Türk Musikisi Devlet Konservatuarları
- Semra Fayez
- Mesajlar: 95
- Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
- Konum: Ankara
Hep Beraber Küçücük Bir Noktayız...
Belki biraz zaman alacaktır ancak eninde sonunda, "ÖZ" itibariyle de zaten "BİZ" olduğumuzun bilincine varacağımıza inanıyorum. "Ortak akıl"; olayları hem akıl hem de gönül "gÖZ"üyle değerlendirebilenlerin çabası er geç olumlu sonuç verecektir...
biz kimiz haşaaa
aman aman.. en güzel notayı siz verirsiniz.. en güzel dersi siz işlersiniz..en güzel SES sizin( zor o biraz ses konusunda tınsınız.. sesiniz yokkkkkkk müzik eğitimcileriiii sizi.. sayınnn ulu eğitim fakültesi mezunu arkadaşlar... sesi güzel olmayanaaa müzik öğretmeni demem ben... en çok da istiklal marşını okuturken ortaya çıkıyo bu...kusura bakmayaın ama EĞİTİM FAK OLMAKLA DEĞİL... ALLAH VERGİSİYLE OLUYO BU OLAY...hadi siz kendi kendinize birbirinize artılar verin ...3 yıldır 5 okula gidiyorum...haftada 5...teftiş kurulu her sene teşekkür ediyor...öyle oturduğunuz yerden yok öğretemez yok alınamaz la olmuyooooo
herkesss dersinde belli eder kendini...ağızla icraat ederek değil ulu yüce eğitim fakültesi ÖĞRETMEN olan kişiler
kaç aldınız bakiiiim kpss den
ay siz ona a girmeyenlerdensin
yırttınız tabii..ooooooh kafadan hazır ne güzell.. hadi bi girin ya
bakim kaç alıcaksınız
hadi matematik -tarih-türkçe-coğrafyadan muaf yapalım sizi.. (çünkü matemtik kısmını düşündükçe ) neyse..yüce eğitim bilimcilerrrrr.. öğleden sonraki eğitim bilimleri sınavından 120 sorudan 120 dk lık sınav.. hadi alın bakiim 110 net.. hadi.. o sizin alanınız olan oooo ...bizim bilemediğimiz eğitim bilimlerinden hadi alınnnn... çoğunuz 2000 den önce atandığınız için oooooh yırttınız doğudan dimi...arkadaşlar sonuç kısmına geliyim yazımın
BİZ KİMİZZZZ Kİ... SİZİN YANINIZDA YÜCE ULUUUU EĞİTİM FAKÜLTELİ UZMAN ŞAHISLAR.. a bu arada uzmanlıktan kaç aldınız ki..a bi de yüksek lis yaptınız mı.. ama lesden 72 alıcaksınız.. tamam mı
yüksek lis dan da 95 le mezun olucaksınız.. tamam mı.. aaa.. hiç biz öğretebilir miyiz.. biz kimiz yaa.. nota bilir miyiz biz.. dimi....hadi bakalım siz öğretmenlik yapın okullarda biz de öğretmeniz diye geçindiğimiz okullarda tuvalet mi tezmilesek ne.. kimiz ki biz dimi...
herkesss dersinde belli eder kendini...ağızla icraat ederek değil ulu yüce eğitim fakültesi ÖĞRETMEN olan kişiler
kaç aldınız bakiiiim kpss den
ay siz ona a girmeyenlerdensin
yırttınız tabii..ooooooh kafadan hazır ne güzell.. hadi bi girin ya
bakim kaç alıcaksınız
hadi matematik -tarih-türkçe-coğrafyadan muaf yapalım sizi.. (çünkü matemtik kısmını düşündükçe ) neyse..yüce eğitim bilimcilerrrrr.. öğleden sonraki eğitim bilimleri sınavından 120 sorudan 120 dk lık sınav.. hadi alın bakiim 110 net.. hadi.. o sizin alanınız olan oooo ...bizim bilemediğimiz eğitim bilimlerinden hadi alınnnn... çoğunuz 2000 den önce atandığınız için oooooh yırttınız doğudan dimi...arkadaşlar sonuç kısmına geliyim yazımın
BİZ KİMİZZZZ Kİ... SİZİN YANINIZDA YÜCE ULUUUU EĞİTİM FAKÜLTELİ UZMAN ŞAHISLAR.. a bu arada uzmanlıktan kaç aldınız ki..a bi de yüksek lis yaptınız mı.. ama lesden 72 alıcaksınız.. tamam mı
yüksek lis dan da 95 le mezun olucaksınız.. tamam mı.. aaa.. hiç biz öğretebilir miyiz.. biz kimiz yaa.. nota bilir miyiz biz.. dimi....hadi bakalım siz öğretmenlik yapın okullarda biz de öğretmeniz diye geçindiğimiz okullarda tuvalet mi tezmilesek ne.. kimiz ki biz dimi...
bu tarz bir söylem, bir sanat eğitimcisine hiç yakışmamış. eğitimciliği içselleştiremediğiniz uslubunuzdan belli....
görünen köy1: kpss,les vb. sınavlardan alınan sonuçlarla eğitimci belirlenemez, belirlenmemelidir!
hayatımda konservatuar mezunu çok iyi öğretmenler gördüm.
görünen köy2: siz istisna olmalısınız!
görünen köy1: kpss,les vb. sınavlardan alınan sonuçlarla eğitimci belirlenemez, belirlenmemelidir!
hayatımda konservatuar mezunu çok iyi öğretmenler gördüm.
görünen köy2: siz istisna olmalısınız!
- Semra Fayez
- Mesajlar: 95
- Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
- Konum: Ankara
Bir Mektup!
Bilinçli Bir Türk Müziği Konservatuarı Öğrencisinin Mektubu!
"Kendi yaşadıklarıma çile diyemem (problemler vardı elbet,olmaz mı ? ) , ama çile çekenleri yakından tanıma fırsatım oldu.Ben de onları hüzün ve saygıyla selamlıyorum bu vesileyle.
Problemlerin en büyüğü devletin müzik politikasının yanlışlıklarından kaynaklandı hep.
Mustafa Kemal bir müzisyen değildi ama iyi bir sanatsever (hele bir de onun gibi bir dahi ise) bazen bir sanatçıdan daha fazla görebilir bazı gerçekleri.Onları dile getirdi ama yanlış anlaşıldı söylemek istedikleri.
Siz bir millete kendi müziğinin dinlenmesinin yasaklandığını düşünebiliyor musunuz ?
Mesela çile çekenlerin bir kısmı onlardı bence, o devirde Beethoven,Mozart dinlemeye mecbur edilen Anadolu Halkıydı.Adam radyosunu açıyor memleketinin türküsünü dinlemek için Chopin Piano Sonatlarından biriyle başbaşa kalıyor.Ağrı'nın dağ köyünde mesela.
