BİLDİRİLER |
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA TÜRK
OPERA SANATINDA BİR ÖNCÜ KADIN SANATÇI VE RESSAM: SEMİHA BERKSOY (1910- 2004)*
İlknur Tunçdemir
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Devlet Çoksesli Korosu Sanatçısı
* II.
Uluslararası Kadın Araştırmaları Konferansı
Doğu
Akdeniz Üniversitesi
Kadın
Araştırmaları Ve Eğitim Merkezi
Gazimagusa,
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Tabuları
Aşmak
26- 28
Nisan 2006
ÖZET
İlk Türk kadın Opera sanatçılarından
biri olan Semiha Beksoy, öncü kişiliği ve hareketli yaşamı ile 20. yüzyıl başı
İstanbul sanat çevresinin renkli simalarındandır. İlk derslerini annesi, ressam
Fatma Saime Hanım’dan alarak, çocukluğunda jestlerle şiir okumasını, şarkı
söylemesini ve resim yapmasını öğrenmiş ve daha sonraları Darülbedayi tiyatro
okuluna girmiştir. İstanbul Belediye Konservatuar’ında Nimet Vahit Şan
sınıfında eğitim alarak ilk şan konserini vermiştir. 1932 yılında
Darülbedayi’de çalışmaya başlayarak Muhsin Ertuğrul’un çektiği ilk sesli Türk
filmi olarak bilinen “İstanbul Sokaklarında” filminde Semiha rolünü oynamıştır.
Darülbedayi’de sahnelenen Türk operetlerinin primadonnasıdır. Ankara Devlet
Konservatuar’ının sınavını kazanarak Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi,
Müzik Bölümünde yurtdışı eğitimine devam eden sanatçı Berlin’de verdiği
konserde ayakta alkışlanan ilk Türk Opera sanatçısıdır. Atatürk’ün hayranlıkla
seyrettiği “Özsoy” operasındaki üstün performansı ve yeteneği ile Türk opera
sanatının öncülerinden biri olarak Cumhuriyet dönemi kadın sanatçı kimliğinin
oluşmasında etkin bir rol almıştır.
Ankara Devlet Operası’nın
kurulmasında Carl Ebert ile birlikte görev alan sanatçı, 1941 yılında
profesyonel anlamda ilk opera gösterisi olan “Tosca” operasında oynamıştır. Bu
operada solist olarak bir çok opera temsilinde rol alan sanatçı, aynı zamanda
ülkemiz ve yurtdışında da çeşitli şan resitalleri vermiştir. 1963 yılında sanat
jübilesini yapmıştır. Opera sanatçılığı kimliğinin yanında resim çalışmalarına
da devam eden sanatçı, 1969 yılında Berlin, 1972 yılında Paris’te resimlerini
sergilemiştir. Ülkemizde ilk resim sergisini 1974 yılında Ankara Devlet Resim
Heykel Galerisinde yapmıştır. Dönemin şartları düşünüldüğünde kadın sanatçı
olarak belli tabuları yıkarak ilerlemiş ve özellikle resimleri farklı olarak
algılanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Opera Sanatı, Kadın Sanatçı, Primadonna, Semiha Berksoy
A PIONEER, TURKISH WOMAN PAINTER AND
ARTIST IN OPERA ART IN EARLY REPUBLIC ERA: SEMİHA BERKSOY
İLKNUR TUNÇDEMİR*
Ministry of Culture and Tourism, State Polyphonic Choir Artist.
ABSTRACT
One
of the first Turkish women opera artists, avant-garde, Semiha Berksoy, who had
an active and attractive life, was a jazzy figure of
She
professionally played in the opera of Tosca in 1941 after Carl Ebert and she
had a mission to found the State Opera of Ankara where she played a role in
different operas. She performed in solo recitals abroad as well. She had a jubilee of her artistic career in
1963. In addition to her musical artistic identity, she went on studying
paintings. She exhibited her works of arts in
Key Words: Opera
art, Women artist, Primadonna, Semiha Berksoy
1.Giriş
Batı geleneği içerisinde felsefe tarihi, zaman-dışı hakikat özlemlerine
rağmen, tarihin her döneminde felsefi etkinliğe katılmış türden insanların
karakteristik kaygılarını ve kendilerini algılayış biçimlerini yansıtmıştır.
Tarihin farklı dönemlerinde felsefeciler; din adamları, yazar veya üniversite
profesörleri olmuştur. Fakat bütün etkinlik tarihi boyunca hepsinin ortak bir
özellikleri vardır. Genellikle ezici çoğunlukla erkektirler. Bu gelenek
içerisinde kadınların yer almaması, “akıl’ın” sadece erkekler tarafından
kavramsallaştırıldığını göstermiştir. Dolayısıyla bütün söylemlerinde erkeğe
ait bir etkinlik olarak, felsefeden ne anlıyorlarsa onu yansıtmışlardır (Lloyd,
1993: 136).
“Erkek olan, kadınsı olandan daha tam, daha hâkim ve nedensel etkinliğe
daha yakındır; çünkü kadınsı olan, eksik, bağımlı ve etkenlikten çok edilgenlik
kategorisine aittir. Aynı şeyler, bizim yaşam ilkemizi oluşturan iki temel
bileşen; rasyonel ve irrasyonel içinde geçerlidir; zihin ve akılla ilişkili
olan rasyonel erkek soyundandır; duyunun çalışma alanı olan irrasyonel ise
kadın soyundan” (Philo,1929: 39).
Kadınlar, büyük ölçüde türünün kurbanı olmuşlardır. İnsan soyu her zaman
kendi yazgısından kaçmanın yollarını aramıştır. Yaşamın sürdürülmesi, erkek
için, aletin icadıyla birlikte bir etkinlik ve tasarı halini almıştır; buna
karşılık kadın bir anne olarak, tıpkı bir hayvan gibi kendi bedenine bağlı
kalmıştır. Doğal yaşamın üstüne çıkan
bir hayatı yaşamaya değer gördüklerinden dolayıdır ki erkek, kadın karşısında
kendisinin üstün olduğunu varsaymıştır. Erkeğin tasarısı zaman içerisinde
kendisini yinelemek; yaşadığı anı kontrol altına alarak, geleceği
biçimlendirmeye çalışmaktır. Değerleri yaratan ve bu süreç içerisinde var
oluşun kendisini bir değer kılan, erkeğin etkinliğidir. Yaşamın karmaşık
güçleri üzerinde üstünlük kurmuş olan doğayı ve kadını itaat altına almış olan
yine bu etkinlik olmuştur (Beauvoir, 1949: 97).
Müzik, bir takım doğal ya da yapay seslerin, bestecilerin yapay
iradesine uygun olarak bir araya gelişi değildir. Müzik dönemleri toplumsal
örgütlenmelerinin ve üretim ilişkilerinin düzenlenişini gösteren simgeleri
içermektedir. Bu nedenle tam pere edilmiş ve tonal düzenin kalıplarında düzene
sokulmuş bir müzik, kuşkusuz içinden türemiş olduğu erkek-egemen mantığın bütün
açılımlarını kodlama görevini görmüştür. Bu düşünceden yola çıkarak
toplumsal-psişik ilişkiler ağının ayrıntılarında ataerkil söylem kuşatmasının
stratejilerini ve derinliğini ölçmek mümkün hale gelmiştir. Tonal müzikte
yapılan incelemelerde her şeyden önce cinsiyet rollerine ilişkin ipuçlarına
rastlamak mümkündür (Ergur, 2002: 41)
Tonal müziğin kurgusu tonik (merkezi yetke, muktedir ve erkek) üzerine
oturmakta, müzikal retoriği, “temel ses’in” tartışılmaz üstünlüğünün kutsanması
törenine dönüşmektedir. Müzik cümlelerinin dönüp dolaşıp “aslolan’a
düğümlenmesi sürekli bir güç teyidinin gerekliliğidir. Egemen olan kontrolü
yitireceğinden korkmaktadır. Erkeklerin bu söylemlerde cinselliklerini ve
güçlerini her zaman hatırlatmaları gerekmektedir. Sürekli güçlerinden ve
iktidarlarından bahsederek yoklama gereksinimi duymuşlardır. Erkek- egemen
söylem; övgü, teyit, kontrol ve yoklama üzerine kurgulanmıştır. Korku her zaman
nefret ve akıldan kaçışı doğuran bir duygudur. Korkularla yaşayan iktidar
sahibi, karşıtından şiddetle kaçar veya yok sayar. Tonal müziğin eril
saldırganlığı (virilite), dişi olanı, bu çerçevede yalnızca kendi iktidarının
teyit edilmesine hizmet ettiği sürece barındırmayı amaçlamıştır. Dolayısıyla bu
dünyada geçmişte müzik yaratılarında dişi olana “minör” bir rol düşmüştür (Ergur,
2002: 41). Geçmişte tüm erkek müzisyenler, besteciler, düşünürler ve
edebiyatçılar kadını, kadınsı olan her şeyi kusurlu ve eksik
görmüşlerdir.“Müzik mükemmeliyetin sanatıydı ve sadece erkeklerin iş alanına
girmeliydi. Kuşkusuz eril mükemmeliyetin uğraşacağı bir alan olmalıydı.” Bu
nedenle erkeklerin dünyasında, kadınların müzik tarihine katkıları hep göz ardı
edilmiş ve kadın müzikçiler, müzik tarihinin içinde yok sayılarak tarihin akışı
dışında bırakılmışlardır (Citron, 1990: 112).
Sanat alanında Helenistik çağda kadınlar, Ana Tanrıça kültüründe
kutsanmışlardır. Tarihte ilk kadın sanatçılar İ.Ö. IV. Yüzyılda Helenistik Çağ Tiyatrosunda,
rahibelerden kurulu kadınlar korosunda yer almışlardır. Roma ve Bizans
dönemlerinde ise, kadın sanatçı ve müzisyenler daha çok eğlence amacıyla
yapılan pantomimlerde görülmüşlerdir. Tarihte önemli oyunlarda kendini gösteren
ilk kadın pantomim sanatçısı İ.S. VI. Yüzyılda yaşamış olan Bizans
İmparatoriçesi Theodora’dır. Theodora, siyasal alanda gösterdiği becerisinin
yanı sıra, tiyatronun gelişmesinde de çalışmaları ile tanınmaktadır. İ.S. VII.
Yüzyılda, Sevile Isidore ansiklopedik niteliği olan bir kitap yazmıştır.
Yaşadığı dönemdeki tiyatro binalarını ve oyuncularını anlatmıştır. Tiyatro
tarihi içindeki bilinen ilk kadın yazar X. Yüzyılda yaşamış olan Saksonyalı
rahibe Hrosvita (Roswitha) dır. Terentius’un komedyalarını örnek alarak
“moralite” adı verilen oyunlar toplumun ahlaksal yapısını anlatan altı oyun
niteliğindeki metinlerdir. Tiyatro tarihinin ilk büyük kadın oyuncusu, 1562 ile
1604 yılları arasında yaşamış olan Isabella Andreini’dir. Padua doğumlu sanatçı
o dönemde tüm Avrupa ülkelerinde tanınmıştır. Güzelliği bütün ozanlara esin
kaynağı olmuş, adına besteler yapılmıştır. Isabella Andreini başarılı besteci
ve aktör olan Francesco Andreini’nin eşi ve yine başarılı bir yazar ve oyuncu
olan Giovanni Battista’nın annesidir (Nutku, 1999: 169).
