çocuğun dili

Doğrudan müzikle ilgili olan konulara yer veriniz.
Cevapla
northernstar
Mesajlar: 2
Kayıt: 16 Şub Prş, 23:25
Konum: Şile/İstanbul
İletişim:

çocuğun dili

Mesaj gönderen northernstar »

Çocuğun Dili…
Yıl 2006 şimdi 28 yaşında olduğuma bakmayın ben de bir zamanlar küçücük bir çocuktum. Unutamadığım, özlediğim, bazen geri dönmek istemediğim ama bazen de dönülmesi zor olan fakat düşünmesi kolay anılarım var…

İlkokul 3. sınıfa gidiyordum İsmet Hoca – yani o zamanların İsmet amcası – ile tanıştım. Bir telaş içerisindeydi elinde flüt elime tutuşturmaya çalışıyor diğer arkadaşlarla olayın esas amacını anlamaya çalışıyorduk. Tıpkı Cedric’in dediği gibi 8 yaşındaysanız büyükleri anlamak çok zor…

Flütü üfleyebildikten sonra anladım ki “eğlenceli bir şey bekliyor beni” hemen arkadaşlarla aramızda onay verdik bu işe başlamalıydık. Neydi bu iş; ilk görevimiz İstiklal Marşımızı doğru çalabilmek tabii ki marş çalabilecek seviyeye gelmek için İsmet Amcamızla epey bir didiştik. İyi ki de didişmişiz hemen İstiklal Marşı bitiverdi ve hatta okulda bile çalmaya başlamıştık sonra diğer marşlara geçtik bu çalışma; şimdinin okul sonrası eğitim dedikleri sosyal bir etkinlikti. Bu etkinlik, beraberinde bir misyon da getirmişti eğitime; “bedava sanat” eğitimi yani 1987 yılının “çocuklarla sanatı” idi. Tabii ki o zaman 10 yaşındaydım. Bu sefer de İsmet öğretmen elime siyah kocaman bir enstrüman vermişti. Tanıştık, ben Rahşan o da Klarnet idi yahu bu adam bu kadar büyük enstrümanları nereden bulmuştu ki acaba diye düşünmüştük ne kadar zengin bir adam bu…bana klarnet, arkadaşların kimine yandan çalınan flüt, kimine kendinden büyük tenor, bir diğerine trompet, trombon saksafon, daha neler neler gözümüz dönmüştü. Kendimi inanılmaz özel hissettim eve geldim ve özgürce babama “ben bir enstrüman çalıyorum adı klarnet imiş üfleyebiliyorum!” dedim. Babam o zaman beni desteklemeye başlamıştı “aferin benim profesör kızım ne kadar zor bir şey onu çalabilmek bu canınla… aferin sana” öyle mutlu olmuştum ki kendime güvenim gelmişti ve güven ise tanıştığım ikinci duyguydu. Ne yazık ki her aile bu şekilde tepki göstermemişlerdi kimisi “başka bir şey bulamadın mı kızım” ya da “oğlum bak derslerin bir kötüye gitsin sorarım o İsmet hocaya”. Ben de asıl zor olanın enstrüman çalmak olduğunu zannederdim halbu ki asıl “zor”u İsmet öğretmen yaşıyormuş; bazen en yakın arkadaşıyla bile bu konuda tartışmak zorunda kalabiliyordu. Hatta hiç unutmuyorum bir bayram günüydü ve kahvenin önünden bando ile marşlarımızı çalarak geçerken birkaç adam “çiftetelli de çalın!!!” şeklinde tam üç ünlemli bağırmıştı. İsmet öğretmen o tarafa hiç başını bile çevirmeden elinde küçücük yandan üflemeli piccola (pikola) sı ile en önde yürüyordu. Ne garip adama bak utanmadan çocukları da takmış peşine deli gibi…yani 1900’lü yılların deli modeli idi. Yılar geçti fakat ne İsmet öğretmenin ne de ailesinden destek alan arkadaşlarımın o azimleri bitmemişti. Orta okula başlamıştım hala bandoda çalıyordum okul çıkışlarında kıyılarda