Eğitimde Birliğin ve Sosyal Devletimizin Bitirilişi
Gönderilme zamanı: 26 Eki Prş, 21:42
EĞİTİMDE BİRLİĞİN ve SOSYAL DEVLETİN BİTİRİLİŞİNİ SEYREDİYORUZ!
Mahiye Morgül
Eğitimde 2. Kaos yada 2.Yalan Bombardımanı Dönemi Başladı
(Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı İrfan Erdoğan’ın 21 Ekim 2006 tarihinde Ankara’da Ulusal Eğitim Derneğinde Yaptığı Söyleşi Üzerine)
İrfan Erdoğan kimdir: 1960 Mersin doğumlu. Bandırma’da ortaöğrenimini yatılı okudu. 1985’de Gazi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimlerini bitirdi. New York Columbia üniversitesinde MEB bursuyla 7 yıl mastır ve doktora yaptı; “Eğitim Ekonomisi ve Eğitim Yönetimi” tezi yaptı. Şerif Mardin’in “Genç Osmanlıların Doğuşu” kitabını Türkçe’ye çevirdi.
İstanbul Üniversitesi’nde, Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesinin kurucu dekanlığını yaptı. 13 Mayıs 2006’da Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığına getirildi.
Mayıs 2006 da TTK başkanlığından kendi isteğiyle ayrılan Ziya Selçuk ile onun yerine başkanlığa getirilen İrfan Erdoğan arasında her hangi bir görüş farkı yoktur. İkisi de aynı AKP hükümeti ve aynı YÖK yöneticileri döneminde görev almıştır ve ne hükümetle ne de YÖK Dünya Bankası Dairesiyle (SPAN şirketiyle) aralarında herhangi bir sürtüşme olmamıştır. Ziya Selçuk ile İrfan Erdoğan’a verilen görev özünde aynıdır.
Aralarındaki tek fark, söylemlerinde fark varmış gibi eğitimde yeni bir kaos dönemi başlatmaktır. “Kaos”, yalan bombardımanıyla başlatılma özelliği olan bir kavramdır. Bu yalanların asıl hedefi eğitimi devletin planlamasından, kontrolünden ve sosyal güvencesinden alıp piyasaya tam devretmenin ön adımlarıdır. Halkı piyasa mantığıyla düşündürebilmek, kamuoyunu hazırlamak için yalanlara ihtiyacı vardır, halkın kandırılması gerekir, çünkü sonunda çocuğunun eğitimi için elini cebine atacak olan odur!
Örneğin; yakında ardı ardına çıkacak olan kararlara dikkat ediniz; Talim ve Terbiye Kurulu kendini lağvedecek olan bir kararı 20 güne kadar çıkaracak; ders kitaplarını hazırlama komisyonları tümden kaldırılıyor, çünkü her okul (özel okul) kendi modelini yaratacak (!) olan ders kitaplarını kendisi basabilecektir!
Bu sırada atılan ilk yalan/yanılsatma bombası şudur:
- “Fen ve Anadolu liseleri kastlaşma yaratıyor, bu okullar Cumhuriyetimizin kuruluşuna aykırıdır, kastlaşmaya karşıyız. Veliler ve çocuklarımız sınavlarına hazırlanmaktan bitap düşüyor. Onları bu sıkıntıdan kurtarmak lazımdır”.
Onlara göre, “Sadece parası olanın kastlaşma hakkı olmalıdır”. Yani halk çocuklarının daha iyi eğitiminde yarışarak seçilme yerine, parası olanın yarıştığı, parası en çok olanın en tepede kastlaştığı vahşi kapitalizmin ruhuna uygun KASTLAŞMA getiriliyor.
Yeni yalan/yanılsatma bombalarından biri de “halk” sözcüğüdür, bunu şöyle görüyoruz:
- “Halkın talebi bu yöndedir.”
Burada halk sözcüğü “özel sektör” yerine geçirilmektedir. Üstelik bu talebi de kendileri kamuoyunu bu yönde pompalayarak yaratmaktadırlar; tıpkı reklamlarla bir ürüne yaratılan talep gibi.
1.kaos döneminin yalan bombardımanı hararetli bir Gardner savunucusu olarak ortaya çıkan Ziya Selçuk tarafından Gazi Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olduğu 1990’lı yıllarda başlatıldı. Bu görüşleriyle TTK başkanlığına kadar getirildi. İrfan Erdoğan, “Çoklu zeka kuramı ve öğrenci merkezli eğitim yanlıştır” sözüyle, “Z.Selçuk’un söyledikleri yanlıştı, şimdi benim söylediklerim doğrudur” diyor.
Böylece İ.Erdoğan’la birlikte zihinlerde 2. kaos dönemi başladı. Görünürde doğru söylüyor, ancak 1. kaosun getirdiği sonuçları telafi etmek için hiçbir önerisi yok; tam tersine o yalanların yıktığı müfredatların üzerinde inşa edeceği yeni yapılar önermektedir. Yeni Dünya Düzeninin neoliberal eğitim yapılanmasına giderken bu yalanlara ihtiyacı vardır.
ABD eğitim modelinden kopyalanmış olan bu durum, ABD’nin Irak saldırısıyla benzerlik gösterir. Irak’a saldırı gerekçesinin yalan olduğu ortaya çıkmış, ama o yalana dayanarak bombalarla parçalanmış Irak üzerinde yeni yapılanmalar devam etmektedir, asla Irak’ın birliği üzerine bir değişme yok, üstelik etnik ve dinsel çatışmalar körüklenmektedir. Çünkü, Irak’taki bu kaos ortamı ABD’nin istediği durumdur.
