiyorum ancak şurası bir gerçek ki;
çocuklarımızın büyük bir çoğunluğunun bilinçaltına; Türkülerimiz, okul zili olarak
dahi çalınmaya değmeyecek kadar değersiz gibi bir duygu, günden güne
kemikleşerek yerleşmekte ve bu da aklımıza, doğal olarak, Konfiçyus'un
"Halk ezgileri kiminse memleket onundur."( 4 ) ya da"Bir milleti tutsak
etmek isterseniz, müziğini çürütün."( 5 ) düşüncelerinin ardında yatan
anlamları getirmektedir. Kısacası, çocuklar, 16 bin kez dinledikleri okul zili melodilerinin bir
kısmı dahi kendi halk ezgilerinden oluşmadığı sürece; kendi kültürlerine
yabancılaşmaktadırlar. Ülkemiz geleceği açısından en çok güvendiğimiz unsur
olan genç nüfusun kendi kültürüne yabancılaşması ise direkt olarak ülke
geleceğinin, varlığının tehlikeye düşmesi demektir. Keşke ülkemiz okullarında;
tüm dünya ezgileri ve kendi ezgilerimiz dengeli biçimde okul zili olarak
kullanılsaydı da biz şimdi çocuklarımıza; öz kültürümüze ait şarkı, türkülerin
de en az o çok sevdikleri yabancı kökenli müzik eserleri kadar değerli
olduklarını hissettirebilseydik. Ben bir müzik öğretmeni olarak durumun
gerçekten vahim olduğunu hissediyorum. Kendi okulumda ve bazı arkadaşlarımın
görev yaptıkları okullarda gerçekleştirdiğim küçük çaptaki anketler gösteriyor
ki; yetişmekte olan taze beyinler, "sanatçı" dendiğinde yalnızca
şarkı söyleyip danseden seksi bayanları düşünür hale
gelmiş!..( 6 )Çocuklarımız, elbette, Madonna, Michael Jackson, Eminem, Jennifer Lopez, Mozart, Beethoven, Bach
v.b. de dinleyeceklerdir ve dinlemelidirler. Ancak kendi kültürlerine ait olan
müzik eserlerini de yeterince (en azından öz çalgıları olan bağlamayı
aşağılamayacak kadar... ) dinlemeleri ve sindirmelerini sağlayacak ortamların
da geliştirilmesi gerekir. Eğer gerçekten zengin bir halk kültürümüz olmasa;
yıllardır uluslararası alanda elde ettiğimiz "halk dansları"
başarılarını nasıl izah edebiliriz?!. Bu zengin halk kültürümüze çocuklarımıza
tüm güzelliği ve yoğunluğuyla aktarabileceğimiz en uygun mekanlar okullar olup,
konunun müzik boyutunu okul zilleri aracılığıyla kolayca hayata geçirebiliriz.
Şu anda yüzeysel olarak değindiğim çözüm önerilerimi, sonuç ve öneriler
bölümünde detaylandıracağım.
Az önce; çocukların, hep aynı
zili dinlemeye tepkisiz kalışından söz etmiştim. Bu durumu Üstün Dökmen'in "İletişim Çatışmaları ve Empati"
isimli eserinde yer alan "Osmanlı'da padişah kul iletişimi"
bölümüyle( 7 ) izah edebiliriz. Çocuklarımıza; Atatürk'ün gösterdiği yolda,
özgür ve çağdaş düşünmeyi aşılamaya çalışırken, okullarda sürekli aynı melodiyi
dinletmek ( üstelik aksi çok kolay iken... ); elinizde sigara tüttürürken,
çevrenizi sigara dumanı ile kirletirken, sigaranın zararlarını anlatmanız kadar
inandırıcılıktan uzak bir durum ortaya koyacaktır. Kişisel görüşüm;
çocuklarımızı ve büyüklerimizi, "çocuk yerine koymaya" onları
kandırabildiğimizi zannetmeye son verdiğimiz zaman çağdaş uygarlık seviyesini
gerçekten yakalamak yolunda önemli mesafeler katedebileceğimiz
yönündedir.Sürekli olarak çocukların peşlerine takılıp, her an nitelikli
müzikler dinletmek mümkün olamayacağına göre; öncelikli görev, hiç olmazsa evde
bulundukları zamanlarda ailelere, okulda bulundukları zamanlarda da okul
idareleri ve müzik öğretmenlerine düşmektedir. Çocuk, eğer sağlıksız müzik
örneklerine tutkuyla bağlıysa; paniğe kapılmadan alternatifler sunarak, sempati
yoluyla ikna edilmelidir. HİÇ MÜZİK EĞİTİMİ VE BİLGİSİ OLMAYANLARIN BİLE,
SAĞLIKLI BİR ORTAMDA, ZORLAMA OLMADAN DİNLEDİKLERİ KALİTELİ MÜZİKLERİ
BEĞENDİKLERİ VE KOLAYCA ALIŞTIKLARI DEFALARCA İSPATLANMIŞTIR. YANİ HERYERDE
KARŞIMIZA ÇIKABİLEN " Ne yapalım; Halk böyle istiyor " CULAR, ASLINDA
ORTAM YETERSİZLİKLERİNİ SÖMÜRMEKTEDİRLER!..