köşelerde hatta dışarılarda çalışmalarımızı sürdürüyorduk, yerimiz yoktu. Seneler geçti o bando oldu kocaman bir orkestra ne çocuklar geldi geçti, elemanlar değişti fakat bizim misyonumuz asla değişmedi. duygu zenginliğimiz vardı fakat bir iki derneğin dışında kimse bize sahip çıkmamıştı. Arada adımız değişip duruyordu; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Çocuk Orkestrası, Şile Belediyesi Gençlik Orkestrası, vs. vs. anlayacağınız kim sahip çıkarsa…bir önceki dönemin belediye başkanı boş duran evini çalışmamız için bize vermişti. Vermişti fakat yine de ifade edemeyeceğim bir eksiklik olmalıydı ki yalnızdık. Bozulan enstrümanlarımızı yaptırmamız gerekiyordu herkes, işin keyifli yanını izliyordu. O enstrümanlar sıfır gelmemişti bize İsmet öğretmen oradan buradan elde etmişti. Kendisi belediye konservatuarından emekli idi. Kimi enstrümanları arkadaşlarından, kimisini belediyelerden edinmişti. Fakat işin unutamadığım asıl kısmı ise paraya o kadar ihtiyacımız var iken ne temelden yetişen çocuklardan ne de orkestrada çalan çocuklardan para istenmedi. Her şeye rağmen bizi ayakta tutan bazı hayır severler olmuştu. Yazımın bu kısmına kadar sizlere orkestranın doğumunu anlattım bir de bunun başka bir boyutu var bunca harala gürele yaşarken büyüklerle, aradan sıyrılıp okul durumumuzu da epey bir ilerletip İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Liselerine hazırlanmalara başlamıştık ilk orkestra üyesi olmanın yanı sıra bu kurumun, misyonun ilk meyvesi idim bir arkadaşımla; Ortaokul bitti ve imkansızlıklar içerisinde –açılalı daha üç yıl olan– bir sanat lisesini kazanmayı başarmıştık. Bizim heyecanımızı yaşayan, kimi destekleyen kimi desteklemeyen velilerin başka bir boyuttan bakmasını sağlamıştık. Bu 1900’lü yılların delisi olan adamın başarısıydı. Ardımızdan hemen her yıl en az 5 öğrenci daha sanat liselerine girmeyi başarmıştı. İlk orkestrada bulunan ve sanat okullarını kazanmayı başaran arkadaşlarım bıraktılar bu yarışı ve kendileri, aynı mesleğin paralı olan yanını seçtiler. Kimisi üniversitede başka bölümler kimisi de aynı yolda daha da ilerlediler. Kimimize ilerlemek yetmedi ben Hacettepe Devlet Konservatuarında müziğin bilimini, bir arkadaşım Marmara Müzik Öğretmenliğini, aynı şekilde orkestrada çocukluğunun en güzel kısmını geçiren bir başka arkadaşım ise farklı bir bölüm bitirmeyi tercih ettik. Sıra bu misyona İsmet hocamızla beraber sahip çıkabilmekteydi. Biz de kendimizce edindiğimiz, günümüz eğitimini yansıtıyorduk yeni yetişen çocuklara. Bir kişi iken olduk dört kişi en güzel yanı da bu bir kişinin yetiştirdiği çocuklar şimdi neredeyse kendisiyle aynı seviyede bir işi ve misyonu paylaşıyorlar. Bu hikayenin buraya kadar olan kısmı ve neticesi; yaklaşık 16 yılın sadece “her şeye rağmen” olan sürecidir. Bir de hikayenin övünülesi yanları var ki destekleyen kişilerin daha iyi olacak dediği, desteklemeyip yapılan işi henüz kavrayamamış olanların da mahrum kaldığı bir duygunun hikayesidir.
Sadece iki sayfa bir duygu değil ki bu yaşanan gerçek…

