GÖNÜLDEN BİLİME

Hangi başlığa yazacağınıza karar veremediğiniz ve müzikle ilgili olmayan görüşler...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Semra Fayez
Mesajlar: 95
Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
Konum: Ankara

GÖNÜLDEN BİLİME

Mesaj gönderen Semra Fayez »

GÖNÜLDEN BİLİME

Türk Kültürü Neye Gebe


Önce soru şu: Türk kültürü gebe bir kültür müdür? Önce yanıtım bu: Elbette. Sonraki yanıtım: Yoksa bunu farkedemediniz mi daha ? Canı karnında bir kültür. Canı çıkmış bir kültür değil ! Neden öyle olsun ki ? Bu topraklarda binlerce yıldan beri devinen kültür, şimdileştirilebildi mi ? Şimdiye aktarılabildi mi ? Şimdi ile geçmiş arasında köprüler kurulabildi mi ? Bu topraklarda binlerce yıldan beri devinen kültür geleceğe aktarılabildi mi? Anadolu toprağının öyküsü, türküleri, dilleri, masalları, söylenceleri, bilmeceleri ile öykülenebildi mi ? Öyküleyemediğimiz, öyküsünü, kültürel zenginliğini sanatla, bilimle, felsefeyle anlatamadığımız yaşam, bizim değildir. Bu topraklardaki yaşama, yaşam biçimlerine saygı, onların şimdi de yeniden yorumu ve geleceğe taşınması, kültürümüzün kökleriyle ilişkisinden çıkarak, geleceğe taşınması, kültürümüzün kökleriyle ilişkisinden çıkarak, yaratıcı atılımlara zemberek oluşturacak, düşünce değirmenlerinin kurulması bu öykülemenin birkaç adımıdır. Düşünce değirmeni yaşam deneyimini ''öğüterek'' düşünceye dönüştüren değirmendir. Değirmen yaşamdan beslenir: Bilim, sanat, düşünce ürünleri verir.


Burada temel sorunlardan biri, kültürel duyarlılığımızın kütlüğü yüzünden yaşadığımız yılgınlık, bıkkınlık. ''Ne var ki, kültürümüzde ? Şaman kültürü, at sırtında yaşamaktan doğan sığ bir göçer kültürü? Biraz tasavvufla, hafif renklendirilmiş incelikler de uçup gitmiş, şimdiye taşınmamış. Kolay taklit eden, özgünlüğü olmayan, kendini yenileyememiş, farklı kültürle hesaplaşmasını yapamamış, pragmacı bir kültür. Siyasanın, askerliğin, yağmanın, fethetmenin yönlendirdiği, biçimci bir kültür. Cumhuriyet'le gelense, Batı'nın izinde, kendi değerlerinin farkında olmayan, pragmacı, pozitivist bir anlayışla yaşanan, ekonomik sorunları içinde çırpınıp duran bir yaşam...'' ''Ağır'' saptamalar bunlar. ''Bizde bir şey yok. Batı'nın hala fesli, peçeli gördüğü ucube bir kültürüz !''


Bizde bir şey var diyenlerin bir bölümü, abartılarını en uca götürüp ''bizde her şey var'' savına geliyorlar. Yok diyenler, abartının diğer ucunda, bu topraklardaki yaşamı hiçliyorlar. İkisi de kültürel öyküleme çabamızı örseliyor. Öyküleme yerine öykünmeyi seçiyoruz. ''Bizde her şey var''ın anlamı, ''Batı'da ne satılıyorsa bizde de aynısı var''a dönüşüyor.


Değerini bilemediğimiz bir kültür mirası üstünde gaflet içinde oturuyoruz. Bu kültür mirasının anlamını kavramaktan yoksun olduğumuz için, o geçmişin olanaklarıyla besleyemiyoruz yaşamımızı. Kendi kültürümüzün gündemini belirleyemiyor, kendimizi kendi gözlerimizle göremiyoruz. Kısa erimli çıkarlarla yapılan siyasal tartışmalar, dünyada olup biteni yine bizim dışımızdaki otoritelerin gözüyle görüp yorumlamalar, kültür zenginliğimizin anlamını kavramada güdükleştiriyor bizi.