Çok değil; bundan sadece 6 yıl
önce 1997'de 7 Mayıs'ta yapılan Eurovision
yarışmasında sessiz sedasız 3. olan, yani yıllarca çırpındığımız yarışmada
Türkiye'ye o güne kadarki en iyi dereceyi getiren "Dinle" ( 8 )
isimli parçanın en önemli özelliği davul, bağlama ve ney kullanılarak yapılan
aranjesiydi. Yani yıllardır Türk olduğumuz için bize puan vermiyorlar diye
yakındığımız yarışmada en iyi dereceyi ( Üstelik bu derece sadece ülkemiz açısından
değil genel anlamda da iyi bir derecedir. ) etnik enstrümanlarımızla,
sansasyonsuz olarak katıldığımız zaman almamız bence; etik
açıdan, Türk medyasının göklere çıkarması gereken bir haberdi. Ancak ne yazık
ki, medyamız bu konuyu, hiç olmazsa hakettiği ölçüde gündeme
getirmedi!.. ( 9 ) diye düşünüyorum ve bu konuda birşeyler
söyleme gereği duyma nedenlerimi sıralamak istiyorum:
I) İletişim Fakültesi,
Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü diplomasına da sahip oluşum ve buna
bağlı olarak; Türk medyasının, sıklıkla, gerçek sanatçıları bir yana bırakarak,
sanat ve sanatçı ( özelde, müzik ve müzik sanatçıları ) kavramı konusunda
toplum zihninde yanlış imaj oluşturması
ailelerin de müzikle uğraşmak isteyen çocuklarına pek sıcak yaklaşmayışlarının getirdiği sonuçlardan
duyduğum rahatsızlık.( 10 )
II)Bu yıl İTÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü'ne sunduğum,"Müzik okullarında okuyan öğrencilere verilebilecek
özel bir halkla ilişkiler eğitiminin içeriğini oluşturma amaçlı saha
çalışması" başlıklı projemin onaylanması.Bu proje ile; müzik okullarında
okuyan, potansiyel sanatçı, eğitimci, araştırmacı adayları olan öğrencilerin;
daha öğrencilikleri aşamasında,bazı etik davranış
kalıplarıyla donatılmasını ve medya mensubu/mensupları cahilce davransa bile
sanatçıların onların topluma hatalı mesajlar vermesini
önleyebilmelerini(olabildiğince)hedefliyorum.Bu bölümde vurgulamaya çaıştığım sorunların çözümü açısından da okul
zillerini kullanabileceğimiz
inancındayım.
Sonuç ve
Öneriler
Çok az sayıda okul dışında; ilköğretim okullarımızda,
okulda çalan zil melodisi ile ilgilenilmemekte ve görünen o ki kimse de
rahatsızlık duymamaktadır. "Anlamak için Türk'ü, dinlemek gerek
türkü." ( 11 ) sözünden yola çıkacak olursak; bence Türk Halk Müziği'nin
80 yıl sonra hala hakettiği değeri bulmayışının ( 80
yıl sonra, ancak bu yıl yapılan "Malatya Arguvan
Türkü Festivali" nin daha ilk Türkü Festivali
oluşunu da buna bir kanıt olarak gösterebiliriz!..)( 12 ) ardında bile
insanlarımızın bilerek ya da bilmeyerek kendi müzik
kültüründen koparılması gerçeği yatmaktadır. M. K. Atatürk; " Ulusal; ince
duyguları anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak; onları bir gün önce,
genel, son musıki kurallarına göre işlemek gerekir.
