Nereden Nereye...

Doğrudan müzikle ilgili olan konulara yer veriniz.
Cevapla
hakan önsöz
Mesajlar: 23
Kayıt: 26 May Cum, 8:04
Konum: Bekir Aksoy İ.Ö.O Çorum

Nereden Nereye...

Mesaj gönderen hakan önsöz »

NEREDEN NEREYE

80’li yıllarda Ortaokulda(6-7-8.sınıflar) seçmeli müzik dersi vardı. Bir de haftalık 1 saat olan Müzik dersi ile birlikte, 7 saat Müzik dersi gördük bizler. Müzik Öğretmenimiz rahmetli İlter Koçak ile gerçekleşen bu derslerde, Müzik dersini seçmemizin dolu dolu hazzını yaşamamızın yanı sıra, bilgi ve sosyalleşmemiz açısından çok iyi geliştiğimizi hissediyorduk. Ders saati yeterince olduğu için, öğretmenimiz mandolin ve flüt olmak üzere iki anaçalgı grubu çalışması yapmış ve gerektiğinde de bağlama, gitar, mey, cura gibi yan enstrümanlar ile, oluşabilecek sosyal ortamları renklendirmeye çalışmıştı. Mandolin akortlarını beklemek bile keyif veriyordu bizlere. Seslerin, akort düdüğünden çıkan beşli aralığı tutturana kadar çıkardığı yolu takip etmek, çok zevkli gelirdi bana.
Ders kitabı dışında mandolin metodu ve Blok flüt metotlarından da farklı çalışmalar yapardık. İki sesli ve üç sesli çalışmalar ile ilk kez tanışan birisi için tadına doyulmaz deneyimler olurdu bizlere. Ders sonrası bile teneffüslerde tınlatır, tınlatırdık…Müzik yapma aşkımız doruk noktalara ulaşır, dersle, mekanla, kitapla sınırlı kalmaz, yaşadığımız anların her bir karesine yayılırdı. Fırına verilmek üzere kabarmış, kıvama gelmiş bir hamur gibiydik.
Öğretmenimin, benim için uygun olduğunu düşündüğü fırın ortamı konservatuardı. Büyük bir heves ve arzu ile bu okulun sınavlarına hazırladı beni Öğretmenim. Burada sınavlara hazırlamak kelimesi biraz çiğ kalacak. Kendisi zaten bizim alt komşumuz olduğu için, müzik kütüphanesinden hep faydalanır durumdaydım. Bir çok klasik eserin plaklarına, kasetlerine, hikayelerine bu evde ulaşmaktaydım. Kulağım ve dimağım, klasik armoniye, tonal sisteme, ardına kadar açıktı. Öğretmenimin yoğun motivasyonu ve gelmiş olduğum son durum, konservatuarı kazanabilmem konusunda beni çok cesaretlendirmişti..
Şimdiki Mamak Belediyesi olan Devlet Konservatuarı binasına geldiğimiz zaman ki duygularımı anlatamam. Seçici kurulda ki birkaç Ünlü simayı görmem, heyecanımı daha da artırmıştı. Birazdan sıra bana gelmiş ve ilk kez kuyruklu bir piyanodan çıkan sesleri algılayıp, ifade etmeye çalışıyordum. Piyanoda ses basan adamın, bir an önce işimin bitmesini arzu eden bir tavrı var gibiydi. Bu kadar seri çok ses basıp, cevabını ışık hızında bekleyen bir komisyon olabileceği hiç aklıma gelmemişti. İlk aşama sınavında 90 puanla dördüncü olmuştum. İkinci aşama sınavı daha kolaydı benim için. Flüt parçamdan emindim ve şan parçam da çok görkemli ve ter temizdi…Bir dakika önce hayretler içerisinde beni dinlediğini hissettiğim komisyon üyeleri, aralarındaki hummalı değerlendirmelerden sonra beni yanlarına çağırdılar.
“Güzelim, sen başvuru formuna üflemeli çalgı yazmışsın!”
“Evet doğru, ben flüt çalıyorum”
“Aç bakalım sen bir ağzını!...”
Ne bu şimdi! Ne alıyoruz, ne satıyoruz? Bir an kendimi Salı pazarında kendini beğendirmeye çalışan bir kumaş gibi hissettim. Bakılacak bir ağzım olmadığını biliyordum. Diş bakımı ile ilgili reklam yoktu televizyonlarda ve genetik olarak dişlerimiz bozuktu bizim. Keşke, öğretmenimle bu kadar çalışmasaydık da bir sene önce dişçiye gitseydim dedim içimden…
Hastaya son birkaç ayı kaldığını söylemekte zorlanan bir ifade ile başlar ileri geri sallanır; Söze nereden başlayacağını bilemeyen, biraz endişeli bir üslupla:
“Sen nerelisin ufaklık?”