Türk kültürü gebe. Dünyayla, Avrupa'yla bütünleşme atılımlarının yoğunlaştığı bu dönemde bu gebeliği iyi değerlendirmek gerekiyor. Gebelik, teknolojinin, genetik mühendisliğinin, tıbbın son bu bulgularıyla ''yapay'' olarak oluşturulmuş değil. Tek Tanrılı dinlerin öncesinden gelen, taşına toprağına oyulmuş yaşam serüvenlerinden gelen ''sesi'' dinleyebilecek, onu çağdaş sanat, çağdaş bilim, çağdaş düşünce ile harmanlayabilecek insanların yaratıcı ürünlerini doğuracak bu kültür. Dünyanın bu yüzyıldaki siyasal, ekonomik gelişimine bu topraklar, içlerindeki olanak genişliğini, anlam derinliğini damla damla sunacaklar.


Hamasi sözler değil bunlar. Kültürümüzün doğurganlığı, dünyaya sunacağı, ''farklı'' seçeneklerle görülecek. Kendine özgü yaşamındaki özgünlüğü evrensel boyutlarıyla dünyaya sunamadı daha. Doğurmadı daha.


''Doğuramaz'' mı diyorsunuz ? Ölü mü doğurur ? Kültür duyarlılığı küt insanların vurdumduymazlığı, yılgınlığı bu toprakların kültür rahmindeki canları öldüremeyecek. Neden gebedir Türk kültürü ? Çünkü, Türkiye şaşırtıcı çelişkilerin, işlenmemiş, bakir yaşam deneyimlerinin ülkesidir. Neye gebedir? Yaşam deneylerimin yaratıcı ürünlerine ya da egemen dünyanın kültür gündemini belirlediği silik bir ülke olmaya. (Bu seçenek doğruysa, gebelik, yalancı gebeliktir.)



prof. Ahmet İnam

Odttü felsefe bölüm başkanı
FAYEZ
Kullanıcı avatarı
Semra Fayez
Mesajlar: 95
Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
Konum: Ankara

BATI GÖNÜL CAHİLİ

Mesaj gönderen Semra Fayez »

BATI GÖNÜL CAHİLİ

ODTÜ'de elektrik mühendisliği okumasına rağmen içinde yanan felsefe ateşine teslim olan Prof. Dr. Ahmet inam, bazılarına göre, Türkiye'nin tek gerçek filozofu... ODTÜ'deki kitaplarla dolu odasına girdiğimde önce karşıma ufak tefek bir adam çıktı. Konuştukça büyüdü, büyüdükçe devleşti... Keskin ve coşkun zekasının birer göz kamaştırıcı yansıması olan düşünceleri, sınırları, duvarları yıkıp sonsuzluğa ulaştı. Ve O'na "gerçek filozof" diyenlerin ne kadar haklı olduğunu çok daha iyi anladım. Nietzsche'nin, "Dernachste" isimli şiirini "Cananım" olarak Türkçe'ye çevirip bestekar arkadaşına Türk Müziği formatıyla besteletecek kadar "çılgın" fikirleri olan İnam'la "deliliğinden" Mevlana'ya Nietzsche'den İslam inancına, kadar pek çok konuyu konuştuk...


Ersin YILANCI: Felsefe batı kökenli olduğunu göre, bu hakikat arayışında kendimize nasıl ulaşacağız?
Ahmet İNAM: Felsefe ne kadar batı kökenli olura olsun bütün insanlığı kuşatır. Çünkü felsefe hakikati arar. Ben de bu hakikati arama işini kendi kültürümden yapmaya çalışıyorum. Kendi kültürüm felsefi anlayışıma ışık tutuyor. Türkçe'yle ve Türkçe'den gelen masallarla, destanlarla, müzikle bu arayışı sürdürüyorum. Buralarda bize dair çok önemli hikayeler var. Ama aynı zamanda bütün insanlığa hitap ediyor.