Ardından bu yanlışlıktan dönüldü.Bu defa Klasik Batı Müziği mensupları Osmanlı Müziği'ne savaş açtılar.Tekke ve zaviyelerin kapanmasıyla ana damarı tıkanan müzik zaten (bu yazdığımın siyasetle bir ilgisi yoktur,klasik batı müziği kiliseden , Osmanlı müziği tekkeden beslenir) çırpınma sürecindeyken ,yani Itri'den meyhaneye aldığı yolculuktan sersemlemiş haldeyken bu savaşa başladı.Türkiyedeki klasik Müzik kompozitörleri Atatürk'ün sözlerini kendilerince yorumlayıp,Cumhuriyet içinde Saray müziğinin yer alamayacağını savunurken Mozart'ın saraydan beslendiğini hatırlamaz oldular.
Diğerleri de Meragi'den ,Itriye oradan da meyhane kültürüne dönüşen müziklerini bu açıdan savunup kurtarmaya çalışacaklarına "köylü müziği" dedikleri (ki elbette öyle,zaten ondan böylesine şık ve zarif),Halk Müziğine saldırdılar.
Annem Neriman Altındağ Tüfekçi ,Türk Halk Müziği branşını seçince rahmetli bir hocasının (ismi lazım değil) ,İstanbul Nişantaşı doğumlu bir kızın bu türü seçmesinden utanç duyduğu ve elindeki nota defteri için "defterin tezek kokuyor" dediği hikayesi bütün camianın bildiği bir anektoddur.
İşte Muammer Sun'un bir arkadaşımızın naklettiği "biz birbirimizle kavga ederken Arabesk aldı başını gitti" sözcüğünün doğruluk payı burada yatmaktadır.
İnsanlar seçmeye zorlandılar bu ülkede.Rahmetli babam bile benim klasik batı müziği aşkımın bir hevesten ibaret olduğunu ve geçmesini bekleyerek sürdürdü hayatını ölene dek.Ki ,ben o yıllarda Konservatuarda Türk Halk Müziği branşında 4-5 dersin hocası ve yaman bir müdafiiydim.Aynı bugün olduğu gibi.
Ama memleketin geleneksel yapısı itibarıyla birini seçmek zorundaydınız sevmek için.Herkes öyle yaptı.Ben yapmayanlardanım .Ve kendimi çok seviyorum ,ayrıca şanslı buluyorum bu açıdan.Aynı anda Bekir Sıdkı Sezgin'den Segah Ayin-i Şerif,peşisıra Itzhak Perlman'dan Beethoven Keman Koncerto ,sonra da Hacı Taşan'dan bir bozlağı aynı hazla sevip dinleyebilmek ne büyük mutluluk.
Bu şansı biraz da okulumuz Türk Müziği Devlet Konservatuarı'na borçluyuz.O devirde (maalesef İTÜ'ye bağlanana kadar), o okul bütün branşlarda eğitim vererek bu düşmanlığın körelmesine inanılmaz destek olmuştur.
Atatürk'ün 100 .doğum yılı münasebetiyle AKM 'de verilen konserde 100 kişilik koro konserine Çok sesli Acapella stilde Brahms,Verdi gibi sanatçıların eserleriyle başlamış;koro sabit kalıp şefler değişerek ardından Halk Müziğinin en seçkin eserlerinden örnekler vermiş ve yine şef değişerek Itri'nin Neva Kar_ı ile final yapmıştır.Bunları o gün öğrenci olup o koroda bulunduğum için yaşamımın en güzel anlarından biri olarak yadediyorum.
Elbette bu başarı , o devrin hocalarının büyük sanatçılardan müteşekkil olması sayesindeydi.Örneğin benim bağlama hocam Arif Sağ,Armoni -Solfej hocam İstanbul Devlet Senfoni orkestrasının şeflerinden Demirhan Altuğ,Repertuar Hocam Neriman Altındağ Tüfekçi ve Özdal Orhon,Meral Uğurlu gibi isimlerdi.Şan derslerini eski Devlet Operası sanatçılarından Güher Güney ve Belkıs Aran gibi diva olmuş isimlerle yapardık.Halk Müziği bilgileri hocam Nida Tüfekçi,Üslup Hocam Alaeddin Yavaşça ,say say bitmez.
Bu arada bu okul da zamanın iktidarı tarafından kapatılmak istendi,hocalar görevlerinden alındı.Değişen birşey yoktu yani memlekette.
Biz bu insanları ve kurumları devletçe hırpalarken bir de baktık ki Seda Sayan ablamız,Orhan Gencebay ağbimiz,Müslim Gürses de babamız oluvermiş...
Neyse bugün 10 kasımdı ; Tosca dinleyip Zeybek oynayalım,Mustafa Kemal'i yadedelim.O elmalarla armutları karıştırmayacak kadar zeki biriydi.Vatan diyince zeybek oynar,içerken Alaturka dinler,dinlemek için de Tosca'yı seçerdi.
Ne zekice ,ne zevkli ve ne uygun bir seçim herbiri..."
"Kendi yaşadıklarıma çile diyemem (problemler vardı elbet,olmaz mı ? ) , ama çile çekenleri yakından tanıma fırsatım oldu.Ben de onları hüzün ve saygıyla selamlıyorum bu vesileyle.
Problemlerin en büyüğü devletin müzik politikasının yanlışlıklarından kaynaklandı hep.
Mustafa Kemal bir müzisyen değildi ama iyi bir sanatsever (hele bir de onun gibi bir dahi ise) bazen bir sanatçıdan daha fazla görebilir bazı gerçekleri.Onları dile getirdi ama yanlış anlaşıldı söylemek istedikleri.
Siz bir millete kendi müziğinin dinlenmesinin yasaklandığını düşünebiliyor musunuz ?
Mesela çile çekenlerin bir kısmı onlardı bence, o devirde Beethoven,Mozart dinlemeye mecbur edilen Anadolu Halkıydı.Adam radyosunu açıyor memleketinin türküsünü dinlemek için Chopin Piano Sonatlarından biriyle başbaşa kalıyor.Ağrı'nın dağ köyünde mesela.
Ardından bu yanlışlıktan dönüldü.Bu defa Klasik Batı Müziği mensupları Osmanlı Müziği'ne savaş açtılar.Tekke ve zaviyelerin kapanmasıyla ana damarı tıkanan müzik zaten (bu yazdığımın siyasetle bir ilgisi yoktur,klasik batı müziği kiliseden , Osmanlı müziği tekkeden beslenir) çırpınma sürecindeyken ,yani Itri'den meyhaneye aldığı yolculuktan sersemlemiş haldeyken bu savaşa başladı.Türkiyedeki klasik Müzik kompozitörleri Atatürk'ün sözlerini kendilerince yorumlayıp,Cumhuriyet içinde Saray müziğinin yer alamayacağını savunurken Mozart'ın saraydan beslendiğini hatırlamaz oldular.