“Çorum…”
“hımmm! Leblebi memleketi.”
Biraz daha eke gözüken bu adam komisyon başkanı olsa gerekti. Birazdan sopasını masaya vurup ”karar” diyerek başlayacak konuşmasına sanki. Bir iki hafif muhabbet ile nihaiyi akıbetimi daha çekilir hale getirmek istiyorlar ve ardımdan, küçük camdan kalbimin parçalarını toplamak istemiyorlar gibiydi.
“Bak, leblebiyi çok yemişsin, dişlerin çürümüş! Yaaa…”
Konunun, başvuru formuna nefesli sazlar yazmam ile bir alakası olduğunu anladım ama benim için karar verilmişti bile.
“Bakın ben o forma yazılan tercih enstrümanın bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum. Uygun göreceğiniz başka bir enstrüman da çalabilirim, ya da dişlerimi yaptırabilirim, lütfen…Ben bu okulu çok istiyorum”
Hayatımda ilk kez birisine yalvarıyordum. Utanmadan, sıkılmadan yalvardım bir süre…İki sınavı da yüksek puanlarla kazan, sonra bir diş meselesi çıksın başımıza ve hüsran!”
Kamera şakası gibi…Bunu nasıl açıklarım insanlara, anneme, babama, öğretmenime! En çok da öğretmenime!...
Çoruma boynu bükük döndüm. Lise yıllarım, Ortaokul yılları gibi zevkli geçmedi müzik açısından. Haftada 2 saat rutin müzik dersleri kesmiyordu beni. Öğretmenim artık dersime girmiyordu ama benimle ilgisini kesmedi hiçbir zaman. “Gazi’ye gidersin, Orada da çok güzel eğitim veriliyor. Ben de oradan mezun oldum, sen de benim gibi bir müzik öğretmeni olmak istemez misin?”
3 yıl çarçabuk geçmişti bile. Gazi’nin sınavlarında sıramı bekliyorum. Konservatuar sınavındaki heyecanımdan eser yoktu artık. Okulu 4. lükle kazandım. Burada Zuckmayer’in öğrencileri ile Sadettin Ünal, Ali Uçan, Ali Sevgi, Ertuğrul Bayraktar ile tanıştım. Onlar benim yeni öğretmenlerimdi artık. Ayaklarım yere basmıyordu. Karşıma çıkan her yeni öğretmene, her yeni derse, her şeye, keşfedilecek bir dünya gözüyle, hayranlıkla bakıyordum.
Müziğin hassasiyetlerini, beklentilerini, hedeflerini ve ruhumuzda bırakması düşünülen zerreleri ilk bu öğretmenlerle hissettim, yaşadım. Blok flütü çok iyi çaldığıma inanan Ben, bu konuda bir çok eksiğimin olduğunu ilk kez Sadettin Ünal’ın dersinde anladım. Sadettin Hoca tatlı sert bir adamdı. Uzun uzun flüt ile ses üretme çalışmaları yaptırır, bizim kulağımız bu seslerden patlar ama O hiç daralmadan üflettirmeye devam ederdi. Bir çok zaman yeter! Dediğim olurdu içimden. Ben! Flüte aşık olan Ben bile…Verilen ödevleri çok güzel çalışır, çalar fakat Sadettin Hoca’ya beğendiremezdim. Neden bu adam bu kadar zor beğeniyor derdim içimden. Ses üretme ile ses çıkarma arasındaki farkı anlatmaya çalışıyordu aslında bizlere. Çıkan seslerin bir ezgiye benzemesi Onun için hiç önemli değildi. Doğa’nın tümü bir ezgi değimliydi ki zaten!...Bizim yapmamız gereken güzel sesler ile bir ezgiye ulaşmaktı. Sese hakim olamayan hiçbir şeye sahip olamazdı. 10’dan aşağı düşmeyen müzik notum vasat durumlara düşmüştü. Ama bir yandan flüt’ü ve anatomisini anlamaya başlamıştım. Tek tek uzun uzun sesler üretmekten zevk alır hale gelmiştim. “Ne güzelmiş bu la hele sol!” Güzel ve doğru bir gam, eser tadında zevk vermeye başlamıştı. Geç de olsa Sadettin Hoca’yı anlamıştım. Kızmalarına ve kaşlarını çatmalarına içerlemiyordum artık.
Sadettin Ünal’ın derslerinden sıkılıp, sızlandığımız zamanlar, yanımıza başka bir öğretmen gelip de bizlere, “boş verin, takmayın kafanıza, o inatçı, hiçbir şeyi beğenmeyen bir adam zaten” demedi. Diğer öğretmenlerimizin de eğitim felsefeleri çok farklı değildi çünkü…(İşte bu nokta, iyi bir eğitim kurumunda aranılması gereken en önemli özellik; Biz buna “homojen eğitmen ortamı” da diyebiliriz.)Onun dersine iyi çalışmamız söylendi sadece…Çünkü herkes Onun iyi bir eğitimci olduğunu biliyordu.