Ersin YILANCI: İnsanlığın "Türk kültürüne ihtiyacı var" demek mi istiyorsunuz?
Ahmet İNAM: Kültürümüzde bütün insanlığa verilecek çok önemli mesajlar olduğunu düşünüyorum. Topraklarımızda belki petrol yok ama felsefi bir hazine yatıyor.

Ersin YILANCI: Bu hazineyi karıştırdığınızda kimler karşınıza çıkıyor? Yunus Emre, Hz. Mevlana...
Ahmet İNAM: Elbette büyük ölçüde arkamızda tasavvufi bir kültür duruyor. Türklerin İslamiyet'le tanışmasından sonra özellikle Ahmet Yesevi'yle başlayan müthiş bir 'arama hamlesi' ve 'gönül serüveni' bu toprakları harmanlamış. Mevlana da Yunus Emre de bu hamlenin birer öncüsüdürler. Ama ne yazık ki bu isimlerin hiçbiri doğru dürüst incelenmemiştir. Maalesef bugün turistik biçimde tezgahlanmaya çalışılıyorlar.

Ersin YILANCI: Ne de olsa derdimiz hakikati aramak değil, para!
Ahmet İNAM: Ne yazık ki, Mevlana "Kim olursan ol gel", Yunus'ta, "Hepinizi severim koçlarım" diyormuş; yani her şey bu kadar basit! Bu çok ayıp bir şey! Mevlana ve Yunus'u bu kadar basite indirgemek ve bunları derinlemesine incelememek affedilecek şey değil. İncelemek yerine turistlerin karşısında dönüp duruyoruz. Mevlana'nın turistik bir malzeme olması çok çirkin ve içler acısı bir durum. İki üç turist geliyor, adam giymiş beyazları, dönüyor onların önünde ve para alıyor. Bu kadar ayıp ve alçakça bir şey olamaz. Türk kültürünü kimse bu kadar ayaklar altına alamaz.

Ersin YILANCI: Biz değerini bilmezsek olacağı bu!
Ahmet İNAM: Onlar kim oluyor, para alıp karşılarında oynuyoruz. Bu dönenler çengi değil ki ? Bu Mevlevi! Biz ne yaptığımızı sanıyoruz? Yunus'u da "bütün insanlığı kucaklıyor, hümanist" diye tezgahlamamızın arkasında da Batıya karşı duyduğumuz büyük aşağılık kompleksi yatıyor. Yunus'un böyle bir şeye ihtiyacı yok. Zaten Yunus'u anladığımızı hiç sanmıyorum. Heykellerini dikmekle, palavralar atmakla, böyle ucuzluklarla Yunus anlaşılmaz.

Ersin YILANCI: Kimsenin anlamak diye bir derdi var mı?
Ahmet İNAM: Amaç meselenin özü anlamak. Bakın bir defa Türkçe'yi bilmiyoruz. Türkçe elden gidiyor, dillimizi mahvettik. Bu çok tehlikeli bir gelişme. Görüyorsunuz televizyonlarda konuşulan Türkçe'yi. Çok az kelimeyle yarı İngilizce konuşulan anlamını yitirmiş, çirkinleştirilmiş uyduruk bir dil. Eğer dilimizi muhafaza edemez ve geliştiremezsek o zaman düşman bir mermi dahi atmadan toprakları elde eder. Biz bunun farkında bile değiliz.

