"DAĞLAR BİZİM OLSUN"!

Hangi başlığa yazacağınıza karar veremediğiniz ve müzikle ilgili olmayan görüşler...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Semra Fayez
Mesajlar: 95
Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
Konum: Ankara

"DAĞLAR BİZİM OLSUN"!

Mesaj gönderen Semra Fayez »

Dağlar Benim Olsun

YABANCI, yine o kayanın üstünde oturdu. Kaya da görkemliydi, oturuşu da...
Sık sık göğsüne eğik tuttuğu o esrarlı başını bu kez arkaya eğdi. Ve o delici, o dayanılmaz gözlerini göklere çevirdi.

Uzaktan bakan, yüksele yüksele başı göklere değecek sanabilirdi.. Veya eğile eğile gökler onun başını öpecek diyebilirdi...

Zaten o, gözlerini ya göklere çevirip dışardaki evreni seyrederdi ya da göğsünün üstüne eğilip içindeki evreni izlerdi...

İnsanların yüzüne, özellikle gözlerine fazla bakmazdı. O baktığında insanlar erircesine rahatsız olurdu. 'Bu Yabancı denen adam bize niçin böylesine acaip bakıyor? Ne bildiği var bizimle?!' diye şikáyet edenler çoktu... Bu yüzden insanların gözlerine bakmamayı yeğlerdi Yabancı....

Yabancı bu konuda bazen de şöyle derdi:

'Benim gözlerim insanların iç dünyalarını gösteren bir ayna gibidir. O aynaya bakınca sakladıklarını görürler. O yüzden benden hep uzak durmayı tercih ederler. Esasında onlar benim gözlerimden değil, gözlerimde gördükleri iç dünyalarından kaçarlar. Ama bunu söylemezler. Ben de söylemem; yüzlerine vurmam.'

Yabancı'nın dağlarda mekán tutmasının sebeplerinden biri de buydu.

Kentlerdekilere 'yerdekiler' veya 'aşağıdakiler' derdi. 'Yukarı' onun için dağlardı. Bu yüzden bulanırdı yerden ve yerdekilerden... Bu yüzden rahat edemezdi yerdekiler arasında...

Bu yüzden hep göklere bakar, fırsat buldukça dağlara kaçardı...

Onun 'Yabancı' diye anılmadığı hiçbir kent yoktur.

O gün yine dağlara kaçmıştı.

Sevdiği kayanın üstünde başını geriye attı, gözlerini yine göklere dikti. Ve daldı ötelere, ta ötelere... Sonra başını eğdi ve aşağıya, yere, yerdekilere baktı bir süre... Ve biraz ağlamaklı, biraz yakarmaklı, ama biraz da sitemli bir sesle mırıldanmaya başladı:

Tanrım! Dağlar benim olsun!

Tanrım! Ben, Yabancı diye anıldığım bu yerküreden pay olarak yalnız dağları istiyorum. Sadece dağlar benim olsun, aşağıdaki her şey herkesin olsun!..

Sonra sesini biraz yükseltti ve konuşmaya devam etti:

Şehirler, nehirler, sığınaklar, barınaklar, görkemli binalar ve o binalara götüren kocaman tüneller, şerit şerit yollar sizin olsun... Yapraklı, engebeli, dimdik, taşlı-dikenli patikalar benim olsun!

Dağlara götüren yollar benim olsun, ey insanlar!

Üzerlerine çöken kara dumanları delip yukarılara çıkmak için didinen o kocaman kentler sizin olsun. Kentlerle kavgaya tenezzül etmeyip kenara çekilen ve sadece solumakla avunan dağlar benim olsun...

Kent sofralarının bin lezzetle donatılmış yüzlerce aşı, gökdelenlerin servet, ün, para ve kudret getiren her işi sizin olsun.

Bana yalnız şu avare dağları verin, ey insanlar!