Sanat tarihi kapsamında bulunan elyazmaları ve tezhipler incelendiğinde,
özellikle ortaçağda kadının konumuna ait bilgiler; kadınları günlük olağan
işlerini gerçekleştirirken göstermektedir. O dönemde toplumun şekillenmesinde
kiliseler önemli bir rol oynamıştır. Kiliselerdeki hiyerarşik organizasyon
toplumda sınıf ayrımını oluşturmuş ve onun patriarkal dogması kadının doğal
(natürel) kabul edilen ve antik çağlara kadar uzanan “aşağılık niteliğinin”(
inferiority) altını çizmiştir. Bu dönemde
kadınların sanatsal ve entelektüel eğitim almaları soylu bir aileden gelmesine
bağlıdır (Baylan, 4/10/ 2004). Kadının tarihsel sürecin her kesitinde baskı
altında tutulduğu bilinmektedir. Bunun en belirgin nedenleri ise;
“ataerkil-aile yapısı, toplumsal inanışlar ve günah nedeni” olarak kadının
kutsal yerlere girmesini yâda dinsel törenlere katılmasını yasaklayan dinsel
inanışlardır (Tan,1979; 167). Hıristiyanlık dininin en katı ve tutucu
dönemlerinde kadının kiliseye değil şarkıcı veya çalgıcı olarak girmesi; Tanrıya
dua etmesi bile yasaklanmıştır. Kiliselerdeki söylenen şarkılardaki kadın sesi
gereksinimi “Castrato” denilen “hadım edilen erkek çocuk” sesleriyle
karşılanmıştır. Kiliseden yayılan aynı ters inanç 17. yüzyıldan başlayarak
opera sanatını da etkilemiş, “Castratolar” kadın rollerinde kullanılmışlardır
(Yener, 1990: 273).
Opera sanatı ilk kez İtalya’nın Floransa kentinde doğarak Avrupa’ya
yayılmıştır. İlk opera 1594 yılında Renueci’nin yazdığı ve besteci Peri’nin
bestelediği “Dafne” operasıdır. 1600 yılında Peri ikinci olarak “Euridice”
operasını bestelemiştir. Monteverdi’nin 1607 yılında bestelediği “Orfeo” opera
sanatının benimsenmesinde önemli bir başlangıç olmuştur. İlk önceleri İtalya’da
başlayan opera sanatı Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yayılmaya başlamıştır
(Budak, 1985: 33). 17. yüzyıl opera bestecileri arasında Monteverdi’nin
öğrencisi Pietro Cavalli (1602 -1676), Marc Antonio Cetsi (1618-1669) özellikle
115 opera besteleyen Aleksandro Scarlatti (1658-1725) dönemin ünlü erkek bestecilerindendir
(Mimaroğlu, 1990:36). Opera sanatının yayıldığı ve geliştiği yıllarda kiliseden
yayılan ters inanç opera sahnelerini de etkilemiş, bestelenen operalarda,
kilisenin doğurduğu “Castrato”lar kadın seslerinin yerine kullanılmıştır. Doğa
dışı üretilen seslerin yanı sıra gerçek kadın sesleri ilk kez 17. yüzyılın
sonlarında enderde olsa operalar da oynamışlardır. Bunlar arasında Soprano
Leonore Baroni, Anna Bergoretti, Margherita Costa sahneye çıkmışlardır (Yener,
1990: 273).
17. yüzyılın son dönem bestecilerinden sora Pergolosi, Puccini,
Cimarosa, Paisello gibi bestecilerin başlattığı Napoli Opera Okulu geleneği 18.
yüzyıla kadar opera eserlerinde yeni bir dönem başlatmıştır. Opera eserlerinde
dönemin bestecileri, koroyu gittikçe silikleştiren reçitatif ve arya’yı temel
kılmışlardır. Bestelenen operalar konularına göre ağırbaşlı opera (opera seria),
komik opera (opera bufa) ve müzikli güldürü (commedia per musica) gibi
isimlerle adlandırılmıştır. Opera eserlerinde yinelenen arya (da capo) ortaya
çıkmıştır. Sesin güzelliğinin yanı sıra güzel söylemeye dayanan “bel canto”
tekniği operada kullanılmıştır. Opera konuları ve kişilerinin söylediği aryalar
baş kadın solist ve baş erkek solist kavramlarını geliştirmiştir (Kutluk, 1997:
76). Kadın opera sanatçıları 18. yüzyılda tutuculuk çemberini kırarak çeşitli
opera eserlerinde yeteneklerini kanıtlamışlardır. Özellikle Francesco Cuzzoni,
Marie Pelissiler, Angelice Catalani, Lucrezia Agujari gibi sesler “primadonna”
egemenliğinin ilk habercisi olmuşlardır. Opera sanatında kadın sanatçılar bir
çok eserde başarılı olmuşlardır. 18.yüzyılın son dönemlerinde ise primadonna
geleneğinin unutulmaz sesleri arasına İsabela Colbran, Henrietta Sontag,
Wilhelmine Schroeder- Devrient, Mathilde Narchesi, Jenny Lind, Maria Malibran
katılmışlardır (Yener, 1990: 273).
Hugo Grotius’un Rönesans’ta ortaya attığı ve giderek taraftar kazanan
“Doğal Hukuk Kavramı”, yani insanların doğuştan bazı haklara sahip olduğu
düşüncesi 18. yüzyılda ivme kazanmıştır. Rönesans felsefesinin benimsenip
yaygınlaşması ve toplum düzeyindeki değişiklikler sayesinde sahneye çıkan
kadınların sayısı arttırmıştır. Soylu sınıfın saraylarda “sanat koruyucusu”
olmak için birbirleriyle yarışa girmeleriyle, kadınlarda erkekler gibi, sanatın
her alanında seslerini duyurmaya başlamışlardır. Kadın sahne sanatçıları ve
kadın şairler çoğalmıştır. Hatta bazı kadın sanatçılar tiyatro yöneticisi bile
olmuştur. 1727 yılında, Frederika Carolina Neuber (1697 -1760) bir tiyatro
topluluğu kurmuş, yaşadığı dönemin etkin bir yazarı ve üniversite öğretim üyesi
olan Gotsched ile işbirliği yapmıştır. Neuber, Leibzig’de ilk Alman dilindeki
tiyatroyu kurmuştur. 18 yüzyılda tiyatro sahnelerinde kadınlar oyunculuklarını
sergileme imkânına sahip olmuşlardır. Bunlar arasında Adrienne Lecouvreur,
Matmazel Dumesnil sahne adıyla çalışan Marie- Françoise Marchand, Peg
Woffinton, Sarah Siddons, Charlotte Desmares, Mrs. Anne Oldfield, Kitty Clive,
Sophie Schröder, Tatyana Troyepolskaya, Katerina Semyanova en ünlü kadın
sanatçılardır. Bu dönemdeki kadın müzisyen olarak kendilerini kabul ettiren iki
sanatçı, Klavsenci Mme. Gougelet ile Keman sanatçısı Maddelena Laura Sirmen’dir
(Nutku, 1999: 173).
18. yüzyılda kadın ressamların ilklerinden biri Amerikalı Mary Cassatt (1845- 1927) dır. Öğrenimini Philedelphia’da
tamamladıktan sonra 1870 yılında Paris’e yerleşen sanatçı ilk resim sergisini
1872’de Paris’te açmıştır. İzlenimci ressam Degas ile yakın dostluk kurarak
izlenimcilerin karma sergilerine katılmıştır. Fransız birçok kadın ressamın
çalışmaları bu dönemde ortaya çıkmıştır. Seraphine de Senlis, kadın duyarlılığı
ile yaptığı resimlerini kabul ettiren Jacqueline Marval, izlenimci Lucie
Cousturier ilk kadın ressamlar arasındadır. Çağdaş batı resmine yön veren
Suzanne Valadon (1866 -1938) yaptığı resimlerle ünlenmiştir. Plastik sanatlar
alanında ilk kadın heykeltıraş Almanya’da ortaya çıkmıştır. Renee Sintenis
Stutgart ve Berlin’de öğrenimini tamamlayarak 1907 yılında Berlin Güzel
Sanatlar Akademisine öğretim üyesi olarak girmiş, dönemin ünlü kişilerinin
büstlerini yapmıştır (Nutku, 1999: 169).
Kadının sinema sanatına girmesi 19. yüzyılın son dönemlerinde
başlamıştır. Sinema tüm dünyada tanınacak kadın artistleri yaratmıştır. Tarihin
en ünlü kadın sanatçıları bile sinema yıldızları kadar ünlü olmamışlardır.
Ancak büyük sermaye gerektiren film yapımı ticarete dayalı büyük bir endüstriyi
var ettiğinden, kadın genellikle bir ticari meta durumuna gelmiştir. Elizabet
Taylor, Marilyn Monroe, Brigitte Bardot ve Sophia Loren hem güzellikleri hem de
oyunculukları ile birçok kadının özendiği ideali olmuştur. Sinema sanatının
görünmeyen yaratıcıları arasında kadın yönetmenler, senaristler ve kurgu
sanatçıları vardır. Sinemadaki ilk kadın yönetmen, 1896 yılında film
yönetmenliğine başlayan Alice Guy Blac, 1929 yılına kadar birçok film yöneten
Germanie Dulac ve Agnes Varda olmuştur (Nutku, 1999: 175).
2.TANZİMAT’TAN CUMHURİYETİN İLK
YILLARINA KADAR MÜZİK ALANINDA KADININ DEĞİŞEN TOPLUMSAL KONUMU
18. ve 19. yüzyıl, batı uygarlığı açısından yoğun bir değişim dönemini
ifade etmektedir. Bu değişime paralel olarak kadının toplum içindeki konumu ve
üstlendiği roller de hızla değişmiştir. Daha önce sadece aristokrat sınıftan
kadınların sahip olduğu eğitim, bireysel özgürlükler gibi ayrıcalıklar geniş
bir burjuva ve çalışan kesim kadını tarafından talep edilmiştir. Böylece
kadının toplumsal değişim içinde kimi zaman örgütlü olarak kendini
konumlandırma arayışları, batı uygarlığının kendi tarihsel gelişim sürecinin
akışı ve yerleşmiş değerlerinin çözülme esnekliği oranında ona yeni yaşama
biçimleri ve yaşama alanları sağlamıştır (Üstünipek, 2004: 336).
18. yüzyıl başlarından itibaren
kurumsal, teknolojik ve askeri gereksinmeler neticesinde batılılaşma sürecine
giren Osmanlı, bir yanda batıda yaşanan hızlı değişimleri izlemekte, diğer
yanda güçlü geleneklerinin elverdiği ölçüde batı uygarlığına ve onun
değişimlerine uyum sağlamaya çalışmaktadır. Osmanlı kadınının geleneklerle
belirlenen ve sınırları kesin bir şekilde çizilmiş toplumsal konumundan çıkarak
kendine yeni bir konum edinme süreci, Osmanlı batılaşmasının doğal bir sonucu
ve batıda yaşanan gelişmelerin bir yansıması olmakla birlikte, Osmanlı
aristokrasisi ve yüksek bürokrat kesiminden sınırlı bir toplum kesimini
ilgilendirmektedir. Kırsal kesimde kadının yaşam koşulları ve ortamı değişmeden
devam ederken, bu yönde bir beklenti de ortaya çıkmış değildir. Buna karşılık,
başta İstanbul olmak üzere İzmir, Selanik gibi büyük şehirlerde Tanzimat
sonrasında gelişen toplum kesimlerinde yer alan kadınlar, bu değişim sürecinin
içinde yer almışlardır. Bu toplum kesimi, batılı anlamda düzenlenen devlet
kurumlarında görev yapan asker ve bürokratlardan doğmuş ve Türkiye’deki
toplumsal değişimin dinamiğinde önemli bir rol oynamıştır (Tezel,1982: 416).
Osmanlı’da yenileşmenin her yönüyle
kendini hissettirdiği; İmparatorluğun yönetim biçiminin, yapılanma ve bir
ölçüde “dünyaya bakışının” tedricen değiştiği 19. yüzyıl, Cumhuriyetin ilanına
kadar iyice hızlanacak olan değişme ve yenileşmeye ilişkin uygulamaların
hazırlayıcısı olan bir dönemdir. Sanat ortamı ise; hem bu yenileşmeden
etkilenmekte, hem de yenileşmenin aksettiği alan olarak bizzat bu değişime
katkıda bulunmaktadır. Resim, edebiyat, mimari gibi alanların yanı sıra,
özellikle müzikteki çeşitlenmeler ve türlerin kendi içindeki biçim ve içerik
incelendiğinde, “Tanzimat” sözcüğünün çağrıştırdığı tüm etkilenimler
görülmektedir (Paçacı, 1990: 10).