Ersin YILANCI: Uykumuz maşallah çok derindir!
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Türkiye'de hangi dünya görüşünden olursa olsun hepimiz toptan uyuyoruz. Halbuki gece gündüz çalışmamız lazım. Gerçekten düşünen, araştıran kafalara ihtiyaç var. Türk Cumhuriyetlerine açılma şansını dahi bu yüzden yeterince kullanamadık. Biz dilimizi bilmezsek onlarla nasıl kucaklaşacağız! Yüzyıllardır ayrı yaşadığımız ama köklerimizin aynı olduğu o insanlarla birlikte bu dünyaya karşı müthiş şeyler geliştirebiliriz. Türkçe'min en temiz ve masum yüzü oralarda konuşuluyor. O topraklarda müthiş hazineler yatıyor ama biz horul horul uyuyoruz.

Ersin YILANCI: Peki nedir sizi "gönül" diye yollara düşüren ateş?
Ahmet İNAM: Belki kendimi bulma ateşi... Gönül'e ancak kendi dünyamızda ulaşabiliriz. Çünkü tam bize ait has bir sözcüktür; başka dillere çevrilmesi pek mümkün değildir. Gönül sadece kalp, aşk, şevk sözcükleriyle karşılanamaz; ondan çok daha zengin ve derindir. Dolayısıyla gönlümüzü keşfedebilirsek karşımıza inanılmaz ufuklar çıkabilecek... Onun için her kavramın asla yıpranmaması gerekir. Zaten ben derslerimde asla bundan bahsetmem.
Ersin YILANCI: Sizin zaten "Hıyaran" isminde bir de kitabınız var. Hıyarlarla epey mücadele etmişsiniz?
Ahmet İNAM: Evet, hıyarlarla epey uğraştım. "Gönül Felsefesi"nin bir parçası da hıyardır. Çünkü insan odun olarak doğuyor belki. Yani İslam'da "insan temiz fıtrat üstüne doğar" denir ya.. Fakat çoğumuz odun olarak yaşıyoruz, çok kaba. Eğer bu kabalığı terk edip ince yaşayamazsak zaten yok oluruz. Kabalıkla bu dünyadaki varlığımızı sürdürmemizin bir şansı yok. İnce fikirli insan olmak zaten İslam ve tasavvufun arzuladığı bir şeydir. Türkler elinde kılıçla dolaşan barbar bir millet değildir. Sadece asker bir millet değil; gönlü olan, ince ruhlu insanlardık bir zamanlar.

Ersin YILANCI: Şimdi?
Ahmet İNAM: Unuttuk tabi o ruhu. Elimizde hep kılıç olduğunu zannediyoruz. Halbuki elimizde aşk, dostluk ve sevgi vardı. Bu tarafımızı tekrar keşfetmemiz lazım.

Ersin YILANCI: İncelik gerçek dünyanın dışında olmak anlamına gelmiyor değil mi?
Ahmet İNAM: İnce olmayı yanlış anlamamak lazım. İncelik; çıtkırıldım, sünepe, incele incele kopmuş insan anlamına gelmez. Onlardan da nefret ederim. Çünkü o çok suni bir şey. Ruhunuzun ince olması, karşınızdakini anlayabilmeniz, dinleyebilmeniz, sevebilmeniz ve saygı sahibi olmak demek. Ama şimdi birbirimize saygı göstermiyoruz. "Aşk" diyoruz ama, aşkta saygı olmadığı için aşıklar birbirini bıçaklayabiliyor. Yatağa atana kadar sevgiliye çiçekler alıyoruz ama daha sonra ölünceye kadar dövebiliyoruz. Bunun neresi aşk!

Ersin YILANCI: Toplumlar nasıl ince olur?
Ahmet İNAM: Ruh inceliği sanatla, bilimle ama öncelikle edeple gelir. Onun için cahillik çok tehlikeli bir hal. Ama cahilliği sadece okul ve diploma anlamında söylemiyorum. Edep öğrenmek ayrı bir özelliktir. Bir insan ilkokulu bile bitirmemiş olabilir ama çok derin bir ilme ve edebe sahip olabilir. Ya da adam profesördür ama körkütük cahildir.. Bu çağda yaşanan bütün bu saygısızlara bir başka örnek de dünya görüşleri, memleketleri ve hatta renklerine göre insanlara önyargıyla yaklaşmaktır. "Kim ulan bu komünist, şeriatçı, zenci veya Çorumlu" deyip kestirip atıyorlar. Yahu önce insan olarak bir bak. Adamın renginden, ideolojisinden sana ne? Önce yüreğine ve beynine bak adamın.