Yusyumuşak ve büsbüyük yatakların şehvetlerle dolu kucaklarında siz yatın.

Deliksiz ve kesiksiz uykuları siz uyuyun, ey insanlar!

Bilirim, ayrılmaz ikizlerdir şehvetle uyku.

Deliksiz uykular, şehvet memesinden beslenenlere yaraşır. Dağlarla dost olanlar deliksiz uykularla barışamaz. Çünkü şehvetle dost değildir onlar...

O yüzden kentler, yataklar ve şehvetler sizindir.

Ama bırakın dağlar benim olsun!

Uçları sivrilmiş taş parçalarıyla karışık yaprak kümeleri üstüne uzanıp uykumu ha bire bölerek sabahlamayı bana bırakın. Dikenli ve ot kokulu tümseklerde bir dalıp bir ayılmayı bana verin.

Tüm kaygılardan uzak tutan uykulara ben 'ölümcül uykular' diyorum. Oysaki sizin dilinizde bu uykular 'doyumsuz uykular' diye anılmaktadır.

Sizin uykularınıza kentlerdeki büyük ve yumuşak yataklar gerekir. Benim kaygı dolu uykularım ise tümseklerde, kuytularda da uyunur.

Kaygı bilmez uykular sizin olsun, ey insanlar!

Dağlarda geceler boyu yıldızları ben sayayım, yağmur ve tipi seslerini ben dinleyeyim...

Dağların öfkelerini göğüslemek çok zordur. Zor olanı bana verin, ey insanlar!..

Bırakın dağlar benim olsun!

Tanrım! Kentin kahpe dumanlarıyla başları derde girmiş olsa da bana yine dağları ver!

YUKARI GİTMELİYİM !

Bunları düşündü, böyle yakardı bir süre.

Karanlık çökmüş, geceyi getiren sesler ortalığı doldurmuştu.

Gece zaten çok kısaydı.

Kaygılı uykularını uyurken öteleri dolaşıp geri geldiğinde sabahın ilk ışıklarını vadilere, kente dökülmeye başladığını gördü.

Aşağıya baktı.

Kent ışıklarının simsiyah dumanla başa çıkamayıp sönmeyi kabul ettiklerini anladı. Yüzünü buruşturdu, ama elinde olmayarak hafifçe gülümsedi.

Kayanın üstünde doğruldu. Sırtını aşağıya dönüp yüzünü dağın daha yukarılarına çevirdi.

Ve bir yabancıya yaraşır adımlarla dağın bilinmeyen yerlerine, daha yüksek uçlarına doğru yürümeye başladı... Şöyle mırıldanıyordu:

Tanrım! Aşağıya ve aşağıdakilere baktıkça yaratılmış en iğrenç kokular burnuma doluyor.

Yukarılara, daha yukarılara gitmeliyim!..

Dağların daha yükseklerine çıkmalıyım!..

Ve dağları yarattığı için Tanrı'ya şükretmeliyim......





Nietzsche “Dağlar Benim Olsun” demiş! Yaşar Nuri Öztürk’ te yorumlamış!

BEN DE DERİM Kİ ; “Dağları ona bırakmıyalım .Nietzsche’ yi dağda yalnız komıyalım ; Dağ yolu çetindir, çilelidir. Emek ister, yürek ister. Ama asla ulaşılmaz değildir .

DAĞLAR BİZİM OLSUN! Hepimizin!....
En son Semra Fayez tarafından 02 Ara Cum, 19:31 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
FAYEZ
Misafir
Misafir
Misafir

O Dağ Bizim Dağımızdır.....

Mesaj gönderen Misafir »

Orda bir dağ var, uzakta
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır

Orda bir ses var, uzakta
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir...

Orda bir yol var, uzakta
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur
Onur.55
Mesajlar: 2
Kayıt: 13 Kas Pzr, 21:03
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen Onur.55 »

Dağ sevginizi görmezden gelmek zor doğrusu.
Tam olarak nereden kaynaklanıyor bilemiyorum ama ilgincime gitti desem... :shock:
Kullanıcı avatarı
Semra Fayez
Mesajlar: 95
Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
Konum: Ankara

Erdem'in Dorukları!