Osmanlı, Batı’nın kültür değerleri ve
müziğiyle daha önceden tanışmış olmasına rağmen özellikle 19. yüzyıl başından
itibaren Osmanlı sarayı ve toplumun kültürel açısından batı etkisi altına
girdiği gözlenmektedir. Bu etki müziğe de büyük ölçüde yansımıştır. II. Mahmud,
1827 yılında Mehterhaneyi lağv edip yerine Muzıkay-ı Hümayun’u kurmuştur. Bu
kurum batılı anlamda ilk bando, orkestra olmuş; 1828 yılında İtalyan besteci ve
orkestra şefi Donizetti’yi bu kurumun başına getirmesiyle bir konservatuar
işlevi de kazandırmıştır. Saraya icra anlamında ilk defa piyanonun girişi ve
hem sultan kızlarının hem cariyelerin piyano dersi alışı, cariyelerden oluşan fanfar
orkestrasının kurulması, seksen kızdan oluşan saray bandosunu Tambur Majör
denilen bir kadının idare etmesi, bale heyetinin saraydaki faaliyetleri
batılılaşma hareketlerinin başlayan gelişmeleridir. Saray çevresinde bu
gelişmeler olurken, toplumda özellikle İstanbul çevresinde halk arasında da
batılı anlamda etkileşimler söz konusudur
(Beşiroğlu, 2004:251).
"Abdülhamit Dolmabahçe’den
ayrılarak Yıldız'a taşındıktan sonra burada küçük bir tiyatro yaptırmıştır.
“Yıldız Saray tiyatrosu”nda devrin tanınmış ustalarından Vasiliki Kalfa'nın
oğlu Yanko'nun mimarlığını üstlendiği bu yapının yeri bizzat Sultan'ın kendisi
tarafından seçilmiştir. Çarşamba ve Cuma akşamlarının temsil geceleri olarak
ayrıldığı tiyatroda, saray mızıka topluluğundan oluşturulan tiyatro grubu ara
sıra Türkçe dramlar, komediler ve bazen de operetler oynamıştır. Ayrıca yabancı dilde temsiller veren ve
yabancı sanatkârlardan oluşan bir temsil topluluğu da sürekli olarak
çalışmalarına devam etmiştir. Çoğu İtalyan artistlerden oluşan bu yabancı
topluluk, Beyoğlu tiyatrolarında opera oynamak üzere gelmiş ve maaşa bağlanarak
saraya alınmış kimselerdir. Bununla birlikte, Yıldız Saray Tiyatrosu'nda zaman
zaman Serah Bernard, Monesulli, Ernemeti Nuvelli gibi devrin yabancı solistleri
ve sanatkârlarının da ağırlandığı görülmektedir. Padişahın müzik hocalarından
Paul Dussoli'nin yönetiminde kurulan müzik topluluğunun kısa süre sonra
dağılmasının ardından 1892'de, o sıralarda Beyoğlu'nda gösteri yapmakta olan
İtalyan “Salvatore Stravulo” topluluğu maaşa bağlanarak saraya alınmıştır.
Saraya alınan yabancı topluluklar arasında Zabruna idaresindeki bir İtalyan
grup da bulunmaktadır. Grubun sesiyle olduğu kadar güzelliğiyle de ünlü
primadonnası “Emilia”, Padişah'ın takdirini kazanarak nişanla ödüllendirilmiştir.
Sultanın önünde sergilenen oyunlar ve operalar arasında Il Travotore, Maskeli
Balo, Sevil Berberi,
Cumhuriyetin ilk yıllarında Müslüman
kadınların sahneye çıkması konusunda 1910’larda başlayan mücadele Cumhuriyetin
ilk 10 yılında devletin desteği ile kazanılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında
tüm yasaklara rağmen sahneye ilk çıkan Türk oyuncu Afife Jale’dir. Daha ileriki
dönemlerde ise Bedia Muvahhit, Şaziye Moral, Nejla Sertel, Semiha Berksoy ve
Neyyire Neyir gibi kadın oyuncular operet ve ortaoyunlarındaki temsillerde rol
almışlardır (Hürriyet, 29/10/ 1998).
2.1.Tanzimat’tan Cumhuriyetin İlk
Yıllarına Kadar Operetler
Operet türü, İtalyanca’da küçük opera anlamına gelen “konuşmalı
bölümlerle şarkılı bölümlerin birbirini izlediği, bazen parodi yâda derginin de
yer aldığı hafif sahne eseri” olarak tanımlanmıştır (Tuncay, 1974: 57). “Neşeli
ve ahenkli bir küçük operadır. Öyküsü genellikle duygusal olur ve mutlu sonla
biter. Bazıları komik ve hicivlidir. Diyaloglar daima konuşulur. Bu nedenle
operet, içinde solo, düet ve koro vokaller eklenmiş bir tiyatro oyununa benzer.
Kalıplaşmış kişileri ve çoğu kez de tipleri kapsayan operetin metin değeri
yoktur” (Nutku, 1987: 26). Operadan türetildiği için, kendisini hemen göstermesi, operetin kısa
zamanda sevilip yaygınlaşmasına ön ayak olmuş, “halka inen opera” diye de
tanımlanmıştır.
Operetler, Osmanlı’da batılılaşma
isteği ve çabaları doğrultusunda ilk olarak Tanzimat döneminde ortaya
çıkmıştır. O dönemde operetlerin tanınmasında İstanbul’a gelen gezginci
tiyatrolar bu kültürün oluşmasında etkili olmuştur. Özellikle II. Mahmut
döneminde tiyatro ve müziğe duyulan yakın bir ilginin uzantısı olarak devam
etmiştir. Ardından 1840'lı yıllarda Naum Tiyatrosu'na gelen topluluklar İtalyan
operalarını sahnelemişlerdir. Aradaki iki yangın olayı dışında Naum Tiyatrosu
yirmi sekiz yıllık bir süre içinde İtalyanların ünlü operalarını İstanbul'a
getirmiş ve ilgi toplamıştır.
Abdülmecid
döneminde İstanbul’a gelen yabancı topluluklar yaygınlaşmıştır. Beyoğlu’nda
düzenli olarak İtalyan opera ve operet gösterileri yapılmıştır. Avrupa’da
sahnelenen bazı operetler İstanbul’a gelerek eserlerini sergilemiştir. Abdülmecid, Naum Tiyatrosu’ndaki operetlere
bizzat gelerek seyretmiştir (Gazimihal, 1939). Batı müziğine duyduğu ilgi
sonucu Dolmabahçe Sarayı’nda bir küçük tiyatro
yaptırmış ve 1859'da yabancı sanatçıların oynadığı bir opera ile açılışını
gerçekleştirmiştir. Bu dönemde sarayda batının kimi ünlü besteci-solistleri de
konserler vermiştir (Örneğin 1847'de Franz Liszt'in
piyano ve 1848'de Henry Vieuxtemps'ın keman resitalleri gibi...). Cumhuriyet
dönemine gelinceye kadar yurt dışından gelen topluluklar, müzikli oyunlarla
Türk seyircisinin karşısına çıkmıştır. Bir çok bestecinin eserleri sergilenmiş
ve hem azınlıklardan hem de Türk seyircilerden beğeni toplamıştır (www.wikipedia.org,
14/10/ 2005).
19. yüzyılın ilk dönemlerinde 1868
yılında Güllü Agop'un Gedikpaşa Tiyatrosu'nda ilk Türk operetleri,
daha sonra ilk Türk operaları sahnelenmeye başlamıştır. İlk Türk opereti
denemeleri, Dikran Çuhacıyan’ın yönetiminde “Opera Tiyatrosu” adıyla çalışan
topluluğun çalışmalarıyla olmuştur. 1875 yılında sahnelenen “Arif’in Hilesi”
ilk Türk operetidir. Bu operetin başarısıyla Gedikpaşa Tiyatrosu da operet
sahnelemeye başlamış ve rekabetin gelişmesi bir çok yeni örneğin ortaya
çıkmasını sağlamıştır. “Leblebici Horhor”, “Köse Kâhya”, metninin Osman Nuri ve
Muslihittin Beyler’in yazıp müziğini Haydar Efendi’nin bestelediği “Pembe Kız”,
Ali Bey’in Türkçeleştirdiği “Güzel Helen” bunlardan bazılarıdır (Tamer, 2002: 19). Bu dönemdeki operet oynayan topluluklar
şunlardır: Opera Tiyatrosu (1874), Osmanlı Tiyatrosu (1870), Osmanlı Opera
Kumpanyası (1890), Opera Türk Tiyatrosu (1885). Bu dönemde oynan müzikli
oyunlar Tanzimat döneminin en başarılı eserleri sayılmıştır. Operete duyulan
ilgi Meşrutiyet döneminde de devam etmiştir. İstanbul Operet Heyeti, geleneksel
Türk sanat müziği ve çalgıları ile operetler oynamıştır. Kaptanzade Ali Rıza ve
Muhlis Sabahaddin gibi önemli operet bestecileri ortaya çıkmıştır. Meşrutiyet
dönemi Operet Toplulukları şunlardır: Sahne-İ Milliye-i Osmaniye (1910), Milli
Osmanlı Operet Kumpanyası (1910), İstanbul Operet Heyeti (1919), Sahir Opereti
(1921), Yeni Operet (1922), Hale Opereti (1923)’ dır (Kutluk, 1989: 5).
1910- 1923 yılları arasında etkinlik
gösteren “Milli Osmanlı Operet Kumpanyası”,
Dikran Çuhaciyan'ın yönettiği opera ve operetlerini sergilemiştir. İstanbul’da
1920 yılına dek pek çok operet sahnelenmiş, operet ve müzikli oyunlar için pek
çok tiyatro açılmıştır. Operetlerin hemen hepsinin amacı Türk ezgilerinin Batı
müziği tarzında armonize ederek
renkli bir bileşime varmaktır. Bu arada saray dışında da bazı özel konaklarda
ve derneklerde klasik müzik konserleri verilmekte, zamanın ünlü virtüözleri ve
bestecileri İstanbul'a gelmektedir (www.wikipedia.org,14/10/2005).
Cumhuriyetin ilk yıllarında
Darülbedayi’de ilk operetin sahnelendiği yıl olan 1931 yılına kadar geçen
sürede, “birbiri peşi sıra çıkıp batan operetler” dönemi olmuştur. 1928 yılına
dek batı operetlerinin oynanması, kısa ömürlü operet topluluklarının çoğunlukta
olması, topluluk kurucularının ve oyuncularının belirli isimlerden oluşması, bu
dönemin operetlerinin başlıca özelliklerindendir. Bu dönemin operet
toplulukları şunlardır:, Sabık Hale Sanatkarları Opereti (1923), Sahir Opereti (1924), Şehir Opereti (1926),
Ankara Opereti (1928), Cumhuriyet Opereti (1928), Türk Opereti(1928), Şark
Opereti (1928), Süreyya Opereti (1928), Muhlis’in Çocukları Opereti (1931),
Ozan Opereti (1934), Halk Opereti (1935) (Kutluk, 1989: 5). Bu dönemin en
önemli ve uzun süreli opereti olan Süreyya Operetidir. 1928 yılında Süreyya
Paşa’nın parasal desteğiyle kurulan ve M. S. Ezgi, Lütfullah ve Celal Sururi,
Reşit Gürzap, Şevkiye May, Toto Karaca ve Semiha Berksoy gibi dönemin ünlü
oyuncularını barındıran topluluk, 1935 yılında dağılmıştır. Batı operetlerinin
yanı sıra özellikle M.S. Ezgi’nin operetlerine yer veren Süreyya Opereti, yerli
operetlere ilgi çekme açısından önemli işlevi yerine getirmiş, bir anlamda
Darülbedayi’nin kurulmasına öncülük etmiştir (And, 1973:220).
2.2.Cumhuriyetin İlk Yıllarında
Darülbedayi’de Operetler
Darülbedayi’de Operet dönemi 1931 yılında oynanan “Yalova Türküsü” adlı
operetle başlamıştır. Vasfi Rıza Zobu anılarında Muhsin Ertuğrul’un tam kadrolu
bir operet tiyatrosu kurmaya çok hevesli olduğunu, İstanbul Valisi ve Belediye
Başkanı Muhiddin Üstündağ’ın da desteğiyle Darülbedayi’nin bütçesine verilen
parayla operete başlandığını anlatılmıştır. Yalova Türküsü Operetinin ilk
seslendirilişini Atatürk de izlemiştir. Operet 34 kez sahnelenmiştir
(Zobu: 1977: 385).