Diğerleri de Meragi'den ,Itriye oradan da meyhane kültürüne dönüşen müziklerini bu açıdan savunup kurtarmaya çalışacaklarına "köylü müziği" dedikleri (ki elbette öyle,zaten ondan böylesine şık ve zarif),Halk Müziğine saldırdılar.
Annem Neriman Altındağ Tüfekçi ,Türk Halk Müziği branşını seçince rahmetli bir hocasının (ismi lazım değil) ,İstanbul Nişantaşı doğumlu bir kızın bu türü seçmesinden utanç duyduğu ve elindeki nota defteri için "defterin tezek kokuyor" dediği hikayesi bütün camianın bildiği bir anektoddur.
İşte Muammer Sun'un bir arkadaşımızın naklettiği "biz birbirimizle kavga ederken Arabesk aldı başını gitti" sözcüğünün doğruluk payı burada yatmaktadır.
İnsanlar seçmeye zorlandılar bu ülkede.Rahmetli babam bile benim klasik batı müziği aşkımın bir hevesten ibaret olduğunu ve geçmesini bekleyerek sürdürdü hayatını ölene dek.Ki ,ben o yıllarda Konservatuarda Türk Halk Müziği branşında 4-5 dersin hocası ve yaman bir müdafiiydim.Aynı bugün olduğu gibi.
Ama memleketin geleneksel yapısı itibarıyla birini seçmek zorundaydınız sevmek için.Herkes öyle yaptı.Ben yapmayanlardanım .Ve kendimi çok seviyorum ,ayrıca şanslı buluyorum bu açıdan.Aynı anda Bekir Sıdkı Sezgin'den Segah Ayin-i Şerif,peşisıra Itzhak Perlman'dan Beethoven Keman Koncerto ,sonra da Hacı Taşan'dan bir bozlağı aynı hazla sevip dinleyebilmek ne büyük mutluluk.
Bu şansı biraz da okulumuz Türk Müziği Devlet Konservatuarı'na borçluyuz.O devirde (maalesef İTÜ'ye bağlanana kadar), o okul bütün branşlarda eğitim vererek bu düşmanlığın körelmesine inanılmaz destek olmuştur.
Atatürk'ün 100 .doğum yılı münasebetiyle AKM 'de verilen konserde 100 kişilik koro konserine Çok sesli Acapella stilde Brahms,Verdi gibi sanatçıların eserleriyle başlamış;koro sabit kalıp şefler değişerek ardından Halk Müziğinin en seçkin eserlerinden örnekler vermiş ve yine şef değişerek Itri'nin Neva Kar_ı ile final yapmıştır.Bunları o gün öğrenci olup o koroda bulunduğum için yaşamımın en güzel anlarından biri olarak yadediyorum.
Elbette bu başarı , o devrin hocalarının büyük sanatçılardan müteşekkil olması sayesindeydi.Örneğin benim bağlama hocam Arif Sağ,Armoni -Solfej hocam İstanbul Devlet Senfoni orkestrasının şeflerinden Demirhan Altuğ,Repertuar Hocam Neriman Altındağ Tüfekçi ve Özdal Orhon,Meral Uğurlu gibi isimlerdi.Şan derslerini eski Devlet Operası sanatçılarından Güher Güney ve Belkıs Aran gibi diva olmuş isimlerle yapardık.Halk Müziği bilgileri hocam Nida Tüfekçi,Üslup Hocam Alaeddin Yavaşça ,say say bitmez.
Bu arada bu okul da zamanın iktidarı tarafından kapatılmak istendi,hocalar görevlerinden alındı.Değişen birşey yoktu yani memlekette.
Biz bu insanları ve kurumları devletçe hırpalarken bir de baktık ki Seda Sayan ablamız,Orhan Gencebay ağbimiz,Müslim Gürses de babamız oluvermiş...
Neyse bugün 10 kasımdı ; Tosca dinleyip Zeybek oynayalım,Mustafa Kemal'i yadedelim.O elmalarla armutları karıştırmayacak kadar zeki biriydi.Vatan diyince zeybek oynar,içerken Alaturka dinler,dinlemek için de Tosca'yı seçerdi.
Ne zekice ,ne zevkli ve ne uygun bir seçim herbiri..."
FAYEZ
TÜM müzik sevdalılarına sormak istiyorum!? Türkiyede kaç tane Türk müziği devlet konservatuarı var?Ayırımsız soruyorum. Sadece bu konuda biraz düşünelim istiyorum. Kendini bilmekten bu denli uzaklaştırılmış bir toplum ne kadar özgür olabilir? Kendine bu denli yabancılaşmış bir toplumdan şu anki kokuşmuş durumdan bAŞKa ne gibi bir sonuç çıkabilir?
ben de kendimce görüşlerimi ifade etme ihtiyacı içine girdim bu başlıkta yazılanları görünce,,,
1- gördüğünüz gibi forumlarda yazarken sıkı kurallara uyulması gerekmiyor benim yazdığım gibi,,, hatta ben devam etmekte sabırsızlandığım konularda üç virgül ,,, kullanırım, kısaltmalar kullanırım tmm gibi (tamam yerine kullanırım ve anlaşılır), büyük harf kullanmam hızlı yazabilmek için vsvs çünkü burada bilimsel bir yazı yazmıyorum, kitap çıkarmıyorum, derste bile değilim,,, ayrıca kendi görüşümdür; forumlarda çook uzun yazılar insanları fazlaca yoruyordur gibi geliyor bana. özellikle belli bir konuyu anlatan bilimsel makaleler değil de kişisel görüşleri içeren yazıları okumayan arkadaşların olduğundan eminim (ben okuyorum). makalelerin de doc ya da txt uzantılı dosyalar halinde link olarak verilmesi forumların okunabilirliğini arttırdığını düşünüyorum. ilgilenen indirir, okur, ilgilenmeyen yorulmamış olur o büyük hacimli yazılarla,,,
2- diğer yandan terbiyemi bozmuyorum, çünkü küçüklüğümden beri bana örnek olabilecek kişileri ve ÖĞRETMENLERİMİ dikkatle takip ettim, ben terbiye sınırlarında konuşabilme yeteneğine sahip bir eğitim fakültesi mezunuyum. (benim gibi olmayan eğitim fakülteliler de vardır belki ve ben de mükemmel değilimdir tabii ki)
3- benim işim öğretmenlik. sanatçı vasfım da var ama eğitimim öğretmenlik üzerine. sanatçı yönüm kendimi geliştirmemle alakalı ve bunu resmiyete dökmem mümkün değil. herkes işini yapmalı. işte bugün içinde bulunduğumuz durum; insanlar birbirinin işini yapmaya kalkışırsa neler olur biliyorsunuz,,, birşey söylemeyeceğim.