Ersin YILANCI: Tomurcuk olduk ama daha çiçek açmadık mı?
Ahmet İNAM: Vereceğimiz asıl ürünleri daha dünyaya sunmadık. Batı kültürü bir çok şey ortaya koydu; bilimsel, felsefi, sanatsal eserler. Ama daha bizim topraklarımızın yaratabileceği o kadar güzel tohumlar, meyveler ve ürünler var ki. Yeter ki Türkçe'mize ve kültürümüze sahip çıkalım. Ve birbirimizi anlayalım. Farklı görüşteki her insanın ideolojik taassuptan kurtularak bu kültüre sahip çıkması lazım. İlericilik ve gericilik saplantısından artık kurtulmak gerekiyor. Zaten böyle bir şey yok. Çünkü herkes kendi dili, kültürü ve milliyetiyle bu dünyada var olacak.

Ersin YILANCI: Komplekslerimizden arınmak mı gerekiyor?!
Ahmet İNAM: Dünyada kimse kendi kültüründen vazgeçmiyor ki. Dünyanın neresine gidersem gideyim ben Türk'üm. Öyle "evrensel bir insanım" diyemem. Türkçe duyuyorum çünkü. Başka diller konuşabilsem de önemli değil. Çünkü benim ana dilim Türkçe. Bu kültür ve inançla bütün dünyaya sesimi duyuracağım. Ama öyle şeyler söyleyeceğim ki, batılı insan merak edecek ve kendi diline çevirecek.

Ersin YILANCI: Dünyaya yeni bir değer katkısı yapılacak yani?
Ahmet İNAM: Batılı "Yahu bu Türk ne söylüyor" diyecek. Ama bunu Türkçe yazacağım ve ABD'li kendi diline çevirecek. İngiliz, Alman merak edecek. Çünkü ona dair de hikayeler anlatacağım. Kendi hikayemi anlatacağım ama öyle anlatacağım ki, o hikayede Alman da, ABD'li de, Fransız da olacak.

Ersin YILANCI: Aman hocam, röportajı ODTÜ'de yapıyoruz. Okuldaki diğer meslektaşlarınız ve öğrencileriniz bu sözlerinizi duymasın, yoksa sizi aforoz ederler!
Ahmet İNAM: (Kahkaha atıyor) Ne derlerse desinler umurumda bile değil... Hepimiz bunu yapmak zorundayız. Bu çok önemli bir varolma kavgasıdır. Ya kültürümüzle varolacağız ya da yok olup gideceğiz. Türkler olarak dünya insanlarına sadece "gönül" diye bir duygunun olduğunu dahi anlatabilsek insanlığa çok önemli bir katkı yapmış oluruz.

Ersin YILANCI: Batı insanı, "gönül"den bîhaber mi?
Ahmet İNAM: Batı insanı "gönül"ün "g"sinden bile habersiz. Batılı ülkelere yaptığım ziyaretlerde "gönül"ü anlattığımda bundan müthiş etkilendiklerini gördüm. Batı, bu kavrama aç. Yeter ki biz anlatalım. Öyle derya-deniz bir hazinemiz var ki... Ama o hazineyi görecek göz yok. Hazine var ama hepimiz hazine gafiliyiz. Gaflet halinde, "Bizde bir şey yok kardeşim, biz battık, bittik biz bittik, Türkiye batıyor, öldük, kahrolduk" diyoruz.
Ersin YILANCI: Kültürümüzü bu iyimserlik rüzgarıyla mı uçurabiliriz?
Ahmet İNAM: Yapacak çok şeyimiz var tabi. Aramızda yaptığımız saçma sapan kavgaları bırakmalıyız. Batıyla kültür kavgası yapmalıyız. Batıya karşı açacağımız kültür savaşına Batı cevap dahi veremez.