Ziya Selçuk döneminin (eğitimde 1. kaos döneminin) itibarlı “Çoklu Zeka Kuramı”, “Öğrenci Merkezli Eğitim” yaklaşımı bütün bilinen eğitimbilim kurallarını yırttı, toz duman etti. Bu yönde destekleyici makale yazanlar, tez yapanlar eğitim fakültelerinde tırmandırıldı, ödüllendirildi, profesörlük aldı, makam ve itibar sahibi edildi.
Çok acı bir örnek vereceğim; Eskiden aynı okulda birlikte çalıştığım branş arkadaşım o kuramı savunarak, Gardner’den alıntılarla yüksek lisans ve doktora yaptı. Kariyer sahibi oldu, şimdi bir fakültede sınıf öğretmenliği bölüm başkanıdır. Kendisine “bu yanlış bir kuramdır, insanın doğasına aykırıdır” diye çok anlattım (2002,2003,2004), yazılarımı sürekli ona ulaştırdım. Sonunda dostluğumuz birbirimizi kırarak bitti. Bana şunu söyleyebilmişti; “Mahiye abla, siz bu görüşlerinizi önce başkalarına kabul ettirin, o zaman ben de sizden alıntı yaparım.” Bir akademisyenden duyulabilecek en ağır kendini küçültme ifadesiydi bu benim için.
Şimdi yeni TTK başkanının “Çoklu Zeka Kuramı yanlıştır” demesiyle birlikte bunun gibi nice kariyer yapmış akademisyen hangi duruma düşürülmüş oldu? Bunların eğitiminden geçmiş binlerce mezun şu anda öğretmendirler, kendilerinin ve mezunlarının beyinlerindeki bu kaosu nasıl telafi edecekler? Şu anda görev yapmakta olan iş başındaki bu akademisyenlerin tezleri yanlış olarak kabul edilip iptal edilmesi gerekmez mi? Akademik ortamlarda bu nasıl kabullenilecektir?
Kaosun boyutu sadece bir fikir tartışması olmanın ötesinde, ruhları sarsılmış, aşağılanmış öğretim üyelerinin gençlerimize nasıl eğitim vereceği sorunudur kaosun bir diğer boyutu. O kendi derslerinde anlattıkları, “Çatışma yönetimi” kavramıyla örtüşen bir zihinsel kirlilik ortamında bulacaklar kendilerini ve çok yakında akademisyenler arasında bir daha derin çatışmaların yaratıldığına tanık olacağız. İstenen sonuçlardan biri de budur.
Bu akademisyenlerin şimdi “Biz yanlış yaptık” deyip istifa etmeleri en onurlu davranış olacaktır. Ama, bana bir özür borçlu olan arkadaşımdan ilk istifayı beklemek de hakkımdır.
Not: Son günlerde (Ekim 2006) Eğitim Bilimleri Fakültelerindeki kimi doktora öğrencilerinden aldığım e-postalarda benden çoklu zekaya karşı yazılarım istenmekte, bölümlerinde konferans vermem için teklifler gelmektedir. Zihin cimnastiği için ev ödeviniz olsun.
Söyleşide diğer altını çizdiklerimiz:
-“Yeni oluşan ulus devletlerde yukarıdan aşağıya düzenleme yapıldı, eğitim düzenlendi, biçimlendirildi. Bu doğaldı, aradan bir süre geçtikten sonra halkın eğitime sahip çıkması daha iyidir. Özelleştirme halka devretmedir.
Şu anda halk doğru bir şekilde eğitimle ilgilenmiyor. Halk ve aydın aslında eğitime sahip çıkmıyor, eğitime halk yön vermiyor”.
Burada “halk” sözcüğü “piyasa/ sektör” yerine kullanılmaktadır. Tam bir çarpıtma/yanılsatma vardır, kavramın içeriği değiştirilmektedir.
Küreselleşmecilerin getirdiği sosyal devletlerin bitirilme sürecine denk gelen bir yaklaşımdan söz edilmektedir. Şubat 2006 ‘da otopsi yayınlarında basılmış olan“Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma” adlı kitabımda, “Özelleştirme, halkı devletsizleştirmedir” başlığı altında buna açıklık getirmiştim. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, “Okulları yerel yönetimlere devretme hazırlıklarımız tamamlanmıştır” açıklaması üzerine bunu yazmıştım. Bu yasayı Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer geri çevirmişti. Ancak şimdi anlaşılmaktadır ki yeni 5544 sayılı (9 Ekim 2006) yasayla ve TTK’nın aldığı kararlarla Cumhurbaşkanlığı makamı atlanmaktadır.
Devletin resmi kurumlarının üstünde kurulan “üst” kurullara, yani sektöre devrediliyor eğitim. Bu üst(!) kurullarda 5544 sayılı yasa gereği, sektör (patron) temcilcisi, işveren sendikaları konfederasyon temsilcisi, öğretmen sendika temsilcisi, yabancı danışmanlar ve okulun öğretmenlerinden bir branş temsilcisi bulunabilecek
Böylece devlet ders kitapları kalkacak, isteyen özel okul kendi müfredatını yapacak, TTK ders kitapları hazırlama komisyonları tümüyle kaldırılacak, tümüyle lağvedilecek; EĞİTİMDE BİRLİĞİN ve SOSYAL DEVLETİN BİTİRİLİŞİNİ SEYREDİYORUZ!