4- ben kpss den veya les den her ne ise o sınavdan alınacak notlarla öğretmen olunamayacağını biliyorum. lütfen bunu siz de bilin ve bununla savaşın. ben kimya mühendisliği de okuduğum için sırf müzik eğitimi okumuş birine fark atabiliyorum o tip sınavlarda ama ben bile bunu geçerli sayamazken (ve o sınavlara girmezken) benim dışımdaki öğretmen veya sanatçılar da bu sınavları geçerli görmeyin ve iptaline çalışın lütfen. (geçen sene de anadolu liseleri sınavı icat olundu,,, para tuzağından başka birşey değil bence,,, soruları incelerseniz anlayacaksınız ne demek istediğimi)
5- her zaman yaptığmız işi iyi yapalım diye söylerim ben her ortamda. bildiğim kadarıyla kons. mezunu olanlar kısa bir ek eğitim sürecinden sonra (formasyon) öğretmen zaten olabiliyorlar. alınan eğitimde de bir eksiklik yoksa neden olmasın? ilaveten talep edebileceğiniz tek husus, bu eğitim derslerinin normal süreç içerisine alımasıdır, bu da öğretmen olmayı düşünmeyen kişilere ters düşecektir. zaten bu işi yapmak için girişimde bulunma yeri de burası değildir bence. önemli olan yapılan işin iyi yapılması,,, bunun ön şartı da o işin eğitiminin alınmış olması. allah vergisi yetenek bizim işimizde hepsinden önde geliyor, bu çok doğru, ama o zaman kibariye de yetenekli olduğunu iddia ediyor.
6- eğitim fakültesi mezunu olanların türk müziği - batı müziği ayrımı yaptıkları yönünde bir önyargı var sanırım, çünkü bu başlık altında gördüğüm kadarıyla buna sadece kons. mezunu arkadaşlar değinmiş (ya da ben atlamış olabilirim). türk müziği - batı müziği ayrımı yapmam ben kendi adıma ama sistematik müzik öğretimine batı müziğindeki daha basit olan notalarla ve piyano ile başlamanın işi çok daha hızlandırdığını ve sistematik yönünden kullanışlı olduğunu gözlemliyorum hep, türk müziğini ise dinletilerden yola çıkarak anlatmam gerekiyor. elimde hatırı sayılır türk müziği kaynağı olmasına rağmen derslerde türk müziği ses sistemi ile nota anlatmak (lise seviyesindeki) öğrencilere ağır bir yük getirecektir, zaten diğer derslerin altında ezilen özellikle dokuzuncu sınıf öğrencilerine...
sevgilerle
1- gördüğünüz gibi forumlarda yazarken sıkı kurallara uyulması gerekmiyor benim yazdığım gibi,,, hatta ben devam etmekte sabırsızlandığım konularda üç virgül ,,, kullanırım, kısaltmalar kullanırım tmm gibi (tamam yerine kullanırım ve anlaşılır), büyük harf kullanmam hızlı yazabilmek için vsvs çünkü burada bilimsel bir yazı yazmıyorum, kitap çıkarmıyorum, derste bile değilim,,, ayrıca kendi görüşümdür; forumlarda çook uzun yazılar insanları fazlaca yoruyordur gibi geliyor bana. özellikle belli bir konuyu anlatan bilimsel makaleler değil de kişisel görüşleri içeren yazıları okumayan arkadaşların olduğundan eminim (ben okuyorum). makalelerin de doc ya da txt uzantılı dosyalar halinde link olarak verilmesi forumların okunabilirliğini arttırdığını düşünüyorum. ilgilenen indirir, okur, ilgilenmeyen yorulmamış olur o büyük hacimli yazılarla,,,
2- diğer yandan terbiyemi bozmuyorum, çünkü küçüklüğümden beri bana örnek olabilecek kişileri ve ÖĞRETMENLERİMİ dikkatle takip ettim, ben terbiye sınırlarında konuşabilme yeteneğine sahip bir eğitim fakültesi mezunuyum. (benim gibi olmayan eğitim fakülteliler de vardır belki ve ben de mükemmel değilimdir tabii ki)
3- benim işim öğretmenlik. sanatçı vasfım da var ama eğitimim öğretmenlik üzerine. sanatçı yönüm kendimi geliştirmemle alakalı ve bunu resmiyete dökmem mümkün değil. herkes işini yapmalı. işte bugün içinde bulunduğumuz durum; insanlar birbirinin işini yapmaya kalkışırsa neler olur biliyorsunuz,,, birşey söylemeyeceğim.
4- ben kpss den veya les den her ne ise o sınavdan alınacak notlarla öğretmen olunamayacağını biliyorum. lütfen bunu siz de bilin ve bununla savaşın. ben kimya mühendisliği de okuduğum için sırf müzik eğitimi okumuş birine fark atabiliyorum o tip sınavlarda ama ben bile bunu geçerli sayamazken (ve o sınavlara girmezken) benim dışımdaki öğretmen veya sanatçılar da bu sınavları geçerli görmeyin ve iptaline çalışın lütfen. (geçen sene de anadolu liseleri sınavı icat olundu,,, para tuzağından başka birşey değil bence,,, soruları incelerseniz anlayacaksınız ne demek istediğimi)
5- her zaman yaptığmız işi iyi yapalım diye söylerim ben her ortamda. bildiğim kadarıyla kons. mezunu olanlar kısa bir ek eğitim sürecinden sonra (formasyon) öğretmen zaten olabiliyorlar. alınan eğitimde de bir eksiklik yoksa neden olmasın? ilaveten talep edebileceğiniz tek husus, bu eğitim derslerinin normal süreç içerisine alımasıdır, bu da öğretmen olmayı düşünmeyen kişilere ters düşecektir. zaten bu işi yapmak için girişimde bulunma yeri de burası değildir bence. önemli olan yapılan işin iyi yapılması,,, bunun ön şartı da o işin eğitiminin alınmış olması. allah vergisi yetenek bizim işimizde hepsinden önde geliyor, bu çok doğru, ama o zaman kibariye de yetenekli olduğunu iddia ediyor.
6- eğitim fakültesi mezunu olanların türk müziği - batı müziği ayrımı yaptıkları yönünde bir önyargı var sanırım, çünkü bu başlık altında gördüğüm kadarıyla buna sadece kons. mezunu arkadaşlar değinmiş (ya da ben atlamış olabilirim). türk müziği - batı müziği ayrımı yapmam ben kendi adıma ama sistematik müzik öğretimine batı müziğindeki daha basit olan notalarla ve piyano ile başlamanın işi çok daha hızlandırdığını ve sistematik yönünden kullanışlı olduğunu gözlemliyorum hep, türk müziğini ise dinletilerden yola çıkarak anlatmam gerekiyor. elimde hatırı sayılır türk müziği kaynağı olmasına rağmen derslerde türk müziği ses sistemi ile nota anlatmak (lise seviyesindeki) öğrencilere ağır bir yük getirecektir, zaten diğer derslerin altında ezilen özellikle dokuzuncu sınıf öğrencilerine...
sevgilerle
hiçbir iyilik cezasız kalmaz
İnternet Türkçesi konusunda...