Batı müziğinin tekniklerinden yaralanarak yerli motiflerle Türk müziği
ve sahnedeki uzantısı olarak oluşturulan operetlere (Tablo 1) Celal Esat Bey ve
Cemal Reşit Rey başarılı örnekler sunmuşlardır. Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde
İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda 1931 yılından itibaren operetler sergilenmeye
başlamıştır. Darülbedayi yani Şehir Tiyatrosu bir süreden beri sahnelediği
büyük ilgi görmesi üzerine, etkinliklerini “Dram”, “Komedi” veya “Operet”
unvanlarıyla ikiye ayırmıştır. Beyoğlu Fransız Tiyatrosu 1934 tarihinde
“Darülbedayi Operet” kısmı olarak açılmıştır. Operet kısmının ilk oyunu için
Ekrem Reşit Rey’in yazıp Cemal Reşit Rey’in bestelediği “Deli Dolu” Opereti
seçilmiştir. Hazım Körmükçü, Bedia Muvahhit, Şevkiye May, Muammer Karaca olmak
üzere güçlü oyuncu kadrosuyla operet 1934 yılında oynanmıştır. Darülbedayi
Operetlerinin arasında en çok ilgiyi “Lüküs Hayat” opereti sağlamıştır. Bu
operetin başarısını 1934 yılında “Deli Dolu”, 1935 yılında “Saz Caz”, 1936
yılında “Maskara”, 1937 yılında “Hava Cıva” opereti izlemiştir. Bu operetlerin
metinlerini Ekrem Reşit Rey yazmış, Cemal Reşit Rey bestelemiştir (Ataman,
1991: 94).
Darülbedayi Fransız Tiyatrosunda uzun süre operet ve müzikal oyunlar
sahnelemiştir. Darülbedayi operetlerinin bu dönem içinde oynanan operetleri
(Tablo 1) yanında 30’a yakın yabancı komedi eseri de oynanmıştır. “Deli Dolu”,
“Üç saat”, “Saz- Caz” adlı operetleriyle Ekrem Reşit Rey ve Cemal Reşit Rey
kardeşlerin başarısını, Selma Muhtar takma adıyla Nazım Hikmet’in yazdığı ve
Ferdi Statzer’in bestelediği “Bu Bir Rüyadır” opereti devam ettirmiştir. Bu
operetlerin yanı sıra İsmail Galip Arcan’ın yazıp Mesut Cemil’in bestelediği
“Leyla Mecnun” Opereti, Yusuf Ziya Ortaç’ın yazıp Muhlis Sabahattin Ezgi’nin
bestelediği “Aşk Mektebi” ve klasiklerden Shakespeare’in “Yanlışlıklar
Komedisi”, Moliere’in “Kibarlık Budalası” müzikli oyunları halk tarafından
büyük ilgi görüp izlenmiştir (www.seskonserleri.com, 15/11/ 2004).
Darülbedayi’de sahnelenen operetler, 1931 yılından itibaren halkın yoğun
ilgisiyle karşılaşmıştır. 1937 yılına kadar en gözde operetler olma özelliğini
korumuştur. Operetleri genellikle Cemal Reşit Rey veya Hasan Ferit Alnar
yönetmiştir. Ferdi Statzer’in piyanist olduğu ve orkestra elemanlarının bir
çoğunun konservatuar öğrencilerinden oluşması, operetlerin başarılı
sahnelenmesini sağlamıştır. Operetlerde rol alan sanatçılar Hazım Körmükçü,
Vasfi Rıza Zobu, Feriha Tevfik ve Semiha Berksoy önemli başarılar elde ederek o
dönemin en başarılı operet yıldızları olmuşlardır (Kutluk, 1989: 11).
Tablo 1. Yıllara Göre Darülbedayi de Oynanan Operetler
Operetin Adı |
Oynadığı Yılı |
Yazarı |
Besteci-Orkestra Şefi |
Yalova Türküsü Opereti |
1931- 1932 yılı sezonu |
R. Praks’dan düzenleyen İsmail
Galip Arcan |
Hasan
Ferit Alnar |
Saatçi Opereti |
1932- 1933 yılı sezonu |
Celal Esat Arseven |
Celal
Esat Arseven |
Üç Saat Opereti |
1932- 1933 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal
Reşit Rey |
Sarı Zeybek Opereti |
1932- 1933 yılı sezonu |
H. Kemal Gürmen- M. Kemal Küçük |
Hasan
Ferit Alnar |
Büyük İkramiye Opereti |
1933- 1934 yılı sezonu |
Celal Esat Arseven-Yusuf Sururi |
Celal
Esat Arseven |
Lüküs Hayat Opereti |
1933- 1934 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal
Reşit Rey |
İstanbul Efendisi Opereti |
1933- 1934 yılı sezonu |
Musahipzade Celal Bey |
Ferdi
Statzer |
Yarasa Opereti |
1934- 1935 yılı sezonu |
J. Strauss |
Hasan
Ferit Alnar- Cemal Reşit Rey |
Bu Bir Rüyadır Opereti |
1934- 1935 yılı sezonu |
Selma Muhtar takma adıyla Nazım
Hikmet |
Ferdi
Statzer- Hasan
Ferit Alnar |
Deli Dolu Opereti |
1934- 1935 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal
Reşit Rey- Hasan Ferit Alnar |
Saz Caz Opereti |
1935- 1936 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal
Reşit Rey |
Mırnav Opereti |
1935- 1936 yılı sezonu |
A. Afif Orbay |
Adnan
Bozer |
Dudakların Komedi Müzikali |
1936- 1937 yılı sezonu |
Yves Mirande Çeviri: Ekrem Reşit Rey |
Maurice
Yvain Cemal
Reşit Rey |
Maskara Opereti |
1936- 1937 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal
Reşit Rey |
Leyla İle Mecnun Opereti |
1936- 1937 yılı sezonu |
İsmail Galip Arcan |
Mesut
Cemil Cemal
Reşit Rey |
Aşk Mektebi Opereti |
1936- 1937 yılı sezonu |
Yusuf Ziya Ortaç |
Muhlis
Sabahattin Ezgi |
Leblebici Horhor Opereti |
1937 yılı sezonunun son oyunu |
Takfor Nalyan |
Dikran
Çuhacıyan |
*Kutluk
(1989), And (1973), Darülbedayi Dergisi (1931- 1940), Tuncay (1974) ve
Kaynakçada gösterilen internet sitelerinden güncellenmiştir.
3.SEMİHA BEKSOY
3.1.Semiha Berksoy ’un Ailesi ve Yurt
İçi Eğitimi
Semiha
Berksoy, 1910 yılında İstanbul'da, Çengelköy’de şiire tutkun, maliyede kâtip
olarak çalışan Ahmet Ziya Cenap Bey ile döneminin çağdaş kadınlarından ressam
ve heykeltıraş Fatma Saime Hanım’ın kızı olarak dünyaya gelmiştir. Annesinden
şarkı söylemeyi, tiyatroyu, resim yapmayı küçük yaşlarda öğrenen Semiha
Berksoy, henüz dört yaşındayken gittiği “Nöfer Çocuk Yuvası”nda Mozart’ın
“Figaronun Düğünü” Operasının melodilerini söylemeye başlamıştır (www.iskenderiye.com,
4/11/ 2005). I. Dünya savaşında İspanyol gribine yakalanarak hastalanan ve eve
gönderilen babası Ahmet Ziya Cenap Bey’in yanına yaklaşılmasını doktorlar
yasaklanmıştır. Hastalık bulaşıcı olduğu halde yanından hiç ayrılmayan annesi
hastalığa yakalanarak kısa bir süre sonra bebeğiyle beraber hayatını trajik bir
biçimde kaybetmiştir. Babası belli bir süre sonra iyileşerek tekrar evlenmiştir
(www.hurriyetim.com.
, 22/08/ 2004).
Resim:1 Semiha Berksoy’un 1930 yılında
İstanbul Darülbedayi Tiyatro Okuluna Girdiği dönemi
Semiha Berksoy hemen hemen her dakikasının müzik ve sahne aşkı uğruna
mücadele ile geçen yıllarını şöyle anlatmıştır. “Daha ilkokul yıllarında hikâyeler
yazar, yazdıklarımı resimlerdim. Şiirler okur, kendi kendime şarkılar
söylerdim. Kadıköy okulunu birincilikle bitirdiğim yıllarda Güzel Sanatlar
Akademisi Namık İsmail Atölyesi’nde resim eğitimi alarak resim yapmaya da
başladım. Tiyatro eğitimi aldığım Darülbedayi Tiyatro okulundan sonra
Şehzadebaşı’nda İstanbul Kız Lisesine başladığımda özel olarak sesimi Nimet Vahit
hanıma dinlettim. İstanbul Belediye Konservatuar’ında “Nimet Vahit Şan Sınıfı”
nda benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline gelen o sanat aşkıyla derslere
başladım. 1928 yılında Wagner’in Lohengrin Operasında oynadım” (Dursun, 15/11/
2005). Semiha Berksoy’un halk önünde verdiği ilk şan konserine piyanoda Cemal
Reşit Rey eşlik etmiştir. Konserde R.Korsakov’un “Sadko” Operasından “Chanson
Endu” ve Puccini’in “
3.2.Semiha Beksoy’un Operet ve
Müzikal Oyunculuğu
Semiha Berksoy, İstanbul Belediye Konservatuarı'nda ve Güzel Sanatlar
Akademisi, Namık İsmail Atölyesi Resim ve Tiyatro Okulu'nda eğitim aldıktan
sonra 1930 yılında Darülbedayi’de Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde tiyatro ve
operetler için sanatçılar arandığı haberini okuyarak gidip kendisi ile
görüşmüştür. Muhsin Ertuğrul Shakespeare’in “Hırçın Kız” oyunundan “Kate”
rolününün bir bölümünü ezberleyip okumasını istemiştir. Oyunu başarıyla
okuyunca Muhsin Ertuğrul çok beğenmiştir. Darülbedayi Tiyatro Okulunun sınavını
kazanmıştır (Resim1). Darülbedayi’nin sahnelenen oyunlarında ilk olarak Gerhard
Hauptmann’ın eseri “Güneş Batarken” oyununda “Klotild” rolünü ve Henrik
Ibsen’in “Peer Gynt” oyununda “Solveig” rolünü
oynamıştır. Bu dönemde Darülbedayi de sahnelenen operetlerde (Tablo2)
oynamıştır. Sesiyle üne kavuştuğu bu dönemde Türk ve Avrupa operetlerinin
–Primadonnası- bir yıldızı olmuştur (Ali, 1994:115, www.arizadergi.com
, 22/12/ 2004).
3.3. Semiha Berksoy’un Oynadığı Operetler ve Müzikal Oyunlar
Muhsin Ertuğrul Darülbedayi de çalışmalarının yanı sıra sinema alanında
ülkemizin ikinci büyük yapım şirketi “İpek Film” in kurulmasına öncülük
etmiştir. İpek film, çağdaş düzeyde teknolojinin ülkemize girmesinde Muhsin
Ertuğrul’a her türlü imkânı sağlamıştır. Muhsin Ertuğrul’un 1931 yılında
yönettiği “İstanbul Sokakları” adlı film Türk sinemasının ilk ortak (Türk-
Yunan- Mısır) yapımıdır. İstanbul Sokaklarında filmi o dönemde sessiz çekilmiş
sonradan dublaj sistemi ile seslendirilmiştir. Semiha Berksoy, Talat Artemel, İsmail
Galip Arcan gibi Türk oyuncularının yanında Mısırlı sanatçı Azize Emir, Yunanlı
sanatçı Gavrilides’in başrollerini oynadığı filmin dublaj işlemi Paris’te
Espinay stüdyolarında yapılmıştır. Semiha Berksoy filmde seslendirmelerde
sesini kullanarak ve ilk sesli filminde rol alarak döneminde sinema alanında da
bir ilke imza atmıştır. Bu filmin hemen ardından İpek Film ilk sesli film stüdyosunu İstanbul’da kurmuştur. Ses
olgusunun sinemaya girmesiyle 1932 yılında Şehir Tiyatrosunda oynanan
operetlerin (Lüküs Hayat, Hayat, Karım Beni Aldatırsa, Cici Berber) film kayıtları
yapılmıştır. Muhsin Ertuğrul’un 1933 yılında operetlerin sinemaya aktarılması
ile oluşan müzikli filmler içinde senaryosunu Selma Muhtar takma adıyla Nazım
Hikmet’in yazdığı, müziğini Muhlis Sabahattin’in bestelediği “Söz Bir Allah
Bir” filminde de Semiha Berksoy rol
almıştır (www. wikipedia. Org,22/08/ 2005, www.beethovenlives.net,
01/06/ 2005, www.sehirtiyatrolari.com,
02/11/2005).