-“Sınav sisteminin açmazlarından birileri faydalanıyor, çocuğunu Fen ve Anadolu liseleri sınavına sokuyor. Bu yolda ezberler oluştu; “imkan eşittir başarı” ezberi oluştu. Bununla, benim çalışma ortamım iyi değil diyor. Öğretmen de “Ben bu koşullar içinde ders yapamam” diyor. Oysa kalabalık sınıflarda da ders yapılabilir.”
İ.Erdoğan, üniversitede çok büyük bir amfide ders yapabildiğini örnek verdi. Bunu ilkokul sınıflarını düşünmeden konuşmuştur. Öğretmenin çalışma koşullarını iyileştirmeyi düşünmediği anlaşılıyor.
--“Öğrenci merkezli eğitim yanlıştır.”
Evet, yanlıştır. Peki bu ifade neden Ziya Selçuk döneminde, “çocuk bireydir, almak istemiyorsa ona zorla bilgi verilmez” gibi bir yaklaşımla öğretmen sınıfta aciz konuma düşürülmüştü? Çünkü öğretmeni, kendi bilgisini de öğretemez konumda tutmak gerekiyordu. Veli çocuğunun bu başıboşluğundan memnun kalmasın ki; şimdi, “model okullar” dediği özel müfredatlı ve daha disiplinli eğitim veren okullarda çocuğunu okutmak isteyen veli bu okulları tercih etsin, üstüne para versin. Bu nedenledir ki, son yıllarda devlet okullarında ehliyetsiz öğretmen ve idarecilere eğitim-öğretim-yönetim teslim edilmektedir.
Bu süreci KİT’lerde yaşanan sürece benzetebiliriz; önce ehliyetsiz yöneticileri oralara yerleştirmek, fabrikaya teknik yenileme desteğini kesmek, kaliteyi düşürmek ve bunları zarar ediyor gerekçesi yaratarak piyasaya devretmek, bu sırada medyada KİT ürünlerine reklam almamak, piyasa daha iyisini yapar reklamlarıyla KİT’leri itibarsızlaştırarak bitirmek sürecini yaşadık, gördük. Şimdi devlet okullarını bitirmeye sıra gelmiştir.
-“Sokrates çoklu zekacımıydı? İnsan zekası sınırsızdır. Ne kadar çok bilgi yüklersen damarlarda o kadar çok bilgi akar, zeka o kadar çok gelişir. Az olan iyidir demek yanlıştır.”
Bu ifade doğrudur. Fakat neden Z.Selçuk döneminde “Az olan iyidir” diyerek bütün müfredatlar hafifletildi de şimdi neden tam tersi söylemektedir? Çünkü, bilgiyi parayla satmaya sıra gelmiştir, “zekasını geliştirmek isteyen bilgi satın almak için ne kadar çok para harcarsa o kadar iyidir” demeye sıra gelmiştir. Benzetecek olursak; tarımı çökertip, halkı aç bıraktıktan sonra tarım ürünlerini dışardan parayla satın almaya insanları zorlamak gibi.
“Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma” kitabımda ailelere şöyle bir önerim vardı, “Eski ders kitaplarını atmayın, bunlara bir gün ihtiyacınız olacak.”
Önceki yıl yayınevlerinden kitap satın alan MEB bedava kitap dağıtıyor, sene sonunda toplayıp çöpe atıyor, ertesi sene yeniden yayınevlerinden kitapları satın alıyor bedava dağıtıyordu, anımsayalım (2003-2004-2005). Bütün eski müfredata göre yazılmış oldukça iyi hazırlanmış ders kitaplarını tümden yok etmeyi hedeflediği anlaşılıyordu. Çünkü 2005-2006 ders yılında “az olan iyidir” anlayışıyla yayınevlerine hazırlattığı içi boş kitapları dağıttı okullara.
Şimdi bu yayınevleri iflasın eşiğindedir, tüm kitapları ellerinde kalacaktır. Çünkü, sıra gelmiştir her okulun kendi müfredatını hazırlamasına ve kendi ders kitabını yazmasına. İ.Erdoğan’ın konuşmasındaki “ABD’deki gibi kendi ekolünü oluşturmalı okullar” söyleminin karşılığını burada görüyoruz; çocuğunu daha çok bilgi veren okulda okutmak isteyen aile bunun için para vermelidir! Görüldüğü gibi burada, hiç kastlaşmadan söz etmeden, açıkça bir “çok paralı seçkin eğitimli kast/grup” yaratma amacı vardır.
-“Üniversitede, Felsefe bölümüne giren bir öğrenci 1.sınıfta kendini filozof zanneder. 2.sınıfta kendine “Ben acaba filozof muyum?” der. 3.sınıfta “Felsefeyi acaba ne kadar biliyorum?” der. Son sınıfta BEN BİR HİÇİM der.”
Bu fıkra gibi anlatım bize Ziya Selçuk’un çocukları aşağılayan bir başka benzetmesini anımsattı. Belli ki, burada son sınıfa gelen öğrenci daha fazla bilgiye ihtiyaç duyar, öğrendikçe öğrenme merakı artar demek istiyor. Ancak bunu böyle aşağılayarak anlatmak ancak Amerikan eğitiminden geçmiş birisinin yapacağı iştir. Demek ki İ.Erdoğan bizim paramızla 7 yıl mastır doktora yaptığı Columbia Üniversitesinde bunu öğrenmiş.
Bir eğitimci eğitim verdiği çocuğun burnunu siler ama ona “Ne pis çocuksun” asla demez. “Şimdi temiz çocuk oldun bak” der, bunu onu yüceltmek için yapar.