Ersin YILANCI: Felsefe yolculuğunuzda Nietzsche'yle gayet iyi dost olduğunuzu biliyoruz. Bunca felsefeci içinde neden Nietzsche?
Ahmet İNAM: Batının anladığı Nietzsche; "Tanrı öldü" diyen, batının bütün değerlerini yok sayan, bireyi ön plana çıkartan, "üstün insan" diyen, elinde kırbaçlarla kadınlara saldıran faşist bir insandır. Nietzsche'nin bu iddialarla hiçbir alakası yok bence. Nietzsche bana göre elinde udu, kafasında fesiyle İstanbul'da yaşayan bir İstanbul beyefendisidir. Nietzsche; mahcup, sıkılgan, ince düşünen ve temiz bir insandır.

Ersin YILANCI: Peki hayata dair neler söylemiştir?
Ahmet İNAM: Nietzsche'nin ilk verdiği mesaj, kendimizi yenilemektir. Kendini yenilemeyen bir düşünceye saplanıp kalmış ve onu alternatifleriyle karşılaştıramayıp geliştirememiş ve dolayısıyla orda takılıp kalmış insanların yozlaştığını, kuruduğunu ve çürüdüğünü söylüyor. Nietzsche'ye göre hayat sürekli tazelenmesi gereken bir süreçtir. Her zaman yeniden doğmalıyız mesajı.

Ersin YILANCI: Bu yaklaşım bana Yunus Emre'nin, "Her dem yeniden doğarız / Bizden kim usanası" dizelerini hatırlattı..
Ahmet İNAM: Tabi aynı yaklaşım. Yeniden doğmak hep diri kalmaktır. İşte ben Nietzsche'de bunu buldum. Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak Nietzsche'de işimize yarayacak daha çok noktalar var. Değerlerimizin gözden geçirilip yenilenmesi meselesi örneğin. Eskiyen ve kokuşanın atılıp tazelenmesi ve yenilenmesi anlamında Nietzsche'den çok önemli işaretler aldığımı düşünüyorum.

Ersin YILANCI: Nietzsche sizin gözünüzde tam olarak hangi coğrafyada duruyor?
Ahmet İNAM: Nietzsche, batı düşüncesinin tipik bir örneği değil bence. Nietzsche çok farklı bir insan. Hıristiyanlığa ve batı düşüncesine yaptığı eleştiri ve saldırılarla çok önemli bir noktada bulunuyor. Bizim kültürümüz açısından da çok önemli bir felsefecidir. Ama bizde Nietzsche'yi okuyanlar onu anlıyor mu, işte bundan hiç emin değilim.

Ersin YILANCI: "Böyle Buyurdu Zerdüşt" ve "Tanrı Öldü" diyen tuhaf bir insan!
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Hiç alakası yok. Orada ölen Hıristiyanlığın "Tanrı" dediğidir. Çünkü onlar Tanrı sözüyle insanlığı çok sömürmüşler. Yoksa Nietzsche'nin gerçekten Tanrı'yla alıp veremediği bir şey yok. Zaten öyle bir şey diyemez. Nietzsche O yüce gücün hep farkındadır. Ben Nietzsche'nin Tanrıya inandığını düşünüyorum. Ama onun rahatsızlığı, içinde büyüdüğü Hıristiyanlık ve batı düşüncesidir. Batı düşüncesi ve Hıristiyanlığın olumsuz yönlerini görmek için Nietzsche okumak lazım. Ama Nietzsche'den öğrenmemiz gereken şeyleri daha öğrenmediğimizi düşünüyorum.


MÜZİK EĞİTİMCİSİ ARKADAŞLARIMA UYANIŞ ADINA ,IŞIK OLMASI DİLEĞİMLE....



BİTİMSİZ SEVGİMLE:.....
FAYEZ
Cevapla