Bir alıntı:
"...Yanlışın yayılma hızı, doğrunun yayılma hızından, her zaman kat kat fazladır. Pırıl pırıl bir Türkçe, kimsenin dikkatini çekmez de yamuk yumuk yazılışlar ve söyleyişler herkesin diline dolanır. Özgünlüğü, en ucuz ve en kolay yoldan yakalamaya çalışanlar, kırcan mı belimi; öldürcen mi; çıldırtcan mı gibi söyleyişlere, Ayağını yerden kescem senin; çilek dudaklarına yapışıp kalıcam benzeri dizelere (!) bel bağladıklarında, bu sözlerin içeriğinin verdiği zararın yanında yazma ve söyleme biçimleriyle de hem Türkçe'ye hem gençlere zarar vermekteler. Hele Türkçe için, Yazıldığı gibi okunur; okunduğu gibi yazılır. biçimindeki ezberden fazlası öğretilmemiş gençlerde, bu yazılış ve söyleyişlerin asıllarını öğrenmemeye hatta önemsememeye yol açabilirler. Zaten internet iletişiminde, çetleşme adı verilen hızlı haberleşmelerde, cep telefonu mesajlarında bu biçimde yazmakta olan genç için, garip bir durum değildir bu; kendisinin de bildiği biricik yazımdır. Anadilinin yazım ilkelerini bile bilmeyen bir gençten, o dili önemsemesini bekleyebilir miyiz? Peki, önemsemediği dille doğru düşünmesini, icatlar yapmasını, yaratıcı olmasını bekleyebilir miyiz? İşte, bir çeşit oyun olarak algılanan ve ciddiye alınmayan durum, bu kadar tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bunu da asla gözden uzak tutmamalıyız. ..."
DEMİŞ; Feyza HEPÇİLİNGİRLER ( 1 ) ( Türkçe açısından, kim olduğunu anlatmama gerek yok sanırım... )
Bu yazıyı; Sevgili, Sayın CEVİT'e bir yanıt olarak yazmıyorum. Kendisi, son derece iyiniyetli ve saygılı biçimde ( zaten aksi mümkün değil çünkü kendisi, doğal haliyle insan sevgisi ve saygısı ile dolu bir yapıya sahip. Bu vesileyle, minik bebeklerini de Allah sağlıkla, güzellikle büyütmek nasip etsin demek isterim... ) duygu ve düşüncelerini ifade etmiş. Hatta, imla kurallarına uymayış biçimini de belli bir mantığa oturtma gereği duyacak biçimde özenli yazmış. Sayın HEPÇİLİNGİRLER'in yazısını yazmamın temel nedeni; Sayın CEVİT'in iyiniyetli yazısından cesaret bulacak bazı olası bilinçsiz kişilerin, Sayın HEPÇİLİNGİRLER'in endişelendiği konuları; bilerek ya da bilmeyerek daha da yaygınlaştırmaya eğilim gösterebilecekleri yönünde bir olasılığa dayanmaktadır. Ayrıca; dikkat edilecek olursa, Türkçe konusunda en önde gelen akademisyenlerden biri olan Sayın HEPÇİLİNGİRLER; görüş ve önerilerini, genellikle müzik ve müzikçiler üzerinden geliştirmektedir. Yani; bu alıntı, herkesten önce ve özellikle biz müzik eğitimcilerini ilgilendirmektedir. Yani; biz müzik eğitimcileri, herkesten fazla, her yerde ve zamanda TÜRKÇEMİZ e ( örnek olmak anlamında ) çok dikkat etmek zorundayız. Ayrıca bu site ve bu forum, en bilimsel düşünmemiz ve davranmamız gereken bir ortamdır. Sınıflarda yaklaşık 40, okullarda yaklaşık 1000 öğrenci ile muhatap oluyorsak; bu sitede, bu forumda yer alan görüş, düşünce ve öneriler de her gün her saat çok sayıda insan tarafından ilgiyle, merakla takip ediliyor; her açıdan önemli izler bırakıyor. Dolayısıyla; bu sitede, bu forumda her zaman olduğumuzdan da daha özenli bir Türkçe kullanmak zorundayız. Çünkü bu sitede; belki de her yerde olduğumuzdan daha fazla ön plandayız. Ayrıca, bu özenlilik için hiçbir engel de yoktur. Örneğin, bu forumda, hiç kimsenin herhangi bir yazıyı belli bir sürede yazmak, yanıtlamak vb. mecburiyeti bulunmadığına göre ( üstelik burada yazılanların site varolduğu sürece gözönünde bulunacağı da düşünülecek olursa... ); itinayla yazmak yönünde, zamansal vb. hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu yaklaşımımı; TÜBİTAK yayınları arasında yer alan "Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır" isimli ( 2 ) kitapta yer alan bir söz ile benzeştirerek desteklemek isterim:
HAYAT O KADAR KISA DEĞİLDİR VE NEZAKET İÇİN DAİMA YETERLİ ZAMAN VARDIR ( Ralph Waldo EMERSON )
Benim için; benimle iletişim kuran ya da kuracak kişinin her koşul, zaman ve yerde kullandığı dile göstereceği özen, herşeyden önce bana karşı nezaketinin göstergesi olmuştur ve olacaktır. Bu durumu şöyle de örnekleyebiliriz: Birisi sigara içmek ister; bir başkasına sigara dokunuyordur. Bu durumda öncelik nasıl ki kesinlikle, sağlık vb. nedenlerle sigara içmeyenindir; Türkçe'nin kullanımındaki özenlilik talebi de ZARARSIZ OLAN TALEP olduğuna göre öncelikli olmalıdır. Üstelik daha dün, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde dahi bir "DÜZGÜN TÜRKÇE SEFERBERLİĞİ" başlatılmışken bizlerin; eğitim ordusunun neferlerinin de herhalde, heryerden önce, okuyanıyla-yazanıyla son derece saygın bu sitede bizlere yakışan bir Türkçe kullanmak yönünde biraz daha fazla çaba harcamaktan yakınmamamız gerekir.
Sayın CEVİT'i kızdırmadan ( yani yazıyı çok uzatmadan ) şimdilik bu kadar diyeyim. Önümüzdeki günlerde, bu başlık altında, Türk Musikisi Devlet Konservatuarları bağlamında, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda yaşanan ilginç gelişmeleri de hep birlikte düşünüp değerlendirmemiz ( Sayın Ahmet KANNECİ'nin yaşadıklarını da gözönünde bulundurarak ) gerekecektir sanıyorum.
Saygı ve selamlarımla.