İrfan Erdoğan eğitimin bu temel bilgisinden yoksun görünmektedir. “Ben bir hiçim” demek insanoğlunun intihar noktasına geldiğinde kullandığı bir ifadedir. Bir eğitimciye, insana hiçlik noktasında bir benzetme yapmak asla yakışmaz.
Ziya Selçuk bir konuşmasında (age. Bunu da anlatmıştım) çocukları aşağılayan bir benzetme yapmıştı. “Bir gemide 20 koyun, 15 kedi var, kaptanın yaşı kaç? Bu soruya doğru yanıt veremeyen çocuk istemiyoruz” demişti. Burada bir matematik sorusu yoktur, bir şaka vardır. Çocuğu aptal yerine koyan bir şakadır bu, bir eğitimcinin soracağı soru değildir.
Bu iki hazin fıkra(!) arasındaki benzerlik bize Ziya Selçuk gibi birisinin Türk Milli Eğitiminin başına geldiğini göstermektedir.
-“Orta öğretimdeki farklılaşma bizi iyi bir yere götürmedi. Yatılılık mesela. Eğitim bizde eşitli ve adaletlidir. Örneği dünyada yok. Batıda seçkinler kastlar oluşturmuş, kendi yatılı okulları var. Anadolu liseleri bu açıdan halkçı (sektörcü demek istiyor M.M.) değildir, devamı ve hedefi olmayan okuldur, iddiaları yoktur. Birbirine benzeyen okullar zinciri var, bu yanlıştır. Ekol oluşturulmamış.
Şimdiki sınav sistemindeki sıkışmadan oraya gidiliyor. On tane seçkin liseniz olur, onu eğitirsiniz.”
Burada anlatılmak istenen gayet açıktır, hiçbir yoruma gerek kalmayacak şekilde sosyal adaletli eğitim sistemimizden şikayetçidir TTK başkanı. Her çocuğun eşit olarak girebildiği yatılı Fen ve Anadolu liselerini sosyal devlet şemsiyesinden çıkartıp nereye varacaklarını açıkça söylemektedir.
Devletimizin parasız yatılı okullarında (Orta ve liseyi Bandırma’da yatılı okumuş) ve ABD’de yine devletin parasıyla okuyarak buralara gelmiş Mersinli İ.Erdoğan, bu gün devletin kendisine ve herkese eşit eğitim vermesinden şikayetçidir ve bunu değiştirmek üzere iş başındadır.
Açıkça görülmektedir ki Türkiye Cumhuriyeti Devletine, onun SOSYAL niteliğine kendi evlatları tarafından kastedilmektedir.
Sorulardan bazıları ve yanıtları:
Soru: Tek dersle üniversitede okumak olacak mı? (M.Morgül)
Yanıt: Talep varsa her şey olur. Talep bu yöndedir.
Soru: Sizin söyledikleriniz SPAN Şirketinin belgesindeki yapılacak işler listesinde aynen var. SPAN şirketiyle ilişkinizi hangi düzeyde sürdürmektesiniz? (M.Morgül)
Yanıt: Ben bildiğim doğruları yaparım. Hangi şirket olursa olsun bizi bağlamaz.
Soru: İngilizce eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz? (Z.Sarıhan)
Yanıt: Hazırlık sınıfları kaldırılınca İngilizce eğitimde geri gidildi. Dışarıda en az İngilizce konuşabilen biziz. Erken yabancı dil eğitimi önemli. Hazırlıkta İngilizce okutan Üniversitelerde bile yeterli eğitim verilmemektedir. (Alaylı bir yanıttı.M.M.)
Soru: Bebekler için İngilizce ninni kaseti çıkartıldı, ne diyorsunuz? (Dr.Leziz Onaran)
Yanıt: Ana okulundan itibaren iyi bir İngilizce eğitimi gerekir. Kasetler bu işi abartmışlar.
Soru: Taraf olmak dediniz. Avusturya’da öğretmenim; “Krallık devrinde öğretmenlik yaptım, öğrencilerim meşrutiyetçi oldular, meşrutiyet devrinde öğretmenlik yaptım öğrencilerim cumhuriyetçi oldular, cumhuriyet devrinde öğretmenlik yaptım öğrencilerim sosyalist oldular” demişti. Sizin öğretmen yetiştirme anlayışınız nedir? Arkeoloji mezunlarını öğretmen yapıyorsunuz. Ziraat mezunları tarım toplumunda nasıl işsiz olur? Tarım-Veteriner ara elemanı yetiştiren liseler yok oldu, ara elemanı nasıl yetiştireceksiniz? (Hidayet Telli, Sanat Eğitimcisi, 81 yaş.)
Yanıt: Bunları da halledeceğiz gibi bir yanıtı vardı. Ne dediği tam olarak anlaşılamadı. (M.M.)
Soru: Müfredat değişikliklerini düzeltecek misiniz? (Nusret Kebapçı)
Yanıt: Biz birikimimizle bunu aşarız diyemiyorum, beni aşar.
Sorulacak sorulardan biri de şu olabilirdi: “7 yıl MEB bursuyla NewYork’ta kaldınız. Bu para ancak pansiyonda kalacak paradır. 7 yıl pansiyonda mı yoksa bir dairede mi oturdunuz?”
Bu sorunun yanıtı NewYork Türk Öğrenci İşlerinden de öğrenilebilir. Bilinmektedir ki, NewYork’a çok kısıtlı MEB bursuyla giden öğrencilere 3 ay sonra Fethullahçılar tarafından dayalı döşeli bilgisayarlı konforlu daireler teklif edilmekte, hatta bu teklife hayır demeyecek olanlar oraya gönderilmektedir.