Ancak bu güzeyde Türk ulusal musıkisi yükselebilir ve
evrensel musıkide yerini alabilir." ( 13 )
demiştir. Atatürk'ün sözünü ettiği çözüm; elbette, bilimsel derleme
çalışmalarıyla gerçekleşebilecektir. Oysa bugün TRT repertuarına baktığımızda
bile Türkiye'nin herhangi bir yöresinde varolandan daha az türkü yeraldığını görüyoruz. Kuşkusuz her millet için halk
ezgileri en önemli kültür hazinelerinin başında yer almaktadır. Halk
ezgilerinin en önemli vasıflarından biri de nesilden nesile
aktarılmak olduğuna göre; biz 16 bin kere dinletilen okul zilinden bu amaçla da
kolayca yararlanabiliriz.
Önerilerime gelince;
I) Bazı cep telefonu
modellerinde olduğu gibi; melodi yazılabilen bir okul zili modeli
geliştirilmelidir.
II) Kalabalık öğrenci
gruplarıyla çoğu zaman haftada sadece 40 dakika birlikte olabilip, öğrencilerin
en önemli ihtiyaçlarından olan "müzik zevki" eğitimini veremeyen
müzik öğretmenleri; Türk ve dünya repertuarının en seçkin örneklerini
belirleyerek ve bunları 16bin kez çalan okul zillerine göre programlayarak ders
haricindeki zamanlar aracılığıyla, etkin biçimde verebileceklerdir.
III) Ülkemizin kaçamayacağımız
bir gerçeği olarak; şu anda, tek bir enstrüman bile çalamayan çok sayıda müzik
öğretmeni!.. ( 14 ) ne gelince; bu konuda, herhalde bu öğretmenlerimize birer
müzik aleti ( hiç olmazsa elektronik org...) çalma konusunda, birtakım imkanlar
sağlanacaktır.(15) Aksi takdirde; sırf asıl eğitimleri esnasında bazı
arkadaşlara enstrüman çalma özelliği verilemediği için böyle bir projeye sırt
çevrilmesi olsa olsa "pire için yorgan
yakmak" olarak adlandırılabilir.
V) Milli Eğitim Bakanlığımız
bünyesinde oluşturulacak müzik uzmanlarından müteşekkil akademik bir kurul;
Türkiye'deki müzik öğretmenlerinin repertuar önerilerini de dikkate alarak,
"zil repertuarı"na son şeklini verecek ve böylece; bazı okul idarecilerinin,
bilim dışı bir şekilde; müzik öğretmenine şahsi melodi isteklerini dayatması
önlenecektir.
V) Repertuar oluşturulurken;
dar ve geniş anlamda yöresellik dikkate alınacaktır. Yani okulun bulunduğu
yörenin ezgileri v.b. unsurlar; o okulda daha ağırlıklı olabilecektir. Ancak bu
yöresellik hiçbir zaman Türk ve dünya kültüründen kopukluk boyutunda
olmayacaktır.
VI) Müzik öğretmenleri;
okullarında, öğrencileri hatta diğer eğitimci ve velileri de, çalan ziller
konusunda sürekli olarak bilgilendireceklerdir. Böylece, örneğin Eminem dinleyen bir çocuk aynı ilgi ve saygıyı Aşık
Veysel'e, Dede Efendi'ye, Mozart'a v.b. de gösterir hale gelebilecektir.
VII) Oluşturulacak olan zil
mekanizmasında birden fazla enstrüman sesine yer vermek mümkün olduğu takdirde;
bu da bir müzik eğitimi unsuru olarak işe yarayacaktır.
VIII) Bu projede, konu; dönüp
dolaşıp okullarda müzik derslerini veren öğretmenlerin zillere melodi yazmayı
başarıp başaramayacaklarında düğümlenecek gibi görünmektedir.Bu konuda da
bilgisayardan hazır melodi yükleme gibi teknolojiye dayalı bir çözüm akla
gelebileceği gibi; herhalde iller bazında, müzik öğretmenlerine zil yazım
seminerleri düzenlenmesi de, projenin yararı düşünüldüğünde büyük bir yük
olmayacaktır. Kaldı ki bir müzik öğretmeninin bir zile melodi yazamaması; bir
taksi sürücüsünün araba kullanamaması kadar komik, kabullenilemez ve üzücü bir
durumdur. Eğer varsa ( ki çok var...) bu durumun zaten en kısa sürede, benim
projem söz konusu olmasa bile çözülmesi gerekir. Aksi, büyük bir bilimsel ayıp
olacaktır.