Alp ÖZEREN
( 1 ) HEPÇİLİNGİRLER, Feyza, Popüler Kültür ve Dil Soruşturması, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Kasım 2004, Sayı: 57, s. 131
( 2 ) DAY, Robert A., Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır, çev: Gülay AŞKAR ALTAY, Tübitak Yayınları, Tübitak Matbaası, 1996, s. 53
"...Yanlışın yayılma hızı, doğrunun yayılma hızından, her zaman kat kat fazladır. Pırıl pırıl bir Türkçe, kimsenin dikkatini çekmez de yamuk yumuk yazılışlar ve söyleyişler herkesin diline dolanır. Özgünlüğü, en ucuz ve en kolay yoldan yakalamaya çalışanlar, kırcan mı belimi; öldürcen mi; çıldırtcan mı gibi söyleyişlere, Ayağını yerden kescem senin; çilek dudaklarına yapışıp kalıcam benzeri dizelere (!) bel bağladıklarında, bu sözlerin içeriğinin verdiği zararın yanında yazma ve söyleme biçimleriyle de hem Türkçe'ye hem gençlere zarar vermekteler. Hele Türkçe için, Yazıldığı gibi okunur; okunduğu gibi yazılır. biçimindeki ezberden fazlası öğretilmemiş gençlerde, bu yazılış ve söyleyişlerin asıllarını öğrenmemeye hatta önemsememeye yol açabilirler. Zaten internet iletişiminde, çetleşme adı verilen hızlı haberleşmelerde, cep telefonu mesajlarında bu biçimde yazmakta olan genç için, garip bir durum değildir bu; kendisinin de bildiği biricik yazımdır. Anadilinin yazım ilkelerini bile bilmeyen bir gençten, o dili önemsemesini bekleyebilir miyiz? Peki, önemsemediği dille doğru düşünmesini, icatlar yapmasını, yaratıcı olmasını bekleyebilir miyiz? İşte, bir çeşit oyun olarak algılanan ve ciddiye alınmayan durum, bu kadar tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bunu da asla gözden uzak tutmamalıyız. ..."
DEMİŞ; Feyza HEPÇİLİNGİRLER ( 1 ) ( Türkçe açısından, kim olduğunu anlatmama gerek yok sanırım... )
Bu yazıyı; Sevgili, Sayın CEVİT'e bir yanıt olarak yazmıyorum. Kendisi, son derece iyiniyetli ve saygılı biçimde ( zaten aksi mümkün değil çünkü kendisi, doğal haliyle insan sevgisi ve saygısı ile dolu bir yapıya sahip. Bu vesileyle, minik bebeklerini de Allah sağlıkla, güzellikle büyütmek nasip etsin demek isterim... ) duygu ve düşüncelerini ifade etmiş. Hatta, imla kurallarına uymayış biçimini de belli bir mantığa oturtma gereği duyacak biçimde özenli yazmış. Sayın HEPÇİLİNGİRLER'in yazısını yazmamın temel nedeni; Sayın CEVİT'in iyiniyetli yazısından cesaret bulacak bazı olası bilinçsiz kişilerin, Sayın HEPÇİLİNGİRLER'in endişelendiği konuları; bilerek ya da bilmeyerek daha da yaygınlaştırmaya eğilim gösterebilecekleri yönünde bir olasılığa dayanmaktadır. Ayrıca; dikkat edilecek olursa, Türkçe konusunda en önde gelen akademisyenlerden biri olan Sayın HEPÇİLİNGİRLER; görüş ve önerilerini, genellikle müzik ve müzikçiler üzerinden geliştirmektedir. Yani; bu alıntı, herkesten önce ve özellikle biz müzik eğitimcilerini ilgilendirmektedir. Yani; biz müzik eğitimcileri, herkesten fazla, her yerde ve zamanda TÜRKÇEMİZ e ( örnek olmak anlamında ) çok dikkat etmek zorundayız. Ayrıca bu site ve bu forum, en bilimsel düşünmemiz ve davranmamız gereken bir ortamdır. Sınıflarda yaklaşık 40, okullarda yaklaşık 1000 öğrenci ile muhatap oluyorsak; bu sitede, bu forumda yer alan görüş, düşünce ve öneriler de her gün her saat çok sayıda insan tarafından ilgiyle, merakla takip ediliyor; her açıdan önemli izler bırakıyor. Dolayısıyla; bu sitede, bu forumda her zaman olduğumuzdan da daha özenli bir Türkçe kullanmak zorundayız. Çünkü bu sitede; belki de her yerde olduğumuzdan daha fazla ön plandayız. Ayrıca, bu özenlilik için hiçbir engel de yoktur. Örneğin, bu forumda, hiç kimsenin herhangi bir yazıyı belli bir sürede yazmak, yanıtlamak vb. mecburiyeti bulunmadığına göre ( üstelik burada yazılanların site varolduğu sürece gözönünde bulunacağı da düşünülecek olursa... ); itinayla yazmak yönünde, zamansal vb. hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu yaklaşımımı; TÜBİTAK yayınları arasında yer alan "Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır" isimli ( 2 ) kitapta yer alan bir söz ile benzeştirerek desteklemek isterim:
HAYAT O KADAR KISA DEĞİLDİR VE NEZAKET İÇİN DAİMA YETERLİ ZAMAN VARDIR ( Ralph Waldo EMERSON )
Benim için; benimle iletişim kuran ya da kuracak kişinin her koşul, zaman ve yerde kullandığı dile göstereceği özen, herşeyden önce bana karşı nezaketinin göstergesi olmuştur ve olacaktır. Bu durumu şöyle de örnekleyebiliriz: Birisi sigara içmek ister; bir başkasına sigara dokunuyordur. Bu durumda öncelik nasıl ki kesinlikle, sağlık vb. nedenlerle sigara içmeyenindir; Türkçe'nin kullanımındaki özenlilik talebi de ZARARSIZ OLAN TALEP olduğuna göre öncelikli olmalıdır. Üstelik daha dün, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde dahi bir "DÜZGÜN TÜRKÇE SEFERBERLİĞİ" başlatılmışken bizlerin; eğitim ordusunun neferlerinin de herhalde, heryerden önce, okuyanıyla-yazanıyla son derece saygın bu sitede bizlere yakışan bir Türkçe kullanmak yönünde biraz daha fazla çaba harcamaktan yakınmamamız gerekir.
Sayın CEVİT'i kızdırmadan ( yani yazıyı çok uzatmadan ) şimdilik bu kadar diyeyim. Önümüzdeki günlerde, bu başlık altında, Türk Musikisi Devlet Konservatuarları bağlamında, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda yaşanan ilginç gelişmeleri de hep birlikte düşünüp değerlendirmemiz ( Sayın Ahmet KANNECİ'nin yaşadıklarını da gözönünde bulundurarak ) gerekecektir sanıyorum.
Saygı ve selamlarımla.