25.10.2006
Mahiye Morgül
Eğitimde 2. Kaos yada 2.Yalan Bombardımanı Dönemi Başladı
(Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı İrfan Erdoğan’ın 21 Ekim 2006 tarihinde Ankara’da Ulusal Eğitim Derneğinde Yaptığı Söyleşi Üzerine)
İrfan Erdoğan kimdir: 1960 Mersin doğumlu. Bandırma’da ortaöğrenimini yatılı okudu. 1985’de Gazi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimlerini bitirdi. New York Columbia üniversitesinde MEB bursuyla 7 yıl mastır ve doktora yaptı; “Eğitim Ekonomisi ve Eğitim Yönetimi” tezi yaptı. Şerif Mardin’in “Genç Osmanlıların Doğuşu” kitabını Türkçe’ye çevirdi.
İstanbul Üniversitesi’nde, Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesinin kurucu dekanlığını yaptı. 13 Mayıs 2006’da Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığına getirildi.
Mayıs 2006 da TTK başkanlığından kendi isteğiyle ayrılan Ziya Selçuk ile onun yerine başkanlığa getirilen İrfan Erdoğan arasında her hangi bir görüş farkı yoktur. İkisi de aynı AKP hükümeti ve aynı YÖK yöneticileri döneminde görev almıştır ve ne hükümetle ne de YÖK Dünya Bankası Dairesiyle (SPAN şirketiyle) aralarında herhangi bir sürtüşme olmamıştır. Ziya Selçuk ile İrfan Erdoğan’a verilen görev özünde aynıdır.
Aralarındaki tek fark, söylemlerinde fark varmış gibi eğitimde yeni bir kaos dönemi başlatmaktır. “Kaos”, yalan bombardımanıyla başlatılma özelliği olan bir kavramdır. Bu yalanların asıl hedefi eğitimi devletin planlamasından, kontrolünden ve sosyal güvencesinden alıp piyasaya tam devretmenin ön adımlarıdır. Halkı piyasa mantığıyla düşündürebilmek, kamuoyunu hazırlamak için yalanlara ihtiyacı vardır, halkın kandırılması gerekir, çünkü sonunda çocuğunun eğitimi için elini cebine atacak olan odur!
Örneğin; yakında ardı ardına çıkacak olan kararlara dikkat ediniz; Talim ve Terbiye Kurulu kendini lağvedecek olan bir kararı 20 güne kadar çıkaracak; ders kitaplarını hazırlama komisyonları tümden kaldırılıyor, çünkü her okul (özel okul) kendi modelini yaratacak (!) olan ders kitaplarını kendisi basabilecektir!
Bu sırada atılan ilk yalan/yanılsatma bombası şudur:
- “Fen ve Anadolu liseleri kastlaşma yaratıyor, bu okullar Cumhuriyetimizin kuruluşuna aykırıdır, kastlaşmaya karşıyız. Veliler ve çocuklarımız sınavlarına hazırlanmaktan bitap düşüyor. Onları bu sıkıntıdan kurtarmak lazımdır”.
Onlara göre, “Sadece parası olanın kastlaşma hakkı olmalıdır”. Yani halk çocuklarının daha iyi eğitiminde yarışarak seçilme yerine, parası olanın yarıştığı, parası en çok olanın en tepede kastlaştığı vahşi kapitalizmin ruhuna uygun KASTLAŞMA getiriliyor.
Yeni yalan/yanılsatma bombalarından biri de “halk” sözcüğüdür, bunu şöyle görüyoruz:
- “Halkın talebi bu yöndedir.”
Burada halk sözcüğü “özel sektör” yerine geçirilmektedir. Üstelik bu talebi de kendileri kamuoyunu bu yönde pompalayarak yaratmaktadırlar; tıpkı reklamlarla bir ürüne yaratılan talep gibi.
1.kaos döneminin yalan bombardımanı hararetli bir Gardner savunucusu olarak ortaya çıkan Ziya Selçuk tarafından Gazi Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olduğu 1990’lı yıllarda başlatıldı. Bu görüşleriyle TTK başkanlığına kadar getirildi. İrfan Erdoğan, “Çoklu zeka kuramı ve öğrenci merkezli eğitim yanlıştır” sözüyle, “Z.Selçuk’un söyledikleri yanlıştı, şimdi benim söylediklerim doğrudur” diyor.
Böylece İ.Erdoğan’la birlikte zihinlerde 2. kaos dönemi başladı. Görünürde doğru söylüyor, ancak 1. kaosun getirdiği sonuçları telafi etmek için hiçbir önerisi yok; tam tersine o yalanların yıktığı müfredatların üzerinde inşa edeceği yeni yapılar önermektedir. Yeni Dünya Düzeninin neoliberal eğitim yapılanmasına giderken bu yalanlara ihtiyacı vardır.
ABD eğitim modelinden kopyalanmış olan bu durum, ABD’nin Irak saldırısıyla benzerlik gösterir. Irak’a saldırı gerekçesinin yalan olduğu ortaya çıkmış, ama o yalana dayanarak bombalarla parçalanmış Irak üzerinde yeni yapılanmalar devam etmektedir, asla Irak’ın birliği üzerine bir değişme yok, üstelik etnik ve dinsel çatışmalar körüklenmektedir. Çünkü, Irak’taki bu kaos ortamı ABD’nin istediği durumdur.