Tablo 2. Semiha Berksoy’un
Darülbedayi’ de Oynadığı Operetler ve Aldığı Roller*
Operetin Adı |
Oynandığı Yılı |
Yazarı |
Bestecisi |
Orkestra Şefi |
Eserin Oynadığı Yer |
Oynadığı Rol |
Yalova Türküsü Opereti |
1932 yılı sezonu |
İsmail Galip Arcan |
Hasan Ferit Alnar |
Hasan Ferit Alnar |
Darülbedayi Sahnesi |
Sevim |
Üç Saat Opereti -3 Perde (27 Tablo) |
1932 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal Reşit Rey |
Hasan Ferit Alnar- Cemal Reşit Rey |
Darülbedayi Sahnesi |
Naile |
Büyük İkramiye Opereti - 3 Perde (2
Tablo) |
1933 yılı sezonu |
Celal Esat Arseven-Yusuf Sururi |
Celal Esat Bey |
Hasan Ferit Alnar |
Darülbedayi Sahnesi |
Baş Hanende |
Lüküs Hayat Opereti–3 Perde (10
Tablo) |
1933 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal Reşit Rey |
Cemal Reşit Rey |
Darülbedayi Sahnesi |
Atıfet |
İstanbul Efendisi Komedi Müzikali-
4 Perde |
1934 yılı sezonu |
Musahipzade Celal Bey |
Ferdi Statzer düzenlemesi |
İsmail Hakkı Bey’in Musiki Heyeti |
Darülbedayi Sahnesi |
Dilaram |
Yarasa Opereti- 3 Perde |
1934 yılı sezonu |
H Meilhac L. Halevy’den tercüme Ekrem Reşit
Rey |
Johann Strauss |
Hasan Ferit Alnar- Cemal Reşit Rey |
Eski Fransız Tiyatrosu |
Adale |
Bu Bir Rüyadır Opereti- 3Perde |
1934 yılı sezonu |
Selma Muhtar takma adıyla Nazım
Hikmet |
Ferdi Statzer |
Hasan Ferit Alnar- |
Eski Fransız Tiyatrosu |
Fatma |
Deli Dolu Opereti- 3 Perde |
1934 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal Reşit Rey |
Hasan Ferit Alnar- Cemal Reşit Rey |
Eski Fransız Tiyatrosu |
Marlene |
Saz Caz Opereti- 3 Perde |
1935 yılı sezonu |
Ekrem Reşit Rey |
Cemal Reşit Rey |
Cemal Reşit Rey |
Tepebaşı Şehir Tiyatrosu |
Dolores del Ranço |
Mırnav Opereti- 3 Perde |
1936 yılı sezonu |
Afif Obay |
Bozer Bey |
Bozer Bey |
Eski Fransız Tiyatrosu |
Celile Yıldız |
*Arpad (1942), Kutluk (1989), Darülbedayi Dergisi (1931-
1940), Türk Tiyatrosu Dergisi (1935- 1940) Kaynakçada gösterilen internet
sitelerinden güncellenmiştir.
Semiha Berksoy 1932 yılında Nazım Hikmet’in “Kafatası” oyununda tango
söyleyen kız rolüne çıkmıştır. Schiller’in “Hile ve Sevgi Opereti” de başrol
“Luise Müler” rolünü oynamıştır. Darülbedayi’de “Yalova Türküsü Opereti”nde
“Sevim” rolünü oynamıştır (Sergi Kitabı, 1992: 35). 1933 yılında
Darülbedayi’nin operetlerinin yanı sıra
Süreyya Paşa Operetinde de “Emir”, “Çardaş”, Maskot”, “Şen dul”,
“Leblebici Horhor” Operetlerinde rol almıştır. Primadonna olarak kabul edildiği
bu dönemde Şehir Tiyatrosunun önemli sanatçıları arasına girmiştir (Tablo 2).
Ekrem ve Cemal Reşit Rey kardeşlerin “Lüküs Hayat” Operetinde Mısırlı “Atifet”
rolündeki başarısından sonra (Resim 2) Ekrem ve Cemal Reşit Rey kardeşler
Semiha Berksoy için Puccini’nin “Tosca Operası”nı Türkçe’ye çevirmeye başlamışlardır.
Bir yandan da Johann Strauss’un “Yarasa” Operetini sahneye koymuşlardır. Semiha
Berksoy bu dönemde hem Yarasa Operetinde “Adele” rolünü oynamış hem de Bedia
Muvahhid’in oynadığı “Rosalinde” rolünün bütün şarkılarını söylemiştir
(Ali:1994, 116).
Resim 2: Semiha Berksoy 1934 yılında Ekrem-
Cemal Reşit Rey’in Lüküs Hayat Operetinin İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda temsilinde
“Atifet” rolünde
Semiha Berksoy’un 1928- 1933 yılları
arasında primadonna olarak sahnelerde boy göstermesi, Cemal Reşit Rey’in
ağabeyi Ekrem Reşit Reyle birlikte bestelediği önemli operetlerde (Üç Saat-
Deli Dolu-Lüküs Hayat Opereti) oynaması Atatürk’ün dikkatini çekmiştir. 1934
yılında Atatürk, Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Pehlevi için
ülkenin çağdaşlaşmasını vurgulayan bir opera bestelenmesini istemiştir.“Özsoy
Operası” nın metnini, Atatürk'ün yönergeleri ve denetimi ile Münir Hayri Egeli
yazmıştır. Adnan Saygun operayı sahneye koymuştur. Ahmet Adnan Saygun 3 perde
12 tablodan oluşan operayı iki ay gibi kısa bir sürede bestelemiştir (And,
2003).
Münir Hayri Bey o sırada İstanbul’da Lüküs Hayat operetini oynayan
Semiha Berksoy ve hocası Nimet Vahit Hanımı Ankara’ya çağırmıştır. Semiha
Berksoy librettoyu trende okuyarak gelmiştir. Anadolu kızı “Ayşim” rolünü
oynamak için provalara başlamıştır. 12 Haziran 1934 yılında provalara bizzat
gelen Atatürk İngiliz kornosu eşliğinde köy şarkısını söyleyen Semiha Berksoy’u
dinlemiştir. Prova bitince Atatürk, Semiha Beksoy ve Nimet Vahit Hanımı köşke
çağırtmıştır. Berksoy Atatürk’le köşkte karşılaşmasını şöyle anlatmıştır.
“Toyum daha, çok da güzel kızım... Korktum. 'Ben gelmesem olmaz mı' dedim.
'İsmen çağrılmışız, olmaz' dediler. Hemen teyzemden aldığım gri elbiseyi
giydim, belime parlak kırmızı kuşak taktım. Phoneix gibi yeniden doğdum. Adnan
Saygun, Münir Hayri, Nimet Vahit Hanım ve ben, gece yarısı otomobille Çankaya
Köşkü'ne çıktık. İçeri girdiğimizde Atatürk, İnönü ile bilardo oynuyordu.
Yanımıza geldi. Bize masa hazırlatmış, buyur etti. İçki sordular. 'Biz bir şey
içmeyiz' dedik. Bana “Bize şarkı söyleyebilirmisiniz?” dedi. Kolumun altında
Madam Butterfly operası vardı. “İsterseniz ondan İtalyanca bir arya söyleyeyim”
dedim. Çok sevindi. Hemen emretti, bir ses alma makinesi getirildi. Nimet Vahit
Hanım piyanoya geçti. Ben piyanonun yanında, teybin başında durdum. Atatürk de
yanımda durup ellerini kavuşturdu. Başladım arya söylemeye... Beğensin diye var
gücümle söyledim aryayı… çın çın öttü salon... Arya bitince Atatürk, 'Okay....
okay...' diye bağırdı. Meğer “okay” Türkçe bir terimmiş. “Okun aya isabeti”
demekmiş. “Tam isabet” yani... Sonra büfeye geçtik. “Sesiniz çok güzel,
Avrupa'ya gidin” dedi bana... Şah için iyi hazırlanmamızı söyledi”
(Dündar,21/08/ 2004).
Eserin hazırlanışındaki, sanki bir düşü
andıran, çabukluk, gösterimin hazırlığında da şaşırtıcı bir şekilde
görülmüştür. Hemen solistler bulunmuş, Orkesra Riyaset-i cumhur bandosu ve
İstanbul Konservatuarı Yaylı Çalgılar Orkestrası'nın bir araya getirilmesiyle, Koro
ise Halil Bedii Yönetken yönetiminde okullardan derlenmiş yetenekli
öğrencilerden oluşturulmuştur. Dans ve koreografiyi bu alanda deneyimi olan
Selma ve Azade, Selim Sırrı Tarcan üstlenmiştir. Başrollerde; Ulu Anne'yi
soprano Nimet Vahit, Ferîdun'u ise Nurullah Şevket Taşkıran üstlenmiştir. Nimet
Vahit Münih'te müzik eğitimi görmüş, İstanbul Konservatuarı’nda şan öğretmenliği
yapmıştır. Yetiştirdiği önemli sanatçılar arasında Semiha Berksoy, Belkıs Aran,
Neriman San ve Mualla Renda sayılmaktadır. Özsoy Operasının gösteriminde Semiha
Berksoy “Ayşim” rolünü oynamıştır. Böylece öğretmen - öğrenci aynı gösterimde
sahneye çıkmıştır. Nurullah Şevket Taşkıran, Berlin ve Milano'daki
konservatuarlarda müzik eğitimi görmüş, Gazi Terbiye Enstitüsü ile Musiki
Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yapmış çok değerli bir baritondur. 1952’de
ölümüne kadar çok sayıda opera gösterimine çıkmıştır. Ehremen'i oynayan
Süleyman Tamer de bas olarak Madame Butterfly, Fidelio, Figaro'nun Düğünü'de ve
Ahmet Adnan Saygun’un tarafından bestelenen ilk Türk Operası
olan “Özsoy Operası” bir ay içinde hazırlanıp 19 Haziran 1934 gecesi Ankara
Halkevinde sahnelenmiştir. İran Şahı ve Atatürk locada yan yana oturdukları ve
bütün sefirlerin milli kıyafetleriyle geldiği o gece Türk ulusal operasının
başlangıcı olarak tarihe geçmiştir. Semiha Berksoy daha 24 yaşında ilk Türk
operasında hocası Vahit Hanım’la beraber başrol oynayarak aynı sahneyi
paylaşmıştır (Yalçın, 11/11/ 2000). Aynı yıl Atatürk’ün onuruna Büyükada da
sergilenen Cemal Reşit Rey’in “Adalar Revüsü” oyununda oynamıştır. Nazım Hikmet’in
Selma Muhtar takma adı ile Semiha Berksoy için yazdığı “Bu Bir Rüyadır Opereti”
nde Fatma rolünü, Cemal Reit Rey ve Ekrem Reşit Rey’in birlikte yazdığı “Deli
Dolu Opereti”nde “Marlene” rolünü oynamıştır ( K.B. 72. Sanat Yılı Kutlaması,
2000: 16). 1935 yılında Cemal Reşit Rey ve Ekrem Reşit Rey’in birlikte yazdığı
“Saz Caz Opereti”nde “Dolores del Ranço” rolünü, Necip Fazıl Kısakürek’in
“Tohum” adlı oyununda Muhsin Ertuğrul’un partneri olarak “Hanım” rolünü oynamıştır.