Mesaj gönderen Semra Fayez »

Tabiiki Nietzsche nin dağları sembolik dağlardır. O, “dağ” benzetmesiyle, ulaşılabilecek içsel zirveleri, derin olgunlukları, saf bilgelikleri kasteder.
Zaten insanın içsel doruklara ulaşması da, kendi başına bir dağı devirmek değil midir? Bana göre onun dağları erdemin dorukları. Erdeme yalnız yanılgılarımıza savaş açtığımız sürece erişebildiğimize göre bu yol da bir okadar çileli ve zor bir yolculuk.


Nietzsche Zerdüştünde Dağlar için bakın ne demiş!:

"Zerdüşt otuz yaşına basınca yurdunu ve yurdunun gölünü terketti ve dağlara çıktı... Orda ruhunun ve yalnızlığının zevkini tattı ve on yıl bıkmadı bundan..

“Yukarlara bakarsınız siz, yücelmek isteyince: Bense aşağılara bakarım, çünkü yücelmişim ben.

Kim içinizden aynı zamanda gülebilir ve yücelmiş olabilir?

En yüce dağlara tırmanan, güler bütün acıklı oyunlara ve acıklı gerçeklere.”


Sabahleyin erkenden öbür kıyıya varmak için, Zerdüşt adanın sırtından yola çıktığında geceyarısıydı; ordan binmek istiyordu gemiye. Çünkü, yabancı gemilerin de demirlemekten hoşlandıkları iyi bir koy vardı orda; Mutlu Adalardan denizi aşmak isteyen birçok kimseleri taşırdı bu gemiler. Dağa tırmanırken şimdi Zerdüşt, yolda, gençliğinden beri yalnız başına yaptığı nice gezileri, ve kaç dağa, sırta ve doruğa tırmandığını düşünüyordu.

Ben bir gezginim ve dağa tırmanırım, diyordu gönlüne. Ovaları sevmem, ve anlaşılan uzun süre ben sakin oturamam.

Ve ne gelirse gelsin başıma alınyazım ve yaşantım olarak, - bir gezinme bulunacaktır onda, bir dağa tırmanma bulunacaktır: kişi sonunda ancak kendini yaşar.

Karşıma rastlantıların çıkabileceği zamanlar geçti artık; zaten benim olmayan daha ne düşe bilir ki payıma!

Ne yapsa etse bana dönüp gelir o, yuvasına dönüp gelir eninde sonunda – benim kendi Kendi’m, ve onun çoktandır yaban ellerde olan, ve bütün şeylerle rastlantılar arasında saçılı duran parçaları.

Bir şey daha biliyorum: son doruğumun önünde duruyorum şimdi ben, en uzun süre bana ayrılmış olanın önünde. Ah, en sarp yolumu tırmanmam gerek! Ah, en yalnız yolculuğuma başladım.

Ama, benim yaradılışımda olan insan, kaçmaz böyle bir saatten; kendisine şöyle diyen saatten: şimdi ancak yürüyorsun büyüklüğüne giden yolu! Doruk ile uçurum, - birleştiler bunlar artık!

Büyüklüğüne giden yolu yürüyorsun: bugüne dek son tehliken olan şey, sığınağın oldu şimdi!

Büyüklüğüne giden yolu yürüyorsun: ardında artık hiçbir yol kalmaması, en büyük cesaretin olmalıdır!

Büyüklüğüne giden yolu yürüyorsun: burda hiç kimse seni sinsi sinsi izlemeyecek! Ayağın, ardındaki yolu sildi, ve üstünde bu yolun şöyle yazılı: İmkansızlık.