Bir keresinde hiç unutmuyorum, çaldığım çok basit bir parça için beni yerlere göklere sığdıramamış, “ hah! işte böyle aferin” demişti. Ondan böyle takdirler görmeye alışık olmadığımız için hepimiz şaşırmıştık. Anladık ki, doğru ve güzel çalmıştım. Ben hala elime flütü aldığımda temiz bir la çalmanın hazzını yaşarım. La’dan sol’e tertemiz geçmek, her hangi bir gamı pürüzsüz, zarif çalabilmek ne büyük bir keyiftir.
Sadettin Bey’in beğeni seviyesinde ki bu cimriliğin nedenini sorduğumuzda, bizim iyi dönemde okuduğumuzu, “Dua edin ki Zuckmayer dersinize girmiyor!” diyerek anlatmaya çalışmıştır. Onların eğitim metotlarının ve tüm beklentilerinin Zuckmayer döneminin bir yansıması olduğu belliydi. Bu disiplin İkinci kuşakta korunuyor belli ki…Ben 88 mezunuyum; Bizler de bu disiplini alan eğitimciler tarafından yetiştirildik.
Şu an okullarımızda(buna AGSL ler de dahil) sağlıklı ses üretmeyi gereksiz sayan, bunu zaman kaybı olarak gören, öğrencinin seviyesini göz önünde bulundurmadan, boyundan büyük eserlerle boğuşmasına göz yuman, sırf “markalı eser çaldırmak” düşüncesi ile öğrencinin gururunu bile ayaklar altına almaktan çekinmeyen bir üçbuçuk’uncu nesil var!...( Böyle giderse dördüncü nesli tahmin bile edemiyorum)
Son 20 yıl içerisinde Ülkemizde o kadar çok Üniversite ve bu Üniversitelere bağlı olarak Müzik Eğitimi Bölümleri açıldı ki, dejenerasyon kaçınılmaz oldu. Çekirdek yapıdaki “Birinci Kuşak Eğitimci” portresi zamanla yıpranmaya başlamış(doğal olarak), ideal beklentilerin yerini, samimiyetten uzak ve “günü kurtaran” politikalar almış, heybetli geçmişlerinden beslenen kemikleşmiş eğitim kurumlarımız(Gazi Eğt), siyasilerin umarsız kararları ile açılan yeni eğitim fakültelerinin yapılanmalarında sadece “baba” rolünü oynamış ve sonrasında takibini yapamamıştır. 1990 dan sonra hızlı bir ivme ile çoğalan ve sayısı 50 küsurları bulan Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinde de durum aynıdır. Sayısal fazlalık hiçbir zaman niteliği tetikleyen bir unsur olmamıştır, olamayacaktır!...
Ben 2000- 2005 yılları arasında Güzel Sanatlar Lisesinde Bölüm Şefliği yaptım. Kurduğumuz “Öğrenci Seçme Komisyonları”nda, eğitimden umudunu kesmiş, “son şansını kullanan” öğrenciler çıktı karşımıza. Aday öğrencinin ağzından çıkan her sesi doğru kabul etmeye şartlanmış bir komisyonduk. Başvuru sayısı kontenjanın altında olunca, yanlış sesleri bile öğrencinin lehine değerlendirip, “heyecanlandı yavrucak, Okula girince yapar!” şeklinde düşünmeye başlamıştık. Hele de diş bahsi, bu durumda çok lüks bir irdeleme olacağından, bahsini bile yapmadık. Bir kere yapayım dedim, komisyondaki arkadaşlar gülemediler bile…
5 yıl boyunca, Kendimle ve birikimlerim ile kazanmış olduğum değerlerle, o kadar çok yüz yüze geldim ki sonunda bir İlköğretim Okuluna geçmeyi uygun gördüm.
Şu anda girdiğim sınıflarda flüt ile temiz ses üflettirmeye çalışıyorum, ter temiz olsun diye çabalıyorum; Bıkmadan, usanmadan! Ha belki birilerinin canı sıkılıyordur; Elbet bir gün anlarlar!...
enteresan
Kullanıcı avatarı
korohan
Mesajlar: 1
Kayıt: 03 May Çrş, 2:52
Konum: Ankara/Bolu

Muhteşem bir anekdot.

Mesaj gönderen korohan »

Sevgili Hakan Öğretmenim aktardığınız olay beni derinden etkilemiş olup, duygularımı kelimelerle anlatamama neden oldu.
Sizin gibi tecrübeli müzik eğitimcilerinden daha çok şey öğreneceğimiz kesin, iyi ki varsınız... :D
Sevgilierimle...
Korhan DOĞAN
Cevapla