Semiha Berksoy Şair Nazım Hikmet için “Mezardan Gelen Mektuplar” hikâyesini
yazmıştır. Şair Hikmet’in hayranlığını kazanan hikâye Sedat Simavi’nin Yedigün
dergisinde yayımlanmıştır. Semiha Berksoy 1936 yılında ise Arif Obay’ın yazdığı
“Mırnav Opereti”nde “Celile Yıldız” rolünü ve Muhsin Ertuğrul’un sahneye
koyduğu Shaeskpear’in “Hamlet” adlı oyununda “Claudius” rolünü oynamıştır (Sergi
Kitabı, 1992:35).
3.4. Semiha Berksoy’un Yurtdışı Eğitimi
Resim 3: Semiha Berksoy 1939 yılında Berlin’de
Richard Strauss’un 75. yıldönümü için düzenlenen Ariadne Auf Naxos Operasında “Ariadne”
rolünde
Cumhuriyet dönemi sanatının neredeyse tüm serüvenini simgeleyen Semiha
Berksoy’un her anı bir performans, dünyadaki varlığı ise bir yapıttı…”
(Erciyes, 20/08/ 2004). Semiha Berksoy’a
Özsoy operasındaki üstün başarısı Avrupa’da eğitim alması için bir
basamak olmuştur. 1936 yılında Carl Ebert ve Paul Lohmann gibi uzmanların
katıldığı devlet bursu sınavını kazanmıştır. Yurtdışında eğitim almak için
Berlin Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümüne gönderilmiştir. Öğrencilik
yıllarında 3 Ocak 1937 tarihinde Berlin Türk Büyükelçiliğinde Alman Hariciye
Nazırı Von Ribbentropf şerefine düzenlenen etkinlikte ilk şan resitalini vermiştir.2
Kasım 1938 tarihinde Alman “Gramafon” şirketi tarafından Berlin Radyosu’nda Berlin
Radyosu Senfoni Orkestrası eşliğinde “Türkiye’ye Selam” adlı altında sesi plağa
alınarak Pucini’nin “Madam Butterfly” Operasından Butterfly’ın , “Cavalleria
Rusticana” Operasından “Santuzza”nın ve Wagner’in “Uçan Hollandalı” Operasından
“Senta” aryasını söylemiştir.15 Kasım 1938 yılında Berlin Devlet Operasına
kabul edilmiştir (Sergi Kitabı, 1992: 36).1939 yılında Berlin Devlet Yüksek
Müzik Akademisi Opera bölümünü “yüksek dramatik soprano” olarak birincilikle
bitirdikten sonra Alman Büyük Opera rejisörü N. Gebhart tarafından Richard Strauss’un 75. doğum
yıldönümü dolayısıyla düzenlenen festivalde, bestecinin “Ariadne auf Naxos”
Operasından “Ariadne” rolünü oynamak için seçilmiştir (Resim 3) “Ariadne”
rolünü oynayarak Berlin Akademisi eski Apollon Operasında Avrupa’da ilk kez
opera sahnesine çıkan Türk Sopranosu unvanını almıştır (Ali, 1994:117, www.iskenderiye.com,
04/11/ 2005). Aynı yılın Haziran ayında Berlin Akademi Operası’nda
gerçekleştirdiği temsillerde Alman müzik eleştirmenleri tarafından “çok tınılı
bir soprano, eşine az rastlanan büyük bir ses, alışılmamış temsil yeteneği.
Tanrı tarafından seçilmiş birinci sınıf klasik bir Wagner yorumcusu” olarak
tanımlanmıştır (Semiha Berksoy Sergi Kitabı, 2003: 233, www. ısıldırıcan.
Freeservers. Com. Semiha.htm, 25/ 04/ 2005)).
3.5 Semiha Berksoy’un Opera Sanatına
Getirmiş Olduğu Katkılar
Berlin Devlet Operasındaki başarılarından sonra ülkemize dönerek 1939
yılında Carl Ebert'in kurduğu Ankara Devlet Operası'nın kadrosuna katılmıştır.
Bu dönemde Wagner ve Strauss operalarının zor partilerini söyleyebilen, bir
tekniğe ulaşmıştır. Güçlü sesi, geniş ve volümlü bir yüksek dramatik soprano
rengine sahiptir (www.biyografi.net,
06/11/ 2005). 6 Ocak 1940 tarihinde Ankara Halk Evi Sosyal Yardım Şubesi
tarafından organize edilen etkinlik çerçevesinde Ankara Halk Evinde Şef Ferit
Anlar yönetiminde Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası eşliğinde Erzincan
Depremzedeleri yararına şan konseri vermiştir (Resim 4). Konserde Weber’in
Preischütz Operasından “Agathe”nin aryası, Wagner’in Tristan und İsolde
Operasından “Isolde’nin Aşk Ölümü” aryası, Mascagni’nin Cavalleria Rusticana
Operasından Santutza” nın aryasını, Puccini’nin Tosca Operasından “Tosca”nın
aryası ve Puccini’nin Madam Butterfly Operasından “Butterfly”ın aryasını
söylemiştir. Aynı yıl Devlet Konservatuarı konser salonu’nda dönemin
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün huzurunda, Alman Orkestra şefi Ernst Preatorius’un
yönetiminde Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası eşliğinde şan konserini
vermiştir. Konserde Wagner Operalarından “Lohengrin Operası”ndan Elsa’nın
rüyası aryasını, “Tannhauser Operası”ndan Elisabeth’in Duası, “Tristan und
İsolde Operası”ndan İsolden’in Aşk Ölümü
aryalarını söylemiştir. O tarihte
Atatürk’ün emri ile konservatuar’da opera ve tiyatro kurmak üzere ülkemize
gelen Carl Ebert Semiha Berksoy’un üstün performans gösterdiği konserinden
etkilenerek Verdi’nin “Tosca” operasında oynanmasını teklif etmiştir (Sergi Kitabı,
1992: 36).
Resim 4: Ankara Halk Evinde şef Hasan Ferit
Alnar yönetiminde Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası Eşliğinde 6/1/ 1940
tarihinde Erzincan Depremzedeleri yararına şan konseri vermiştir.
Bu dönemde Carl Ebert Ankara Devlet Konservatuarı’nın opera
stüdyosundaki eğitim öğretim ile ilgili çalışmalara başlamıştır. Başlangıçta
uluslararası opera literatürü’nün standart eserlerinden alınan örneklerle,
Türkçe metinli denemeler halinde oluşturularak gelişmiştir. Bu alanda
öğrencilerin sahneye koydukları ilk oyun, Wolfgang Amadeus Mozart’ın 1 perdelik
“Bastien und Bastienne” adlı operası olmuştur. Bu oyunla, Türkiye’de opera
konusunda elde edilmiş önemli sonuç, batı operalarından Türkçe librettolu
operalar oluşturma çabasına yol açmıştır. 1940 yılında Türkiye’de ilk olarak,
İtalyan verisimo türünün ünlü bestecisi Giacomo Puccini’nin “Madame Butterfly Operası”nın
sadece 2. perdesi, konservatuarın opera stüdyosu elemanları tarafından, Türkçe
librettolarla ve üstün bir başarı ile sahneye konmuştur. Bu dönemde Carl
Ebert'in kurduğu Ankara Devlet Operası'nın opera stüdyosu elemanlarının
arasında Semiha Berksoy’da vardır. Uluslararası literatürden alınan örneklerin
başrollerini Türkiye’de ilk olarak oynamış bulunan sanatçıların adları Türk
opera tarihinde şerefle yer almaktadır ve adları unutulmayacak olan bu ilk
opera solistlerinin oynadıkları roller şunlardır: Rabia Erler (Bastienne),
Süleyman Güler (Bastien, Cavaradossi), Ruhi Su (Bastien ve Bastienne), Mesude
Çağlayan (Butterfly), Aydın Gün (Pinkerton), Nurullah Şevket Taşkıran
(Scarpia), Semiha Berksoy (Tosca) (Tamer, 2002: 39).
Resim 5: Semiha Berksoy 2/4/ 1941 tarihinde
Carl Ebert tarafından kurulan Tatbikat Sahnesinde Türkiye’de ilk Profesyonel
Opera Temsili olan “Tosca” Operasında
Resim 6:
Semiha Berksoy 1941 yılında Ankara Tatbikat Sahnesinde (Konservatuar
Temsilleri) “Madam Butterfly” Operasında
2 Nisan1941 tarihinde Carl Ebert’in rejisini yaptığı Türkiye’nin ilk Profesyonel Opera Temsili olan Verdi’nin “Tosca” Operasının 2. perdesi Ankara Halkevi Salonunda sahnelenmiştir
(Resim 5). İlk profesyonel opera gösterisinde Nurullah Şevket Taşkıran (Baron
Scarpia), Nihat Kızıltan (Ressam Cavaradossi) ve Semiha Beksoy (Tosca)
rollerini oynamışlardır. Temsilin ilk gösteriminden sonra dönemin gazetelerinde
ve dergilerinde yorum yazıları çıkmıştır. “Devlet Konservatuarı geçen Haziran
ayından beri ilk opera temsillerinin üzerinden bir yıl daha geçmeden ikinci
operayı Türkçe olarak dinleme zevkini ve fırsatını verdi… Daha perde açılır
açılmaz Nurullah Şevket Taşkıran ve Semiha Berksoy, bize birinci perdesini
seyrettiğimiz Tosca operasında rollerini gerek ses gerek temsil bakımından hiç
aksatmadan başardılar...” (Güzel Sanatlar Dergisi, 4/04 /1941). “Tosca operası
başarıyla temsil edildi. Türk sanatı için hayırlı bir devre başlıyor.
Konservatuar ve artistleri bizi memnuniyet içinde bıraktılar” (Yalçın, 14/04/
1941). “Tosca’nın ikinci perdesi sahnelendi. Semiha Berksoy yüksek dramatik
soprano sesi ile Tosca operasının zor partilerini su içer gibi kolaylıkla başardı”
(Tör, 4/04/ 1941). Semiha Berksoy’un
üstün performansı sayesinde Tosca Operasındaki başarısı, Puccini’nin “Madame
Butterfly Operası” 1941 tarihinde Ankara Tatbikat sahnesinde (Resim 6) ve Carl
Ebert’in onun için sahneye koyduğu Beethoven’in “Fidelio” Operası ile devam
etmiştir (Ali, 1994:118). Henüz Devlet Operası kurulmadan önce Carl Ebert'in
yönetim ve denetiminde Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi bir yandan klasik
tiyatro eserlerini, öte yandan klasik opera eserlerinden besteci Betrich
Smetana’nın Satılmış Nişanlı Operası (1943),
Wolfgang Amedeus Mozart’ın Figaro'nun Düğünü Operası (1944), Giamo Puccini’nin
1941 yılında Almanya’da Dresten’de şan konseri vermiştir. Savaş yılları
nedeniyle konser sırasında evinin bombalanması nedeniyle zararını ödeyen Alman
hükümeti’nin katkılarıyla tekrar ülkemize dönmüştür. 1943 yılında Ercüment
Siyavuşoğlu ile evlenmiştir. Bu dönemde İstanbul’da yaşamını sürdürmüş ve
sanatsal faaliyetlerine verdiği şan konserleri ve oynadığı operalarla devam
etmiştir. Semiha Berksoy 1946 yılında kızı Zeliha’yı dünyaya getirdiğinde 35
yaşındadır. Semiha Berksoy yalnızca müzik kariyeri ile ilgilendiği bu yıllarda
müzik ortamında doğan bir bebek için de kaçınılmaz olan tek şey annesiyle
beraber müzik dinlemek ve sanatla ilgilenmek olmuştur. Zeliha Berksoy (2004) o
günleri şöyle anlatmıştır. “Çocukluğum Operalar, Devlet Tiyatrosu kulisleri,
turneler, yurt dışı gezileri arasında geçti. Hatta Viyana Devlet Operası'nda
“Tanrıların Çöküşü” adlı oyunu izlediğimde üç buçuk yaşındaydım. Annemle
beraberdik her yerde “Ankara Devlet Tiyatrosu”nda küçük çocuk rollerine
çıkardım. Kararlıydım annemin izinden gitmeye… Eğitimime Ankara Devlet
Konservatuarı’nın tiyatro bölümünde başladım ve tiyatro üzerine yurt dışında
eğitim görmeye karar verdim. Almanya’nın Berlin Tiyatro okuluna girdim ve
annemin desteği ile ilerledim” (www.iskenderiye.com, www.biyografinet
, 12/07/ 2004).