Ve bundan sonra hiçbir merdivenin olmasa bile, kendi başının üstünde tırmanmayı öğrenmelisin: nasıl tırmanabilirsin başka türlü yukarılara?

Kendi başının üstünde, ve kendi yüreğinden öteye! En yumuşak olan, en sert olmalı artık sende.

Kendini daima fazla koruyan hastalanır nihayet fazla özenden. Övgüler olsun sertleştiren şeylere! Yağla bal akan ülkeyi övmem!

Çok şey görmek için, kendinden öteye bakmayı öğrenmek gerek: - dağlara tırmanan her kişiye gereklidir bu sertlik.

Ama her yeri yoklayan gözlerle bilgi peşinde olan, nesnelerin hemen önündekinden öte nasıl görebilir ki?

Fakat sen, ey Zerdüşt, dibini ardını görmek isterdin her şeyin: onun için işte kendinden yukarı tırmanmalısın, - yukarlara, daha yukarlara, ta yıldızlar bile senin altında kalıncaya dek!

Evet! Kendi kendimi altımda görmek, ve hatta yıldızlarımı: buna derim ben ancak doruğum diye; bu kaldı bana son doruğum olarak! –

Dağa tırmanırken Zerdüşt böyle diyordu kendi kendine ve sert özdeyişlerle avutuyordu yüreğini: zira yüreği bu denli yaralanmamıştı hiç evvelce. Ve dağ sırtının tepesine vardığında, ne görsün, önünde serilmiş duruyordu öbür yandaki deniz: kıpırdamadan durdu ve uzun zaman sustu. Ama gece soğuktu bu yükseklerde, berrak ve yıldızlıydı.

Tanıyorum ben alınyazımı, dedi nihayet, mahzun mahzun. Pek ala! Hazırım. İşte başladı son yalnızlığım.

Ah, bu siyah, gamlı deniz altımdaki! Ah, bu ağır gece bezginliği! Ah, alınyazısı ve deniz! Sizlere şimdi inmeliyim ben!

En yüce dağımın önünde duruyorum ben, ve en uzun gezimin: onun için, şimdiye dek yükseldiğimden daha çok derinlere inmeliyim önce:

-Şimdiye dek yükseldiğimden daha çok inmeliyim ıztırabın derinliğine, ta en karanlık seline onun! Böyle ister benim alınyazım. Pek ala! Hazırım.

Nerden çıkarlar en yüce dağlar? Diye sorardım bir zamanlar. Öğrendim ki sonradan denizlerden çıkarlarmış.

Bunun kanıtı onların kayalarında ve doruklarının yüzlerinde yazılı. En derinden çıkmalı en yüce, kendi yüceliğine. –

Böyle diyordu Zerdüşt o ayaz dağ doruğunda: fakat denize yaklaştığında, ve nihayet kayalıklar arasında yapayalnız durduğunda, yolculuğundan yorgun düşmüş, özlemi her zamankinden daha bir artmıştı.

Herşey daha uykuda, dedi; deniz bile uykuda. Mahmur ve tuhaf bakıyor bana gözleri.

Ama sıcak nefesini – hissediyorum bunu. Rüya gördüğünü de hissediyorum. Sert yastıklar üstünde, dönüp duruyor bir yandan öbür yana, rüya görerek.

Dinle! Dinle! Nasıl inliyor kötü hatıralarla! Kötü önsezilerle mi yoksa?

Ah, kederliyim seninle, ey esmer canavar, ve kendime bile kızıyorum senin uğruna.

Ah, elimin gücü yetmez ki! Seve seve, doğrusu, kurtarmak isterdim seni kötü rüyalardan!

Ve böyle konuşurken Zerdüşt, elemle ve acı acı güldü kendine. Ne o! Zerdüşt, dedi, denize bile teselli türküsü mü çağırmak istersin?

Ah, seni sevdalı, deli Zerdüşt, seni körükörüne güvenen seni! Ama her zaman böylesindir sen: güvenle yaklaşırsın her zaman korkunç olan herşeye.

