1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Cocuklar Gözbebeğimizdir Geleceğimizdir

Gönderilme zamanı: 09 Nis Pzr, 23:09
gönderen mahiye
M.Morgül 9.4.2006

Çocuklarımız Geleceğimiz, Gözbebeğimizdir.
Çocuklarımız birbirine saldırıyorsa onlara değil kendimize ayna tutmalıyız. Çocuk, yetişkinleri taklit ederek büyür, hayatı onlardan öğrenir.
Onlara sunduğumuz modellere bakalım, kendimize bakalım. Eğitimden sorumlu programlayıcıların önümüze koyduğu modele bakalım. Bireyleştir, yalnızlaştır felsefesiyle gelen bu eğitim modelinin sonunda saldırgan kavgacı çocuklar yetişir. Ortak bir fikrin etrafında birleşemeyen çocuklardır istedikleri.
Getirilen model bizim toplumumuza uygun değildir. Nedir bizim geleneksel çocuk terbiyemiz, geri dönüp bir anımsayalım. Çocuğu eskiden nasıl algılıyorduk?
Kendi çocukluğuma dönerek anlatmaya çalışayım.
Komşu çocuklarıyla bahçelerde kapı önlerinde oynardık. Komşunun evinde yemek yenirken, kendi çocuklarını sofraya oturttuklarında biz de o sofraya oturtulurduk. Biraz nazlansak da ısrar edilir karnımız doyurulurdu. Bunun bir de adı vardı; “çocuk yemek yemeyi komşunun evinde öğrenir”.
Oyunu bölmek istemiyorsak, ekmek arası bir dürüm elimize verilir, yiyerek oyuna devam ederdik. Bir kap yemek de evde yaşlımız varsa ona gönderilirdi. Eğer pilekiden (kömür ateşinin altında büyükçe bir kap içinde pişen) mısır ekmeği yeni çıkarılmışsa bir parçası kopartılır, bize verilir, evimize götürmemiz istenirdi; sıcacık ekmek elimizi yakardı, komşu teyzemizin sıcacık yüreğini avuçlarımızda duyardık. Tüm komşularımız annemizin bacısı, “teyzemiz” idi. (Batıda teyze kavramı yoktur)
Susadığımız anda her komşunun evinde su içebilir, her bahçenin kuyusundan su çekebilirdik. Su, bütün komşularda ortak kullanımdaydı.
Meyveler hepimizindi, uzanabildiğimiz dallar bizimdi. Bir dut ağacının altında komşular birleşir, herkesin ucundan tutuğu ağın içinde toplanan duttan komşu payları verilirdi. Yere dökülenlerini kuşlar gibi hep birlikte yerdik.
Bu örnekler toplumsal dayanışma ve paylaşma geleneğimizin çocuklar boyutuna örnektir ve kuşkusuz çoğaltılabilir.
Böyle bir çocuk-toplum ilişkisi Asya ve Afrika toplumlarına hastır. Afrika’da bir kabilede doğan çocuk tüm kabilenin ortak çocuğu olarak algılanır, elbirliğiyle büyütülür. Bu durum eski Türk obalarında aynen karşımıza çıkar; çocuk obanın geleceğidir, devamıdır, ata kültürünü yaşatacak olandır ve “Atalar Kültü” olarak tanımlanır.
Çok eskilerde kaldı sandığımız bu anlayışı, bugün köy ve kasabalarımızda, çok katlı binaların henüz insanları betonlara hapsetmediği yerleşim yerlerinde yaşatmaktayız. Yayla kültürünün devam ettiği yerlerdeyse bu gelenek aynen devam etmektedir.
Şimdi birileri batının çocuğu dışlayan anlayışını çağdaşlıkmış gibi içselleştirmemizi istiyor, gazetesiyle, televizyonuyla, eğitim programlarıyla, her şeyiyle çocuklarımız bizden kopartılıyor. Çocuklarımız bizden alınıp kovboy /silahlı sığır çobanı kültürüne çekiliyor.
Konferanslarımda bana soruyorlar, “Amerikan eğitim modeli dediğiniz parçalanmış zeka kuramı neden bize uygun bir model değildir?”
Özeti işte bu; biz çocuklarımızı geleceğimiz olarak görürüz, çocuğu tarif ederken “gözbebeğimiz” deriz, ölene kadar gözümüz onların üzerinde olur. Batının bireyci kültüründe böyle bir tanım yoktur. Eski bir deyimle, “tohumuna para vermediler”, sömürgelerinden devşiriyorlar. Çocuğu, üzerinden para kazanılacak bir araç olarak görüyorlar. İşte çatışma bu noktada yaşanmaktadır ve bizim geleneksel yaklaşımımız doğrusudur; biz toplumcu bir geleneğe sahibiz.
Şimdi bahar başladı, dallar meyveye durmaya başladı. Okurlarıma bir öğüdüm var; meyveler çocuklar içindir, bırakın çocuklar uzansın dallarına, onlara hırsız demeyin, onlar sadece karnı acıkınca yiyor ve en fazla kaç tane yiyebilirler ki!
Çocuklarımız, bizim çocuklarımız. Onlar geleceğimiz gözbebeklerimizdir!
Komşu çocuklarını kendi çocuğunuzdan ayırmadan yaşayın. Bahçenizde meyve ağacı yoksa, pazardan dönerken meyveyi bir kilo fazla alın, kapınızın önünde oynayan çocuklara dağıtın. Gözlerindeki sevgiyi görmenize değer!