BİZ MÜZİK EĞİTİMCİLERİ;
YALNIZCA YAKINIP ÇÖZÜME YÖNELİK PROJELER ÜRETMEDİKÇE, ÜLKEMİZİN "MÜZİK
TOPLUMU" OLABİLME AMACINA GİDEN YOLDA BOŞA GEÇİRİLEN HER GÜN, HERKESTEN
ÇOK BİZİM OMUZLARIMIZDA AĞIRLAŞAN BİR YÜK OLACAK VE ATATÜRK'ÜN EMANETİNE YÖNELİK
TEHDİTLER GÜNDEN GÜNE ARTACAKTIR...
Bu noktada; Cemal Yurga'nın "20. Yüzyılda Türkiye'de Popüler
Müzikler" isimli çalışmasının arka kapağında yer alan son cümleye
özellikle dikkat çekmek istiyorum: "Müzik
ile ilgili sorunlara öncelikle müzikçilerin el atması gereklidir."( 16
) Geride kalan seksen yılın büyük bölümünde, belki de akademisyen müzikçilerin
azlığından dolayı; müzik ile ilgili sorunlar, "müzikçi" olmayanlar
tarafından ele alındığı için bugün hala "Türk Müzikçi, Batı Müzikçi"
gibi Atatürk'ün de kemiklerini sızlatacak türden anlamsız bir tartışmayı dahi
aşamamış durumdayız. "Müzikçi" terimi, özellikle ilköğretim
okullarında müzik öğretmenlerine bir hitap şekli olarak yerleşmiş olup;
bildirim süresince asıl vurgulamaya çalıştığım çağrı ile birebir örtüşmektedir.
"Okul Zilleri" konusunda en büyük duyarlılığı ilköğretim
okullarımızda fedakarca görev yapan "müzikçi"ler
gösterebilirse, önemli mesafeler katedilebileceğine
inanıyorum. Bir müzik eğitimcisi, akademisyen bir "müzikçi" olarak;
bu önemli sempozyumda emeği geçenlere ve beni dinleme nezaketini gösteren
dinleyicilere teşekkür ediyor; saygılarımı sunuyorum.
NOTLAR
1) Fur
Elise ve 9. Senfoni melodilerinin çok kısa olarak
dinletilmesi
2) Çeşitli okullarda çalınan
okul zili melodilerinin dinletilmesi
3) Capital
Dergisi, Türkiye Profili, Nisan
sayısı eki, s. 39, İstanbul, 1999,
4) Bayram Bilge TOKEL, Bağımıza Gazel Düştü, Akçağ Yayınları,Ankara,2002
5) Nüvit
OSMAY, Düşünce Atlası, Çark Kitabevi Yayınları, Ankara, 1994
6) Alp ÖZEREN'in
kişisel anket çalışmaları, İstanbul, 2003
7) Üstün DÖKMEN, Sanatta ve Günlük Yaşamda, İletişim
Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık,
İstanbul, 1994
8) Beste: Levent ÇOKER; Söz:
Mehtap ALNITEMİZ; Solist: Şebnem PAKE Kaynak: TOKEL, aynı eser, s. 51
9) Bazı gazete ve dergi
haberleri;bu kanıyı güçlendirmek amacıyla sunulacaktır
10)BoyutYayınGrubu,MüzikliDünyaAtlası(MultimedyaAnsiklopedi), Türkiye
Bölümü, Türkiye ve Müzik sayfası,
s. 390, İstanbul, 1998
11) 1970, 1975,1977, 1981
yıllarında İstanbul'da basılmış olan Şemsi YASTIMAN'a
ait çeşitli eserlerde, bu söz, "Türkü anlamak için türkü dinlemek
gerek" şeklinde verilmiş ve Şemsi Yastıman'a ait
olduğu belirtilmiştir.2003 yılında İTÜ, Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda
Sanatta Yeterlik kapsamında, THM Analizi dersinde ise Öğr.
Gör. Cihangir TERZİ tarafından, sözün, metindeki biçimiyle ve Kastamonu'lu Aşık Yorgansız Hakkı Çavuş'a ait olduğu
belirtilmiştir.
12) Milliyet Gazetesi, gazete
haberi, Malatya-DHA, 06.07.2003
13) Refik Ünal, Atatürk'ün
Sevdiği Türküler, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyet'in 50 Yıldönümü
Yayınları, Önsöz, Ankara, 1973
14) Yalnızca kendi çevremde en az onbeş kişi tanıyorum!..
15) Örneğin Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nde,
lisans eğitimi esnasında, "Elektronik Org" dersleri verilmektedir.
16) Cemal YURGA, 20. Yüzyılda
Türkiye'de Popüler Müzikler, Pegem Yayıncılık,
Malatya, 2002