1946 yılında opera solisti ve Carl Ebert’in reji asistanı olarak Ankara
Operasına atanmıştır. Nazım Hikmet (1947) Semiha Berksoy’un Ankara Devlet
Operasında çalışmaya başlamasına şöyle demiştir “ Pırlanta ne kadar toz toprak
içine atılsa da günün birinde pırlantalığını belli eder. Ve hakkını ister. Semiha’da
bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır. Dünya onun, yolu açık olsun” (K.B. 72.
Sanat Yılı Kutlaması Kitabı, 2000: 7). Ankara Halk evinde Doktorlar Kongresi
şerefine düzenlenen Puccini’nin “Madam Butterfly” operasında başrol oynamıştır.
1947 yılında Ankara’da, ünlü mimar Bonatz tarafından, sergi evinden tiyatro ve
opera binasına dönüştürülen Büyük Tiyatro açılmıştır. Ankara Devlet Tiyatrosu
ve Operasının, 1949- 1951 yılları arasında genel müdürlüğüne Muhsin Ertuğrul
atanmıştır. Muhsin Ertuğrul özellikle opera bölümü için, önce uluslararası literaturden
klasik bir repertuarı, Türkçe librettolarla oluşturabilmek için çalışmıştır.
İtalyan operasının “verisimo” türünün en başta gelen operalarından Rugiero
Leoncavallo, Pietro Mascagni, Giacomo Puccini, Mozart ve Verdi gibi
bestecilerin opera eserlerini sahneye konmuştur (Tamer, 2002: 42). Semiha
Berksoy 1949 yılında Ankara Devlet Opera ve Tiyatrosu genel müdürü Muhsin
Ertuğrul tarafından Ankara Devlet Operasına tekrar atanmıştır (Sergi Kitabı,
1992: 36). 1950 yılında Ankara Devlet Operasında ses uzmanı Arangi Lombardi
tarafından sahnelenen Pietro Mascagni’nin “Cavalleria Rusticana Operası”nda Santutzaa
rolünü oynamıştır. 1951 yılında Eugen d’Albert’in “Tiefland-Çukurova Operası”nda
Martha rolünü oynamıştır (Ali, 1994:118). Semiha Berksoy’un başrolünü oynadığı
Tıefland-Çukurova operasındaki başarısı için ünlü ressam Adalet Cimcoz şöyle
demiştir. “Semiha Berksoy’un sesi dünyayı dolduran bir sestir. Koskoca Atlas
Tiyatrosunu dün sesi ile çınlattı” (Cimcoz, 1951, 2/06/ 1951).
Aynı yıl Operanın ses uzmanı Arangi Lombardi, ses uzmanı Vahdet Nuri
Esmen, Opera genel müdür yardımcısı Mükerrem Keyman, Orkestra şefi Camozza ve
Ankara Devlet Konservatuarı piyano bölümü başkanı Mithat Fenmen’in bulunduğu
Ankara Devlet Operası ses kadrosu jüri heyeti tarafından “Birinci Sınıf Opera
Sanatçısı” olarak değerlendirilmiştir ( Fenmen, 20/01/ 1971). 1 Mayıs 1952 tarihinde
Beethoven’in 125. ölüm yıldönümü nedeniyle Devlet Tiyatrosu opera bölümü
tarafından sahnelenen Mozart’ın “Fidelio” operası’nda Leonore rolünü oynamıştır
(Ulus Gazetesi, 01/05/ 1952).
Semiha Berksoy opera sanatçısı olarak ülkemizde ve yurtdışında çeşitli
şan konserleri vermiştir. Ankara Devlet Opera ve Balesinde Opera sanatının
başlıca yapıtlarının ilk temsillerinde görev alarak bu eserlerin ilk
seslendirilişini gerçekleştirmiştir. Ülkemizde “ilk seslendirme” kapsamında
çağdaş opera yapıtlarına da el atmıştır. 22 Mayıs 1953 tarihinde Ankara Devlet
Konservatuarı Konser Salonunda Devlet Konservatuarının piyano bölüm başkanı
Mithat Fenmen’in eşliğinde “Wagner Konserleri” düzenlemiştir (Resim 7). Konserinde
Wagner’in
“Wesendonk’un beş şiiri aryaları, “Lohengrin Operası”ndan Elsa’nın Rüyası,
“Tannhauser Operası”ndan Elisabeth’in duası, “Uçan Hollandalı Operası”ndan
Senta’nın aryası, “Parsifal Operası’ndan Kundry’in aryası ve “Tristan ve İsolde
Operası”ndan İsolde’nin aşk ölümü aryasını söylemiştir (Wagner Konseri
Programı, 22/05/ 1953).1954 yılında müdür olarak göreve başlıyan Mithat Fenmen
tarafından Ankara Devlet Konservatuarı sahnesinde oynanan “Hansel ve Gratel
Operası”nda Anne rolünü oynamıştır (Sergi Kitabı, 1992: 36). 5 Nisan 1955
tarihinde Münih’te Sanat Severler Klübü tarafından organize edilen etkinliğe
katılarak şan resitali vermiştir. Wagner, Menotti, Mascagni, Bizet’in ünlü
operalarının aryalarını seslendirmiştir. 1956 yılından başlayarak düzenli
olarak üç yıl üst üste Bayreuth
Festivallerine katılmıştır. 1958 yılındaki Bayreuth festivalinde Wolfgang
Wagner’in konuğu olduğu özek bir dinletiye katılmıştır. Konserde Cemal Reşit
Rey’in “12 Halk Türküsü” , Wagner Operalarından Lohengrin operasından Elsa’nın
Rüyası ve Uçan Hollandalı operalarından da Senta’nın aryasını söylemiştir (Sergi
Kitabı, 1992: 36).
1961 yılında Opera rejisörü Feridun Altuna’nın sahneye koyduğu E.
Humperdinc’in “Hansel ve Gretel Operası”nda başrol Hexe-büyücü kadın rolünü
Azra Gün ve Nevin Pere ile birlikte oynamıştır. 5 Şubat 1963 tarihinde Ankara
Büyük Tiyatroda “Semiha Berksoy “30. Sanat Yılı Jübilesi” ni yapmıştır. Dönemin
Kültür Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu ve Devlet Tiyatro ve Opera genel müdürü
Cüneyt Gökçer yüksek himayelerinde Giuseppe Verdi’nin “İl Trovattore
Operası”ndan Azucena rolünü oynamıştır. 1966 yılında Ankara Devlet Opera ve
Balesi’nin yenilenen personel kanununa göre “Başartist- Primadonna” unvanını
almıştır. 1969 yılında ilk yurtdışı sergisi Berlin Lutzov Galeri’de açılmıştır.1972
yılında Paris’te Türk Turizm Bürosunda ve Ankara
Devlet Resim Heykel Galerisinde resim sergisi açmıştır (Sergi Kitabı, 1992:
36). 1973 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden baş artist olarak kendi
isteğiyle emekli olmuştur. Sanat çalışmalarına İstanbul’da devam etmiştir. 1999
yılında New York Lincoln Center’da dünya
prömiyer’ini yapan Robert Wilson’un Umberto Eco’nun yazdığı “Önceki Günler,
Yıkım Detroit III” oyununda sahneye çıkmıştır. Oyunda Semiha Berksoy Richard
Wagner’in “Tristan ve İsolde Operası”nda İsoldenin “Aşk Ölümü” aryasını söylemiştir. 89 yaşındaki
performansından dolayı 3500 kişilik salonda ayakta alkışlanmıştır (Oral, 02/11/
2000, Radikal, 17/08/ 2004).
Resim 7: Semiha Berksoy 22/05/1953 tarihinde Ankara Devlet
Konservatuarı Piyano Bölüm Başkanı Mithat Fenmen’nin eşliğinde “Wagner Şan
Resitalleri” vermiştir.
7 Kasım 2000 tarihinde Kültür Bakanlığı, İstanbul Atatürk Kültür
Merkezinde Semiha Beksoy’un 72. sanat yılı için bir jübile gerçekleştirmiştir
(Resim 8). Semiha Berksoy’un ilk kez
1952 yılında oynadığı Beethoven’ın “Fidelio” operasının İzmir Devlet Opera ve
Balesi tarafından oynandığı gecede Semiha Berksoy, tükenmeyen enerjisi ile 90
yaşında Giacamo Puccini’nin “Madame Butterfly” operasının Butterfly’ın aryasını
Türkçe olarak, Ahmet Saygun’un “Özsoy” operasından Ayşim’in aryasını, Cemal
Reşit Rey ve Ekrem Reit Rey kardeşlerin yazdığı “Deli Dolu” Operetinden
Marlane’nin aryalarını söylemiştir (Hızlan, 09/11/ 2000, Oral, 02/11/ 2000).
2000 yılında “Luxemburg’a giderek “Manifesta II” performansını
gerçekleştiren Berksoy'un Viyana Modern Sanat Müzesi'nde “Gelecek Milenyuma
Bakış
Resim 8: 7 Kasım 2000 tarihinde Kültür
Bakanlığı, İstanbul Atatürk Kültür Merkezinde Semiha Beksoy’un 72. sanat yılı
için bir jübile gerçekleştirmiştir.
Cumhuriyet dönemi sanatının ilk yıllarında Batı sanat ideolojisinin
simgesi olarak tanınan Semiha Berksoy opera sanatında gösterdiği üstün
performansını ve çalışmalarını yaşamının son anına kadar sürdürmüştür. 19
Kasım1984 tarihinde Türk kadının seçme ve seçilme hakkı verilişinin 50. yılında
TBMM tarafından ilk kadın opera sanatçısı olarak “Atatürk ve Opera” ödülünü
almıştır (Karaduman, 19/11/ 1984). 1998 yılında “Devlet Sanatçılığı” unvanını almıştır.
15 Ağustos 2004 tarihinde 94 yaşında İstanbul’da vefat etmiştir.
3.6. Semiha Berksoy’un Oynadığı Türk
Filmleri
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Muhsin Ertuğrul’un Halide Edip
Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” adıyla uyarladığı filmde kamera karşısına Bedia
Muvahhit ve Nehire Neyir sinema filminde oynayan ilk Müslüman Türk
kadınlarıdır. Bu iki öncü kadını Semiha Berksoy ve İsmet Sırrı Sanlı gibi kadın
sanatçılar izlemiştir(www.lokomotifkamera.com, 14/11/2001).
Semiha Berksoy 1931 yılında daha 21 yaşındayken Türk sinemasının öncülerinden
Muhsin Ertuğrul’un çektiği ilk sesli Türk filmi olan “İstanbul Sokaklarında”
(Tablo 3) Semiha rolünde oynayarak filmin seslendirmesini yapmıştır (www.arizadergi.com,
22/12/ 2005).
Semiha Berksoy’un oynadığı 1991
yılında, Yavuz Özkan’ın filmi “Ateş Üstünde Yürümek” filmi (Tablo 3) 28.
Antalya Film Festivalinde (1991) ve 4. Ankara Film Festivalinde gösterilmiştir.
Filme en iyi yönetmen ödülü verilmiştir. 1994 yılında Kutluğ Ataman’ın
yönettiği Karanlık Sular (The Serpent’s Hill) filmi İstanbul Uluslararası Film
Festivali’nde (1994) gösterilmiştir (Resim 9). Kutluğ Ataman İstanbul Uluslararası Film
Festivali Özel Ödülü (1994) ve Sinema Yazarları Ödülü (1995) ve Ankara
Uluslararası Film Festivali (1995), Seçici Kurul Özel Ödülü verilmiştir. Ayrıca
5- 15 Mayıs 2005 tarihinde Ankara’da gerçekleşen 8. Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivalinde “Aşk” teması işlenerek Semiha Berksoy’un anısına
Kutluğ Ataman’ın Karanlık Sular (The Serpent’s Hill) filmi gösterilmiştir (www.lokomotifkamera.com, 14/11/ 2001).
