Mahiye Morgül
Eğitimde 2. Kaos yada 2.Yalan Bombardımanı Dönemi Başladı
Mayıs 2006 da TTK başkanlığından kendi isteğiyle ayrılan Ziya Selçuk ile onun yerine başkanlığa getirilen İrfan Erdoğan arasında her hangi bir görüş farkı yoktur. İkisi de aynı AKP hükümeti ve aynı YÖK yöneticileri döneminde görev almıştır ve ne hükümetle ne de YÖK Dünya Bankası Dairesiyle (SPAN şirketiyle) aralarında herhangi bir sürtüşme olmamıştır. Ziya Selçuk ile İrfan Erdoğan’a verilen görev özünde aynıdır.
Aralarındaki tek fark, söylemlerinde fark varmış gibi eğitimde yeni bir kaos dönemi başlatmaktır. “Kaos”, yalan bombardımanıyla başlatılma özelliği olan bir kavramdır. Bu yalanların asıl hedefi eğitimi devletin planlamasından, kontrolünden ve sosyal güvencesinden alıp piyasaya tam devretmenin ön adımlarıdır. Halkı piyasa mantığıyla düşündürebilmek, kamuoyunu hazırlamak için yalanlara ihtiyacı vardır, halkın kandırılması gerekir, çünkü sonunda çocuğunun eğitimi için elini cebine atacak olan odur!
Örneğin; yakında ardı ardına çıkacak olan kararlara dikkat ediniz; Talim ve Terbiye Kurulu kendini lağvedecek olan bir kararı 20 güne kadar çıkaracak; ders kitaplarını hazırlama komisyonları tümden kaldırılıyor, çünkü her okul (özel okul) kendi modelini yaratacak (!) olan ders kitaplarını kendisi basabilecektir!
Bu sırada atılan ilk yalan/yanılsatma bombası şudur; “Fen ve Anadolu liseleri kastlaşma yaratıyor, bu okullar Cumhuriyetimizin kuruluşuna aykırıdır, kastlaşmaya karşıyız. Veliler ve çocuklarımız sınavlarına hazırlanmaktan bitap düşüyor. Onları bu sıkıntıdan kurtarmak lazımdır”.
Onlara göre, “Sadece parası olanın kastlaşma hakkı olmalıdır”. Yani halk çocuklarının daha iyi eğitiminde yarışarak seçilme yerine, parası olanın yarıştığı, parası en çok olanın en tepede kastlaştığı vahşi kapitalizmin ruhuna uygun, yeni bir KASTLAŞMA getiriliyor.
Yeni yalan/yanılsatma bombalarından biri de “halk” sözcüğüdür, bunu şöyle göreceğiz. “Halkın talebi bu yöndedir.” Burada halk sözcüğü “özel sektör” yerine geçirilmektedir. Üstelik bu talebi de kendileri kamuoyunu bu yönde pompalayarak yaratmaktadırlar; tıpkı reklamlarla bir ürüne yaratılan talep gibi.
1.kaos döneminin yalan bombardımanı hararetli bir Gardner savunucusu olarak ortaya çıkan Ziya Selçuk tarafından Gazi Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olduğu 1990’lı yıllarda başlatıldı. Bu görüşleriyle TTK başkanlığına kadar getirildi.
İ.Erdoğan, “Çoklu zeka kuramı ve öğrenci merkezli eğitim yanlıştır” diyerek, “Z.Selçuk’un söyledikleri yalandı, şimdi benim söylediklerim doğrudur” demeye getiriyor.
Böylece İ.Erdoğan’la birlikte zihinlerde 2. kaos dönemi başladı. Görünürde doğru söylüyor, ancak 1. kaosun getirdiği sonuçları telafi etmek için hiçbir önerisi yok; tam tersine o yalanların yıktığı müfredatların üzerinde inşa edeceği yeni yapılar önermektedir. Yeni Dünya Düzeninin neoliberal eğitim yapılanmasına giderken bu yalanlara ihtiyacı vardır.
ABD eğitim modelinden kopyalanmış olan bu durum, ABD’nin Irak saldırısıyla benzerlik gösterir. Irak’a saldırı gerekçesinin yalan olduğu ortaya çıkmış, ama o yalana dayanarak bombalarla parçalanmış Irak üzerinde yeni yapılanmalar devam etmektedir, asla Irak’ın birliği üzerine bir değişme yok, üstelik etnik ve dinsel çatışmalar körüklenmektedir. Çünkü, Irak’taki bu kaos ortamı ABD’nin istediği durumdur.
Ziya Selçuk döneminin (eğitimde 1. kaos döneminin) itibarlı “Çoklu Zeka Kuramı”, “Öğrenci Merkezli Eğitim” yaklaşımı bütün bilinen eğitimbilim kurallarını yırttı, toz duman etti. Bu yönde destekleyici makale yazanlar, tez yapanlar eğitim fakültelerinde tırmandırıldı, ödüllendirildi, profesörlük aldı, makam ve itibar sahibi edildi.
Çok acı bir örnek vereceğim; Eskiden aynı okulda birlikte çalıştığım branş arkadaşım o kuramı savunarak, Gardner’den alıntılarla yüksek lisans ve doktora yaptı. Kariyer sahibi oldu, şimdi bir fakültede sınıf öğretmenliği bölüm başkanıdır. Kendisine “bu yanlış bir kuramdır, insanın doğasına aykırıdır” diye çok anlattım (2002,2003,2004), yazılarımı sürekli ona ulaştırdım. Sonunda dostluğumuz birbirimizi kırarak bitti. Bana şunu söyleyebilmişti; “Mahiye abla, siz bu görüşlerinizi önce başkalarına kabul ettirin, o zaman ben de sizden alıntı yaparım.” Bir akademisyenden duyulabilecek en ağır kendini küçültme ifadesiydi bu benim için.
Şimdi yeni TTK başkanının “Çoklu Zeka Kuramı yanlıştır” demesiyle birlikte bunun gibi nice kariyer yapmış akademisyen hangi duruma düşürülmüş oldu? Bunların eğitiminden geçmiş binlerce mezun şu anda öğretmendirler, kendilerinin ve mezunlarının beyinlerindeki bu kaosu nasıl telafi edecekler? Şu anda görev yapmakta olan iş başındaki bu akademisyenlerin tezleri yanlış olarak kabul edilip iptal edilmesi gerekmez mi? Akademik ortamlarda bu nasıl kabullenilecektir?
Kaosun boyutu sadece bir fikir tartışması olmanın ötesinde, ruhları sarsılmış, aşağılanmış öğretim üyelerinin gençlerimize nasıl eğitim vereceğidir sorunudur kaosun bir diğer boyutu. O kendi derslerinde anlattıkları, “Çatışma yönetimi” kavramıyla örtüşen bir zihinsel kirlilik ortamında bulacaklar kendilerini ve çok yakında akademisyenler arasında bir daha derin çatışmaların yaratıldığına tanık olacağız. İstenen sonuçlardan biri de budur.
Bu akademisyenlerin şimdi “Biz yanlış yaptık” deyip istifa etmeleri en onurlu davranış olacaktır. Ama, bana bir özür borçlu olan arkadaşımdan ilk istifayı beklemek de hakkımdır.
(devam edecek)
Not: Son günlerde (Ekim 2006) Eğitim Bilimleri Fakültelerindeki kimi doktora öğrencilerinden aldığım e-postalarda benden çoklu zekaya karşı yazılarım istenmekte, bölümlerinde konferans vermem için teklifler gelmektedir. Zihin cimnastiği için ev ödeviniz olsun.
24.10.2006