Alp ÖZEREN
( 1 ) HEPÇİLİNGİRLER, Feyza, Popüler Kültür ve Dil Soruşturması, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Kasım 2004, Sayı: 57, s. 131
( 2 ) DAY, Robert A., Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır, çev: Gülay AŞKAR ALTAY, Tübitak Yayınları, Tübitak Matbaası, 1996, s. 53
Sayın ve çok sevgili Alp Özeren, sizi şahsen de tanıyan birisi olarak, yazdıklarınızla neyi kastettiğinizi çok iyi anlıyorum. Tabii ki saygıyla karşılıyorum. Kendi düşüncelerimi açıklamıştım ve bunu bir ihtiyaç olarak hissetmiştim.
Yazdıklarınızda ve alıntınızdaki fikirlerde kesinlikle haklısınız. Ben halen kısaltmalar ve kullanmadığım shift tuşlarından elde edeceğim zamanla kar edeceğim kanısındayım. Ancak en azından bir süre bu sitedeki yazılarımda, yazım kurallarına dikkat edeceğim. Ben sadece müzik öğretmenlerini ve internet üzerinden konuştuğum, müzikle ilgili olan öğrencilerimi (lise) baz alarak düşüncelerimi ifade etmiştim. Hedef kitlem bu çünkü. Ancak hem gelecekte de bu yazıların okunabilmesi ihtimalini düşünerek, hem de yazılarımın hedeflemediği kitle içinde bulunabilecek "internet dilinden" etkilenebilecek kişilere zararım dokunmasın diye düşüncelerinizi dikkate alacağım.
Zaten üslubunuz "tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" tarzında olduğundan bana sadece bunu yapmak düşer diye düşünüyorum
Uzun yazılarla ilgili görüşümde ısrarlıyım ama kimselere kızmak haddime değil Yalnızca görüşümü bildirdim.
Sevgi ve saygılarımla
Burak CEVİT
Yazdıklarınızda ve alıntınızdaki fikirlerde kesinlikle haklısınız. Ben halen kısaltmalar ve kullanmadığım shift tuşlarından elde edeceğim zamanla kar edeceğim kanısındayım. Ancak en azından bir süre bu sitedeki yazılarımda, yazım kurallarına dikkat edeceğim. Ben sadece müzik öğretmenlerini ve internet üzerinden konuştuğum, müzikle ilgili olan öğrencilerimi (lise) baz alarak düşüncelerimi ifade etmiştim. Hedef kitlem bu çünkü. Ancak hem gelecekte de bu yazıların okunabilmesi ihtimalini düşünerek, hem de yazılarımın hedeflemediği kitle içinde bulunabilecek "internet dilinden" etkilenebilecek kişilere zararım dokunmasın diye düşüncelerinizi dikkate alacağım.
Zaten üslubunuz "tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" tarzında olduğundan bana sadece bunu yapmak düşer diye düşünüyorum
Uzun yazılarla ilgili görüşümde ısrarlıyım ama kimselere kızmak haddime değil Yalnızca görüşümü bildirdim.
Sevgi ve saygılarımla
Burak CEVİT
hiçbir iyilik cezasız kalmaz
- Semra Fayez
- Mesajlar: 95
- Kayıt: 05 Haz Pzr, 23:25
- Konum: Ankara
Taktik iyiydi:)
Yunus Emre de diyor ki:
Sözünü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz.
Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.
Sözünü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz.
Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.
FAYEZ
Zaman Yönetimi
Yıllar önce; İTÜ Konservatuarı'nda lisans öğrencisi iken, Selahaddin İÇLİ hocamızın, bir sohbetimiz esnasında, İngilizler'in "Hi" ve "Bye" kelimelerini kullanarak, selamlaşma ve vedalaşma anlarında dahi akıllıca bir şekilde zamandan tasarruf ettiklerini vurgulayışından bu yana; "zaman yönetimi" konusunda çok başarılı olmadığımı hissediyorum aslında. Bu bağlamda; günlük yaşamda, bireyler arasında, internet ortamındaki iletişime hız kazandırabilecek araçlardan biri olarak, "internet dili"ni oldukça yaratıcı ve yararlı buluyorum. Bu yararlı sohbetimizin bir uzantısı olarak; ben de "internet dili" konusunda kendimi geliştireceğime söz veriyorum. Keyifli sohbeti; geliştirici, çözüm odaklı ve zarif üslûbu ve onca işinin arasında "yazı"ya ayırdığı zaman için Sayın Burak CEVİT'e ayrıca her zamanki gibi "şiir tadında" katkısı için de Sayın Semra FAYEZ'e teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, tüm öğretmen arkadaşlarıma da verimli bir ikinci yarıyıl diliyorum.
Saygılarımla
Alp Özeren
Saygılarımla
Alp Özeren
Arkadaşlar hepinizi çok seviyorum, ister eğitim fakülteli ister batı konservatuarlı ister müzikolojili ister dtmk li olun.Türkiye'de müzik ve müzik eğitimi okullarının yapısına bakarsak gecekondu yapısı gibidir.Bir tertip, düzen, sınıflama, örgütlenme tam olarak yoktur.Bir akademik koordinasyon da yoktur.Yukarıda saydığım bölümlerde okutulan derslerin ortak konu alanlarında bile okullar,fakülteler,bölümler arasında literatür dövüşleri yaşanır, bu, 50 yıldır çözülememiştir, çözülmek istenmiyor.
Müzik teknolojileri bölümünde okuyan bir arkadaş 4 yıl boyunca lehim yapar,mastering yapar,aranjörlük yapar,süpervizörlük, midi,ileri kayıt teknikleri öğrenir bunun yanında müzik ve toplum,tpmt ve diğer müzikoloji dersleri ile de uğraşır ama diplomasında ne ses mühendisi ne aranjör yazar, dtmk li kişi 5 yıl boyunca TM solfej nazariyat,batı solfej nazariyat,armoni, do minör dikte,batı,halk ve sanat müziği dikteleri,stüdyo, meslek çalgısı ,tonla trt repertuarı,folklor, tkm,türbiçim görür diplomasında trt sanatçısı yazmaz,mezun olduğu gün gidip bir ay 3 bir ay 6 maaşla başlamaz, bu sadece bozacı-şıracı yönetimlerin tekeli olan karar mekanizmasının tekelindedir.Dtmk lerde sürekli 1000 civarında öğrenci bulunur, (dumur manyakları toplama kampı) sınav zamanları bu sayı 2000i geçer(itü de 5000 olur herhalde) Çünkü 6ya, 7ye,8e uzamış kimseler başta olmak üzere %60 bıraklımıştır.Sınavlar bire bir olur, hoca odalarının önü ssk kuyruğu gibidir,çünkü herkesi bırakmıştır.Derslerde bırakınız esasici,daimiciliği, eğitim felsefesi öncesi bir yaklaşım vardır, hoca ne derse o olur ama 8e uzatıp oradan da atılmak isterseniz o ayrı ne söyleyecekseniz söyleyebilirsiniz.Okulun bahçesi hocalar,yarı-hocalar ve öğrenciler ile doludur.Ne demek yarıhoca diyenler varsa :bu kişiler ne tam hocadırlar ne öğrencidirler, genelde istihbarat yaparlar, hocaların gıcık oldukları öğrenciler için geçerli bırakma yolları bulmalarında onlara yardım ediverirler, hoca olmadığı zaman onun gibi yetkiye sahiptirler.Bir de alttan dersi olan hocalar vardır, neyse daha fazla bilgi almak isteyenler özelden sorsunlar bana çünkü bu gerçekler kötü etkilere yol açabilir.