Ziya Selçuk döneminin (eğitimde 1. kaos döneminin) itibarlı “Çoklu Zeka Kuramı”, “Öğrenci Merkezli Eğitim” yaklaşımı bütün bilinen eğitimbilim kurallarını yırttı, toz duman etti. Bu yönde destekleyici makale yazanlar, tez yapanlar eğitim fakültelerinde tırmandırıldı, ödüllendirildi, profesörlük aldı, makam ve itibar sahibi edildi.
Çok acı bir örnek vereceğim; Eskiden aynı okulda birlikte çalıştığım branş arkadaşım o kuramı savunarak, Gardner’den alıntılarla yüksek lisans ve doktora yaptı. Kariyer sahibi oldu, şimdi bir fakültede sınıf öğretmenliği bölüm başkanıdır. Kendisine “bu yanlış bir kuramdır, insanın doğasına aykırıdır” diye çok anlattım (2002,2003,2004), yazılarımı sürekli ona ulaştırdım. Sonunda dostluğumuz birbirimizi kırarak bitti. Bana şunu söyleyebilmişti; “Mahiye abla, siz bu görüşlerinizi önce başkalarına kabul ettirin, o zaman ben de sizden alıntı yaparım.” Bir akademisyenden duyulabilecek en ağır kendini küçültme ifadesiydi bu benim için.
Şimdi yeni TTK başkanının “Çoklu Zeka Kuramı yanlıştır” demesiyle birlikte bunun gibi nice kariyer yapmış akademisyen hangi duruma düşürülmüş oldu? Bunların eğitiminden geçmiş binlerce mezun şu anda öğretmendirler, kendilerinin ve mezunlarının beyinlerindeki bu kaosu nasıl telafi edecekler? Şu anda görev yapmakta olan iş başındaki bu akademisyenlerin tezleri yanlış olarak kabul edilip iptal edilmesi gerekmez mi? Akademik ortamlarda bu nasıl kabullenilecektir?
Kaosun boyutu sadece bir fikir tartışması olmanın ötesinde, ruhları sarsılmış, aşağılanmış öğretim üyelerinin gençlerimize nasıl eğitim vereceği sorunudur kaosun bir diğer boyutu. O kendi derslerinde anlattıkları, “Çatışma yönetimi” kavramıyla örtüşen bir zihinsel kirlilik ortamında bulacaklar kendilerini ve çok yakında akademisyenler arasında bir daha derin çatışmaların yaratıldığına tanık olacağız. İstenen sonuçlardan biri de budur.
Bu akademisyenlerin şimdi “Biz yanlış yaptık” deyip istifa etmeleri en onurlu davranış olacaktır. Ama, bana bir özür borçlu olan arkadaşımdan ilk istifayı beklemek de hakkımdır.
Not: Son günlerde (Ekim 2006) Eğitim Bilimleri Fakültelerindeki kimi doktora öğrencilerinden aldığım e-postalarda benden çoklu zekaya karşı yazılarım istenmekte, bölümlerinde konferans vermem için teklifler gelmektedir. Zihin cimnastiği için ev ödeviniz olsun.
Söyleşide diğer altını çizdiklerimiz:
-“Yeni oluşan ulus devletlerde yukarıdan aşağıya düzenleme yapıldı, eğitim düzenlendi, biçimlendirildi. Bu doğaldı, aradan bir süre geçtikten sonra halkın eğitime sahip çıkması daha iyidir. Özelleştirme halka devretmedir.
Şu anda halk doğru bir şekilde eğitimle ilgilenmiyor. Halk ve aydın aslında eğitime sahip çıkmıyor, eğitime halk yön vermiyor”.
Burada “halk” sözcüğü “piyasa/ sektör” yerine kullanılmaktadır. Tam bir çarpıtma/yanılsatma vardır, kavramın içeriği değiştirilmektedir.
Küreselleşmecilerin getirdiği sosyal devletlerin bitirilme sürecine denk gelen bir yaklaşımdan söz edilmektedir. Şubat 2006 ‘da otopsi yayınlarında basılmış olan“Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma” adlı kitabımda, “Özelleştirme, halkı devletsizleştirmedir” başlığı altında buna açıklık getirmiştim. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, “Okulları yerel yönetimlere devretme hazırlıklarımız tamamlanmıştır” açıklaması üzerine bunu yazmıştım. Bu yasayı Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer geri çevirmişti. Ancak şimdi anlaşılmaktadır ki yeni 5544 sayılı (9 Ekim 2006) yasayla ve TTK’nın aldığı kararlarla Cumhurbaşkanlığı makamı atlanmaktadır.
Devletin resmi kurumlarının üstünde kurulan “üst” kurullara, yani sektöre devrediliyor eğitim. Bu üst(!) kurullarda 5544 sayılı yasa gereği, sektör (patron) temcilcisi, işveren sendikaları konfederasyon temsilcisi, öğretmen sendika temsilcisi, yabancı danışmanlar ve okulun öğretmenlerinden bir branş temsilcisi bulunabilecek
Böylece devlet ders kitapları kalkacak, isteyen özel okul kendi müfredatını yapacak, TTK ders kitapları hazırlama komisyonları tümüyle kaldırılacak, tümüyle lağvedilecek; EĞİTİMDE BİRLİĞİN ve SOSYAL DEVLETİN BİTİRİLİŞİNİ SEYREDİYORUZ!
-“Sınav sisteminin açmazlarından birileri faydalanıyor, çocuğunu Fen ve Anadolu liseleri sınavına sokuyor. Bu yolda ezberler oluştu; “imkan eşittir başarı” ezberi oluştu. Bununla, benim çalışma ortamım iyi değil diyor. Öğretmen de “Ben bu koşullar içinde ders yapamam” diyor. Oysa kalabalık sınıflarda da ders yapılabilir.”