İzmir konferansım 22 Nisan Cumartesi Güzelyalı Kültür Merkezinde saat 14.00 de dir, İzmirli arkadaşlarımızı belkliyorum.


Bu yazımı kaçıncı kez yollamayı denedim, yoksa ben de mi Semra gibi atıldım? Son kez deniyorum.

Nihayet gönderebildim.

Gönderilme zamanı: 09 Nis Pzr, 23:20
gönderen mahiye
Neden bu kadar sorun çıkıyor acaba?
Semra'yı ne kadar özledim bilemezsiniz. Aramızda düşünen insanlara neden sansür var?
Semra'ya bir sansür de Bursa seminerinde konuldu. İran kaynaklı çok değerli belgelerden Farsça çeviriler yaparak hazırladığı bir bildirisi vardı, başvurusu kabul edilmedi. Sanırım son yılların batıdan yönetilen projelere hizmet etmeyen, hele de Türk İran düşmanlığına bizleri yönlendirmek varken değerli İran Kültürü ki Türk kültürüyle kaynaşmış bir kültürdür, batıya temel olmuş bilginler hep ordan çıkmıştır, ha, yani İran'ı öven bildiri sunacağı bilindiği için başvurusu engellenmiştir. Nah şuraya yazıyorum!!!!

Seni seviyorum Semra Fayez kardeşim. Türk iran dostluğuna her kim ki katkı koyar, o çok büyük yürekli bir insandır.
Bakınız, bu ayın Bilim ve Ütopya dergisinden bir başlık; Divan-Ü Lİgati't de Doğu Karadeniz Şivesi. Muhteşem buldum, nazlatmalar sırasında vardığım bulguları dopruluyordu, Karadeniz insanı Azerbaycan kökenden geliyor, yüzlerce sözcüğümüz yerel şivede, aynen Kaşgarlı Mahmu^'un o dünyanın ilk büyük ansiklopedisi olan o lügatta var. OHHHHH dedim, Kardenizi bölemeyecekler...
Sevgiyle kal Semracım, Türk Müzik Öğretmeni vatan savunmasında onurlu yerini almıştır, bir kişyle de olsa, beş kişiyle de olsa, bunu tarih yazacak. Benim Milli Eğitimde Emperyalist kuşatma kitabım bunun belgesidir.
Mahiye öğretmen