Eğitim fakülteleri yine en sağlıklılarıdır, hiç olmazsa oradan çıkan arkadaşlar diplomalarında yazanı olabiliyorlar, öğretmenlik en önce bu arkadaşların hakkı, ama biraz daha TM eğitimine ağırlık verebilirlerse bu okullarda daha iyi olmuş olur.Bir de kps ve les saçmalıkları vardır.1999 dan beri herkes kps den geçirildi.O zaman ben diploma almayim doğrudan kps ye gireyim alsınlar beni öğretmen.Hesap bu herhalde..
Müzik teknolojileri bölümünde okuyan bir arkadaş 4 yıl boyunca lehim yapar,mastering yapar,aranjörlük yapar,süpervizörlük, midi,ileri kayıt teknikleri öğrenir bunun yanında müzik ve toplum,tpmt ve diğer müzikoloji dersleri ile de uğraşır ama diplomasında ne ses mühendisi ne aranjör yazar, dtmk li kişi 5 yıl boyunca TM solfej nazariyat,batı solfej nazariyat,armoni, do minör dikte,batı,halk ve sanat müziği dikteleri,stüdyo, meslek çalgısı ,tonla trt repertuarı,folklor, tkm,türbiçim görür diplomasında trt sanatçısı yazmaz,mezun olduğu gün gidip bir ay 3 bir ay 6 maaşla başlamaz, bu sadece bozacı-şıracı yönetimlerin tekeli olan karar mekanizmasının tekelindedir.Dtmk lerde sürekli 1000 civarında öğrenci bulunur, (dumur manyakları toplama kampı) sınav zamanları bu sayı 2000i geçer(itü de 5000 olur herhalde) Çünkü 6ya, 7ye,8e uzamış kimseler başta olmak üzere %60 bıraklımıştır.Sınavlar bire bir olur, hoca odalarının önü ssk kuyruğu gibidir,çünkü herkesi bırakmıştır.Derslerde bırakınız esasici,daimiciliği, eğitim felsefesi öncesi bir yaklaşım vardır, hoca ne derse o olur ama 8e uzatıp oradan da atılmak isterseniz o ayrı ne söyleyecekseniz söyleyebilirsiniz.Okulun bahçesi hocalar,yarı-hocalar ve öğrenciler ile doludur.Ne demek yarıhoca diyenler varsa :bu kişiler ne tam hocadırlar ne öğrencidirler, genelde istihbarat yaparlar, hocaların gıcık oldukları öğrenciler için geçerli bırakma yolları bulmalarında onlara yardım ediverirler, hoca olmadığı zaman onun gibi yetkiye sahiptirler.Bir de alttan dersi olan hocalar vardır, neyse daha fazla bilgi almak isteyenler özelden sorsunlar bana çünkü bu gerçekler kötü etkilere yol açabilir.
Eğitim fakülteleri yine en sağlıklılarıdır, hiç olmazsa oradan çıkan arkadaşlar diplomalarında yazanı olabiliyorlar, öğretmenlik en önce bu arkadaşların hakkı, ama biraz daha TM eğitimine ağırlık verebilirlerse bu okullarda daha iyi olmuş olur.Bir de kps ve les saçmalıkları vardır.1999 dan beri herkes kps den geçirildi.O zaman ben diploma almayim doğrudan kps ye gireyim alsınlar beni öğretmen.Hesap bu herhalde..
sayın hocam biz çok batı müzikçi gördük ..daha piyano çalamayan hele ege dtmk gibi memleketin en iyi üniversitelerinden birinde...halada burda okuyorum ve inanın bizim okulumuzun çoğu mezunu çok tanıdığım batı müzikçi arkadaştan kat kat iyidir ve eğitimde verebilirler..burda kimse birbirini kandırmasın aldığın formasyon mu size öğretme yetisi veriyor..eğer öğleyse bizimde formasyon hakkımız var...kolay gelsin...:D:D:DAdmin yazdı:Sayın Duran,
Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda adından da anlaşılacağı üzere Türk müziği eğitimi verilmekte ve mezunları bu alanla ilgili konularda istihdam edilmektedirler.
Öğretmenlik diploması ise ülkemizde sadece eğitim fakültesi mezunlarına verilmektedir. Başka bir deyişle müzik öğretmeni "eğitim fakültesi müzik eğitimi bölümünde" yetiştirilmektedir. Bu nedenle de müzik eğitiminin yanısıra öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği eğitim (formasyon) dersleri de programda yer almaktadır. Ayrıca buna ek olarak programda Türk müziğine de yer verilmektedir.
Bu nedenle eğitim fakültesi mezunu müzik öğretmeni varken TMDK mezunlarının öğretmen olarak istihdam edilmesi ne yazıkki doğru değildir.
Zaten siz de açıkça bu istediğinizi maddi gerekçelere dayandırıyorsunuz ve diyorsunuz ki:Ne yazık ki müzik öğretmenleri ya da başka bir deyişle müzik eğitimcileri bu işi sadece maddi gerekçelerle yapmıyor öncelikle bu işi sevdikleri için yapıyorlar. Düşüncelerimiz arasındaki başlıca fark da buradan kaynaklanıyor. Herkesin ek kazanca ihtiyacı olabilir ancak bunun yolu sizin önerdiğiniz yol olmamalı!Bazı maddi imkanlarında bu kültürün gelişmesinde katkıda bulunması gerekiyor.
Doç. Dr. Süleyman Tarman
Müzik Eğitimcisi
çok iyi bir müzik eğitim almak müzik eğitimi veririm anlamına gelmez. herkes kendi kulvarında kendi haddinde bu işi yapıyor ve yapmak zorunda. ege konservtr gibi bir yeri bitirip öğretmen olmayı istemek hayret verici bir olay. yok ben illa öğretmen olmak istiyorum diyorsa kişi gidip eğitm fak. okusaydı , konservatuarda ne işin var derim. konservatuar mezunlarının öğretmen olması ziraat mühendislerinin öğretmen olmasından farksız. titre ve kendine gel türk genci
iyilik yap denize at demişler balık bilmezse Halik bilir....