İ.Erdoğan, üniversitede çok büyük bir amfide ders yapabildiğini örnek verdi. Bunu ilkokul sınıflarını düşünmeden konuşmuştur. Öğretmenin çalışma koşullarını iyileştirmeyi düşünmediği anlaşılıyor.
--“Öğrenci merkezli eğitim yanlıştır.”
Evet, yanlıştır. Peki bu ifade neden Ziya Selçuk döneminde, “çocuk bireydir, almak istemiyorsa ona zorla bilgi verilmez” gibi bir yaklaşımla öğretmen sınıfta aciz konuma düşürülmüştü? Çünkü öğretmeni, kendi bilgisini de öğretemez konumda tutmak gerekiyordu. Veli çocuğunun bu başıboşluğundan memnun kalmasın ki; şimdi, “model okullar” dediği özel müfredatlı ve daha disiplinli eğitim veren okullarda çocuğunu okutmak isteyen veli bu okulları tercih etsin, üstüne para versin. Bu nedenledir ki, son yıllarda devlet okullarında ehliyetsiz öğretmen ve idarecilere eğitim-öğretim-yönetim teslim edilmektedir.
Bu süreci KİT’lerde yaşanan sürece benzetebiliriz; önce ehliyetsiz yöneticileri oralara yerleştirmek, fabrikaya teknik yenileme desteğini kesmek, kaliteyi düşürmek ve bunları zarar ediyor gerekçesi yaratarak piyasaya devretmek, bu sırada medyada KİT ürünlerine reklam almamak, piyasa daha iyisini yapar reklamlarıyla KİT’leri itibarsızlaştırarak bitirmek sürecini yaşadık, gördük. Şimdi devlet okullarını bitirmeye sıra gelmiştir.
-“Sokrates çoklu zekacımıydı? İnsan zekası sınırsızdır. Ne kadar çok bilgi yüklersen damarlarda o kadar çok bilgi akar, zeka o kadar çok gelişir. Az olan iyidir demek yanlıştır.”
Bu ifade doğrudur. Fakat neden Z.Selçuk döneminde “Az olan iyidir” diyerek bütün müfredatlar hafifletildi de şimdi neden tam tersi söylemektedir? Çünkü, bilgiyi parayla satmaya sıra gelmiştir, “zekasını geliştirmek isteyen bilgi satın almak için ne kadar çok para harcarsa o kadar iyidir” demeye sıra gelmiştir. Benzetecek olursak; tarımı çökertip, halkı aç bıraktıktan sonra tarım ürünlerini dışardan parayla satın almaya insanları zorlamak gibi.
“Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma” kitabımda ailelere şöyle bir önerim vardı, “Eski ders kitaplarını atmayın, bunlara bir gün ihtiyacınız olacak.”
Önceki yıl yayınevlerinden kitap satın alan MEB bedava kitap dağıtıyor, sene sonunda toplayıp çöpe atıyor, ertesi sene yeniden yayınevlerinden kitapları satın alıyor bedava dağıtıyordu, anımsayalım (2003-2004-2005). Bütün eski müfredata göre yazılmış oldukça iyi hazırlanmış ders kitaplarını tümden yok etmeyi hedeflediği anlaşılıyordu. Çünkü 2005-2006 ders yılında “az olan iyidir” anlayışıyla yayınevlerine hazırlattığı içi boş kitapları dağıttı okullara.
Şimdi bu yayınevleri iflasın eşiğindedir, tüm kitapları ellerinde kalacaktır. Çünkü, sıra gelmiştir her okulun kendi müfredatını hazırlamasına ve kendi ders kitabını yazmasına. İ.Erdoğan’ın konuşmasındaki “ABD’deki gibi kendi ekolünü oluşturmalı okullar” söyleminin karşılığını burada görüyoruz; çocuğunu daha çok bilgi veren okulda okutmak isteyen aile bunun için para vermelidir! Görüldüğü gibi burada, hiç kastlaşmadan söz etmeden, açıkça bir “çok paralı seçkin eğitimli kast/grup” yaratma amacı vardır.
-“Üniversitede, Felsefe bölümüne giren bir öğrenci 1.sınıfta kendini filozof zanneder. 2.sınıfta kendine “Ben acaba filozof muyum?” der. 3.sınıfta “Felsefeyi acaba ne kadar biliyorum?” der. Son sınıfta BEN BİR HİÇİM der.”
Bu fıkra gibi anlatım bize Ziya Selçuk’un çocukları aşağılayan bir başka benzetmesini anımsattı. Belli ki, burada son sınıfa gelen öğrenci daha fazla bilgiye ihtiyaç duyar, öğrendikçe öğrenme merakı artar demek istiyor. Ancak bunu böyle aşağılayarak anlatmak ancak Amerikan eğitiminden geçmiş birisinin yapacağı iştir. Demek ki İ.Erdoğan bizim paramızla 7 yıl mastır doktora yaptığı Columbia Üniversitesinde bunu öğrenmiş.
Bir eğitimci eğitim verdiği çocuğun burnunu siler ama ona “Ne pis çocuksun” asla demez. “Şimdi temiz çocuk oldun bak” der, bunu onu yüceltmek için yapar.