Şu anda hayır sever bir insanın bize bağışladığı kültür merkezimizde devam etmekteyiz çalışmalarımıza. Adımız yine Şile Belediyesi Gençlik Orkestrası burada yıllardır devam eden kurallar hüküm sürmektedir; zamanında çalışma yerine gelinecek, ya sürekli geleceksin ya da hiç gelmeyeceksin, çalışma kurallarını öğretmen, zamanını ise kendin belirleyeceksin, çarpım tablosunu ezbere bilecek, karneye zayıf getirmeyeceksin, önce uzun sesler üflenecek ardından gamlar (her sesin majör ve minör tonunda dizi olarak çalınması) sırasıyla çalışılıp, son olarak verilen marşlar ezberlendikten sonra orkestra üyesi olabileceksin. Bu epey bir zaman içermektedir. Bu arada çocuk, sabrı ve okul dışındaki serbest zamanlarını iyi değerlendirmeyi öğrenmektedir. Önerinin dışında tarafımızca şu saat bu saat çalışacaksın demeden kendi kendilerine gelip her hangi bir odaya çekilip enstrümanlarını çalışmaları, daha da ilerlememize neden olmaktadır. Ailesinden destek alabilen ve en önemlisi de evde küçük de olsa bir mekanı olabilen, küçücük bir çocuk gibi değil de yaşının gerektirdiği şekilde davranılan çocuklar kalıcı olmaktadır. Bunun aksinde yetişen çocuklar ise çok fazla tutunamayıp uyum sağlayamamaktadırlar. Bu durumu belki kesin söylemek ve genellemek doğru olmayabilir ancak oluşturulan bu kurum, ister istemez bazı kuralları ve gerçekleri de beraberinde getirmektedir, ne yaparsak yapalım, kaç yaşında olursak olalım eğer yaşantımız yaptığımız işi karşılayamıyor ise yaşantımıza denk düşen başka uğraşlara yöneliriz. Bahsedilen bu emek ve hatta Türkiye’de ilk misyon; “Burası Türkiye; Almanya, İngiltere vs. yerler değil benim çocuğum şu şartlarda isteğim doğrultusunda gidip gelecek” düşüncesini kabul edemez, yapılan çalışmalar Avrupa veya başka bir deyişle Batı standartlarına uygun olarak ilerlemektedir. Bu zihniyet ise bizi Avrupa’ya tanıtmaya kadar götürmüştür. Öncelikle Türkiye’de çeşitli illerde ve ilçelerde verdiğimiz konserler tanıttı bizi. Daha sonra kardeş belediyeler ifadesiyle hazırlanan, senelerdir çeşitli yerlerde uygulanmakta olan projeye dahil edildik ve 2003’te gidilen Almanya’dan, 2005 Yılı için iki ayrı kurum tarafından davet edildik en önemli ve en zor eserlerle gitmeye hazırlanırken bir yandan da Almanya’da Herlikofen derneğinin hazırlamış olduğu bir festival için 63 tane orkestranın aynı anda çalacakları marşları ve müzik okulunun orkestrasıyla çalınacak jazz eserlerini gitmemize 1 hafta kala başarıyla tamamlayabildik.
Almanya Schwebisch Gmünd’de bulunan 62 orkestranın hepsi Almanya’ya bağlı kentlerden, şehirlerden, kasabalardan gelmişlerdi. Sadece misafir ülke orkestrası olarak katıldığımız bu festivalde inanılmaz ilgiyle karşılaşmıştık. İlk söyledikleri söz şu olmuştu; biz de okul dışı bir takım etkinlikler yapmaktayız fakat bu kadar gerçekçi ve sıra dışı olmadık, sadece iki notayı üflerken bile bu kadar heyecan duymadık. Onların açık olarak ima ettikleri ifade; onların ülkesine göre her şeyin gerisinde kalmış olan Türkiye’den böyle bir çocuk orkestrasının çıkması inanılmaz bir şeydi. Türkiye’de bu şaşılacak şey değildi elbet bizimkilere sorarsanız “İstanbullu ailelerin çocukları, onlar yapmasın da biz mi yapalım” düşüncesindeler. Bu anlamsız zihniyeti üstümüzdeki tişörtler ayağımızdaki ayakkabılar yok ediyordu. Hele de birlikte çaldığımız okul orkestrası elemanlarının yanında otururken enstrümanlarımızı yan yana getirdiğimizde bizim çalgılar bu tezin tam aksini, iddia ediyordu. Bu azmiyle başarılarını orada da şaşkınlıkla izleten İsmet hoca orada orkestra şefliği teklifi aldı. Anlaşılan, 16 yılın değerini adamlar bir haftada anlayıvermişlerdi. Şaşırdıkları bir konu daha olmuştu ki bu da; hangi koşullarda olursak olalım müzik yapmak için, başarılı olmak için dilenmemiştik bunu kendileri sözler ile ifade ettiler. Bize, kullanılabilir fakat eskimiş olan iki trombon, bir trompet hediye ettiler. Şu anda o enstrümanların değerini, bu durumda bizden daha iyi kimse bilemezdi.

Hikayenin, pardon gerçeğin sonu demeyelim isterseniz daha yapılacak çok işler var konserler ve seyahatler bizi bekliyor. Umut ediyoruz ki; resimlerimiz gibi sesimizi de insanlara ulaştırırız.
velileri; çocuklarının sosyal etkinliklerle her türlü başarıyı sağlayabileceklerine inandırmak istiyorum
Cevapla