Her canavarı okşamak istersin. Bir solukluk sıcak nefes, pençe üstünde bir tutam yumuşak tüy: - hazırsındır hemen onu sevmeye ve baştan çıkarmaya.

Sevgi tehlikesidir en yalnız kişinin; herşeye sevgi, yeter ki canlı olsun! Gülünç, gerçekten, benim sevgideki çılgınlığım ve alçakgönüllülüğüm! –

Zerdüşt böyle dedi ve bir daha güldü: ama, sonra, ayrıldığı dostlarını hatırladı, ve sanki düşünceleriyle onlara haksızlık etmiş gibi, düşüncelerinden ötürü kendine kızdı. Ve birden öyle oldu ki, o gülen kişi ağladı: - öfke ve özlemle acı acı ağladı Zerdüşt."





Dağ başı dediğin, dağ başı gibi olmalıdır. Zirvenin yoldaşı rüzgar ve kar ve tipi olmalıdır bana kalırsa. Bir de belki bazen, dağ sevdalıları, dağcılar. Asi dağcılar! Özgürlüğe ve dağa aşık! Ben yine de hiç usanmadan derim ki "DAĞLAR HEPİMİZİN OLSUN!"...
FAYEZ
Kullanıcı avatarı
Semra Fayez
Mesajlar: 95
Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
Konum: Ankara

Nietszche

Mesaj gönderen Semra Fayez »

"Yelkovan kımıldadı, hayat saatim soluk aldı, - ömrümde duymadığım bir sessizlik vardı çevremde; yüreğim dehşete kapıldı.

Yalnız gezerdim; o yanlış yollarda gönlüm neye acıkırdı geceleyin? DAĞLARA tırmanırdım; kimdi sen değilsen, aradığım dağbaşlarında?

Gürültüler ve gök gürlemeleri ve fırtına sağanakları, bundan, bu sakıngan, kuşkulu kedi dinlenmesinden yeğdir gözümde; kişiler arasında da usul basanlara, yarım yamalak kişilere hınç bağlarım en çok, kuşkulanan, durumsayan, geçen bulutlara.

Yüreklilik en iyi öldürendir: yüreklilik, acımayı dahi öldürür. Oysa acıma, en derin uçurumdur: kişi, hayatı nice derinliğine görürse, onca derinliğine görür acı çekmeyi de.

Ama yüreklilik en iyi öldürendir, saldırgan yüreklilik: ölümü dahi öldürür o!

Onlar, gerçekte en çok bir şeyi isterler: kimsenin kendilerine zarar vermemesini. Böylece herkesin hoşuna gitmek, herkesi hoş tutmak isterler.

Ama "erdem" deseler de, ödlekliktir bu.

Ah bu iyiler! İyi kişiler gerçeği hiç söylemezler. Bu türlü iyi olmak, ruh için hastalıktır.

Her bilgi, tedirgin vicdanın dibinde yeşermiştir şimdiye dek! Parçalayın ey gören kişiler, parçalayın eski levhaları!

Ah, bütün yarım istemleri bıraksanız da, eylemde olduğu gibi, tembellikte de tam kararlı olsanız!

İyilerin aptallığında dipsiz bir kurnazlık vardır.

İyiler, kendi erdemlerini bulanı çarmıha germek zorundadırlar! Yaratıcıdan nefret ederler en çok, levhaları ve eski değerleri altüst edenden, bozandan, - yasabozan derler ona. Çünkü iyiler, yaratamazlar; onlar hep sonun başlangıcıdırlar. İyiler yalancı kıyılar, yalancı güvenlikler öğrettiler size; iyilerin yalanları ile doğup büyüdünüz siz. Her şey iyiler eliyle baştan aşağı burulmuş, çarpıtılmıştır."

Böyle Buyurdu Zerdüşt!
FAYEZ
Cevapla