İrfan Erdoğan eğitimin bu temel bilgisinden yoksun görünmektedir. “Ben bir hiçim” demek insanoğlunun intihar noktasına geldiğinde kullandığı bir ifadedir. Bir eğitimciye, insana hiçlik noktasında bir benzetme yapmak asla yakışmaz.
Ziya Selçuk bir konuşmasında (age. Bunu da anlatmıştım) çocukları aşağılayan bir benzetme yapmıştı. “Bir gemide 20 koyun, 15 kedi var, kaptanın yaşı kaç? Bu soruya doğru yanıt veremeyen çocuk istemiyoruz” demişti. Burada bir matematik sorusu yoktur, bir şaka vardır. Çocuğu aptal yerine koyan bir şakadır bu, bir eğitimcinin soracağı soru değildir.
Bu iki hazin fıkra(!) arasındaki benzerlik bize Ziya Selçuk gibi birisinin Türk Milli Eğitiminin başına geldiğini göstermektedir.
-“Orta öğretimdeki farklılaşma bizi iyi bir yere götürmedi. Yatılılık mesela. Eğitim bizde eşitli ve adaletlidir. Örneği dünyada yok. Batıda seçkinler kastlar oluşturmuş, kendi yatılı okulları var. Anadolu liseleri bu açıdan halkçı (sektörcü demek istiyor M.M.) değildir, devamı ve hedefi olmayan okuldur, iddiaları yoktur. Birbirine benzeyen okullar zinciri var, bu yanlıştır. Ekol oluşturulmamış.
Şimdiki sınav sistemindeki sıkışmadan oraya gidiliyor. On tane seçkin liseniz olur, onu eğitirsiniz.”
Burada anlatılmak istenen gayet açıktır, hiçbir yoruma gerek kalmayacak şekilde sosyal adaletli eğitim sistemimizden şikayetçidir TTK başkanı. Her çocuğun eşit olarak girebildiği yatılı Fen ve Anadolu liselerini sosyal devlet şemsiyesinden çıkartıp nereye varacaklarını açıkça söylemektedir.
Devletimizin parasız yatılı okullarında (Orta ve liseyi Bandırma’da yatılı okumuş) ve ABD’de yine devletin parasıyla okuyarak buralara gelmiş Mersinli İ.Erdoğan, bu gün devletin kendisine ve herkese eşit eğitim vermesinden şikayetçidir ve bunu değiştirmek üzere iş başındadır.
Açıkça görülmektedir ki Türkiye Cumhuriyeti Devletine, onun SOSYAL niteliğine kendi evlatları tarafından kastedilmektedir.
Sorulardan bazıları ve yanıtları:
Soru: Tek dersle üniversitede okumak olacak mı? (M.Morgül)
Yanıt: Talep varsa her şey olur. Talep bu yöndedir.
Soru: Sizin söyledikleriniz SPAN Şirketinin belgesindeki yapılacak işler listesinde aynen var. SPAN şirketiyle ilişkinizi hangi düzeyde sürdürmektesiniz? (M.Morgül)
Yanıt: Ben bildiğim doğruları yaparım. Hangi şirket olursa olsun bizi bağlamaz.
Soru: İngilizce eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz? (Z.Sarıhan)
Yanıt: Hazırlık sınıfları kaldırılınca İngilizce eğitimde geri gidildi. Dışarıda en az İngilizce konuşabilen biziz. Erken yabancı dil eğitimi önemli. Hazırlıkta İngilizce okutan Üniversitelerde bile yeterli eğitim verilmemektedir. (Alaylı bir yanıttı.M.M.)
Soru: Bebekler için İngilizce ninni kaseti çıkartıldı, ne diyorsunuz? (Dr.Leziz Onaran)
Yanıt: Ana okulundan itibaren iyi bir İngilizce eğitimi gerekir. Kasetler bu işi abartmışlar.
Soru: Taraf olmak dediniz. Avusturya’da öğretmenim; “Krallık devrinde öğretmenlik yaptım, öğrencilerim meşrutiyetçi oldular, meşrutiyet devrinde öğretmenlik yaptım öğrencilerim cumhuriyetçi oldular, cumhuriyet devrinde öğretmenlik yaptım öğrencilerim sosyalist oldular” demişti. Sizin öğretmen yetiştirme anlayışınız nedir? Arkeoloji mezunlarını öğretmen yapıyorsunuz. Ziraat mezunları tarım toplumunda nasıl işsiz olur? Tarım-Veteriner ara elemanı yetiştiren liseler yok oldu, ara elemanı nasıl yetiştireceksiniz? (Hidayet Telli, Sanat Eğitimcisi, 81 yaş.)
Yanıt: Bunları da halledeceğiz gibi bir yanıtı vardı. Ne dediği tam olarak anlaşılamadı. (M.M.)
Soru: Müfredat değişikliklerini düzeltecek misiniz? (Nusret Kebapçı)
Yanıt: Biz birikimimizle bunu aşarız diyemiyorum, beni aşar.
Sorulacak sorulardan biri de şu olabilirdi: “7 yıl MEB bursuyla NewYork’ta kaldınız. Bu para ancak pansiyonda kalacak paradır. 7 yıl pansiyonda mı yoksa bir dairede mi oturdunuz?”
Bu sorunun yanıtı NewYork Türk Öğrenci İşlerinden de öğrenilebilir. Bilinmektedir ki, NewYork’a çok kısıtlı MEB bursuyla giden öğrencilere 3 ay sonra Fethullahçılar tarafından dayalı döşeli bilgisayarlı konforlu daireler teklif edilmekte, hatta bu teklife hayır demeyecek olanlar oraya gönderilmektedir.
25.10.2006