Resim 9:
Kutluğ Atamanın 1994 yılında çektiği “Karanlık Sular” (The Serpent’s Hill) filminin bir
sahnesinde
Semiha Berksoy Belgeseli “Semiha B Unplugged”
(Tablo:3) 1997 yılında yönetmen Kutluğ Ataman tarafından çekilen 8 saatlik bir
video belgeseldir. 5. Uluslararası İstanbul Bienali (1997) Kutluğ Ataman’ın
yönettiği ”Semiha B. Unplugged” filmi oynamıştır. Kutluğ Ataman “Semiha Berksoy Belgeseli”nde sanatçının tüm
yaşam kesitlerini ve “renkli” yatak odasının kapılarını ağzına kadar açarak
bütün yaşamının “çıplaklığı”nı izleyiciye sergilemiştir. Belgesel daha sonra
Milano’da 1 ay, Berlin’de 1.5 ay, Lüxsenburg’da 3 ay, Cenevre’de 1 ay,
Brezilya’da 1 hafta oynamıştır. Son olarak Viyana’da gösterilmiş onun sonucu
olarak Kutluğ Ataman “Venedik Bienaline davet edilmiştir.Venedik Bienalin’de
Semiha Berksoy’da katılarak aynı zamanda resim sergisi açmıştır (www.kameraarkasi.org, 30/11/ 2005, www.german.imdb.com , 10/11/2005).
*Semiha Berksoy’unYıllara Göre Oynadığı Türk Filmleri (Tablo3)
Filmin Adı |
Yönetmen |
Oynadığı Yılı |
Senaryo Yazarı |
Müzik |
Yapımcı |
Cinsi/ Özellik |
İstanbul Sokaklarında |
Muhsin Ertuğrul |
1931 |
Muhsin Ertuğrul |
Ferit Alnar |
İpek Film(Türk- Yunan-Mısır ortak
yapımı) |
Siyah- Beyaz |
Söz Bir Allah Bir |
Muhsin Ertuğrul |
1933 |
Nazım Hikmet |
Muhlis Sabahattin Ezgi |
İpek Film |
Siyah- Beyaz |
Büyük Sır |
Talat Artamel-Cahide Sonku |
1956 |
Sadık Şendil |
- |
Sonku Film |
Sinema |
Ateş Üstünde Yürümek |
Yavuz Özkan- Aycan Çetin |
1991 |
Yavuz Özkan Sanat Yönetmeni: Gökhan Yücesal |
Oğuz Abadan |
Fono Film(Türk-Alman-Fransa ortak
yapımı) |
Renkli- Sinema |
Karanlık Sular (The Serpent’s Hill) |
Kutluğ Ataman |
1994 |
Kutluğ Ataman |
Blake Leyh |
Temaşa Film(Türk- ABD ortak yapımı) |
Renkli- Sinema Süresi: 83’00 |
Semiha B. Unplugged- Semiha Berksoy
Belgeseli |
Kutluğ Ataman |
1997 |
Kutluğ Ataman |
Fotoğraf: Manuel Çıtak |
Zeynep Özbatur |
Belgesel Video-Süresi:7’42 |
*(Kaynakçada belirtilen İnternet Siteleri ve Semiha B. Unplugged ve Semiha Beksoy’un
Filmleri için: http://german.imdb.com/Title?0110242,
10/11/2005, www.sinematurk.com, 10/11/2005, http://www.kameraarkasi.org/sinema/yonetmen/dir.
turk/k/kutlugataman/semihaberksoy.html, 29/11/ 2005)
3.7.Semiha Berksoy’un Resim Sanatına
Katkıları
“Sanatçıları hayata bağlayan ürettikleridir. Kendi dünyasıyla karşılaşan
ressam üretim anında gerçeğe dönüşen üretiminde kaybolur. Hayata bağlanırken
hayattan kopar. Biçim ve tutku ile düzen ve vitalite’nin canlılık, dirilik,
yaşam enerjisi- birliğini sağlayan muhteşem yaratıcılık doruğu vecd’dir.
Kendinden geçecek derecede dalgınlık, aşırı heyecan, kederlenme, usun ötesine
geçme, güçlü bir duygu tarafından ele geçirilme ile ortaya çıkmaktadır” (May,
2001: 69). “Resim yapma anında sanatçı bilincinin yoğunlaşmasıyla farkındalık
tarafından ele geçirilir. Bedenin ve ruhun, somut ve soyutun birlikteliğiyle
duyguların ötesinde derin tinselliğe ulaşan yapıtlar tamdır, güçlüdür ve
sağlamdır. Kişinin tini düş görmektir. Tin düşsel olarak kendi etkinliğini
yansıtır, bu etkinlik hiçliktir” (Kierkegaard, 20003: 55). Sanatçı hiçliğin
içinde varlığa ulaşır ve onu görünür kılan da eserleridir”. Matisse, Aragon’a
“Bir sanatçının önemi, görsel dile getirdiği yeni imlerin niceliğiyle ölçülür” demiştir.
Matisse'in sözünü ettiği İmler, çizgi,
leke, renk, dokuyla gerçekleştirilen, ya daha önceki görsel dili zenginleştiren
ya da yepyeni bir görsel dildir”.Semiha Berksoy'un resimlerinden beş resmini
yorumlayan Fırat Edgü resimlerini şöyle değerlendirmiştir; “Bir Fikret Muallâ,
bir Bedri Rahmi ve Abidin Dino'nun resmine bakar gibi bakmadığımı söylememe
gerek var mı? Hattâ bir Van Gogh'un,
Munch'un, Bacon'un resmine bakar gibi bakmadığımı... Peki, Semiha Berksoy'un resmini
diğerlerinden ayıran başka bir resim
oluşu mu? Ama kişiliği olan her sanatçının yapıtı diğerlerinden hangi yönden
ayrılır; resimleri bu niteliğiyle de zaten başka değil midir...”( Edgü, 22/06/ 2005).
Semiha Berksoy annesi ressam ve heykeltıraş Fatma Saime Hanım’dan ilk
resim derslerine başlamıştır. İlkokul yıllarında başladığı resimlerinde,
yazdığı hikâyelerini resimlemiştir. 1929 yılında yapmış olduğu resimleri Güzel
Sanatlar Akademisinde Namık İsmail Bey’e göstermiştir. İlk ciddi resim
eğitimini Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’nde alarak birçok
resim yapmaya başlamıştır (Dursun, 2005). Semiha Berksoy resimlerinde; “Resim
yapmadan duramam. Resim yapmak benim için yemek yemek kadar önemlidir.
Resimlerim, “Avan-gard” dedikleri modern türdendir. Ne hissediyorsam onun
resmini yapıyorum. Kiminde çocuk gibiyim, kiminde melek, karşılık beklemeden
sevmemden geliyor. Sevince melekleşiyorum, sevince çocuk saflığına kavuşuyorum.
Şeytanlığım ise, sevdiğimi bırakıp gidebilmem. Sanatım için çekip giderim,
gidebilirim. Bana şeytanlığı yaptıran sanat aşkı… Zaten hayatta en önemli şey
sanat aşkı, gerisi fasa fiso” demiştir (Oral:2000). Resimleri eleştirmenler
tarafından şaşırtıcı bulunmuştur. Sanatçı resimlerinde tepkilere aldırmadan
sadece iç dünyasını dışa vurmakla ilgilidir (www.ucansupurge.org,
17/08/ 2004).
Opera sanatçılığı kimliğinin yanında resim çalışmalarına da devam eden
Semiha Berksoy, 1961 yılından başlayarak
Türkiye ve yurtdışında birçok resim sergisi açmıştır. 1961 yılında Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi’nde Devlet Resim Heykel sergisine “Bursa’da Fatihin Doğduğu
Ev” ve “Yeşil Cami” tabloları ile katılarak ödül almıştır. 1969 yılında Berlin,
Lutzovhaus resim sergisi, 1972 yılında Paris’te resimlerini sergilemiştir.
Ülkemizde ilk resim sergisini 1974 yılında Ankara Devlet Resim Heykel
Galerisinde açmıştır. 1982 yılında İstanbul Atatürk Kültür Merkezi Büyük
Salonda, 1992 yılında Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda “resim ve çarşaf
resimlerinden oluşan resim sergisi, 1995 yılında New York ve Almanya’nın Hann
Munden kentinde yer alan “All Fann- Die Kunst” Uluslar arası sergiye katılmıştır.
1998 yılında Lüksenburg’da yer alan Avrupa Çağdaş Sanat Bienali “Manifesta II” Sergisine katılmıştır. 1999 yılında Madrid
Uluslar arası Tiyatro Festivali’ne katılmıştır. 2000 yılında Viyana’da “Kunst Museum Bonn” da
gerçekleştirilen yüzyılın en önemli sanatçılarını bir araya getiren “Zeitwenden
2000 Millenium” sergisine katılan ilk Türk ressamıdır. “Semiha Berksoy Odası”
adlı yapıtıyla birincilik ödülü ile onurlandırılmıştır (Resim 10). Alman sanat
eleştirmenleri resim anlayışı ve kişiliği için tüm sanat kollarını (opera,
tiyatro, resim, film, edebiyat ) bir araya toplayan anlamını taşıyan
“Gezeumtkunstverk” demişlerdir. 2003 yılında Viyana’da “Samlung Essel Modern
Müzesi’nde gerçekleştirilen “Blut- Honig” sergisine katılarak son dönem
resimlerini sergilemiştir ( Sergi Kitabı, 2003: 235, Edgü, 22/082005,
Dursun,2005, www.turkishtime.org,
5/11/ 2005).
16 Ekim 2003 tarihinde İş Sanat
Kibele Galerisinde Cumhuriyetin 80. kuruluş yıldönümüne eş anlamlı olarak
gerçekleştirilen sergiye Semiha Berksoy yapıtlarından oluşan “Semiha Berksoy
retrospektif” sergisiyle katılmıştır. Sekiz yaşındayken yaptığı ilk resimleri
ile son dönem yapıtlarına dek yaşam boyu üretimini bir araya getirdiği seçkin
örneklerini sergilemiştir. Kibele Sanat Galerisi, “Semiha Berksoy retrospektif”
sergisi ile eş anlamlı Mimar Sinan Üniversitesi tarafından Resim Heykel
Müzesinin sürekli koleksiyonuna dahil edilen “Semiha Berksoy Odası” (Resim 10) açılmıştır (Sergi Kitabı, 2003:
235, www.ismek.org, 18/10/2003, www.radikal.com.tr, 23/06/2005).
Resim 10: 2000 yılında “Zeitwenden 2000 Millenium”
sergisine katılan ilk Türk ressamıdır. Bonn Kunstmuseum ve Viyana
Kunstmuseum’da Sergilenen “Semiha Berksoy Odası” Sergisi
Zengin ve dopdolu bir yaşamın
izdüşümlerini sunacak olan “Semiha Berksoy Retrospektif Sergisi” dolayısıyla
İş Bankası Kültür Yayınlarınca kapsamlı bir sergi kitabı yayımlanmıştır.
Kitapta, ünlü Amerikalı tiyatrocu Robert Wilson ve Bonn Çağdaş Sanat Müzesi
Müdürü Dieter Ronte gibi önemli isimlerin Berksoy için kaleme aldıkları
metinleri yer almıştır. Dieter Ronte, bu sergi için yazdığı metinde; Semiha
Berksoy’u “patlayan bir volkan”a benzeterek “Berksoy yalnızca estetik olarak
anlaşılıp kavranabilir. Salt sanatsal bir magmadır o. Kimsenin emrine girmez,
kendi kendisininkine bile. Berksoy, sanatçı ve yapıtını birbirinden ayırmadan,
kendi insanlığının merkezinde bir top yekün sanat yapıtı yarattı. Kendi özel
düşüncesini sanatsal biçimde anlatan Berksoy’un giriştiği her iş kendi kişisel
mitolojisi anlamında bir kendini arayıştır. Onun yaşamında ve yapıtlarında
(Resim 11, 12, 13) ölüm ve aşk, gençlik ve yaşlılık, başarı ve başarısızlık,
şimdi olmak ve unutulmak, gerçekleşme ve gerçekleşmeme birbiriyle oyun oynar”
saptamasını yapmıştır (Sergi Kitabı, 2003: 11).
Resim 11: Hapishanede Ziyafet (1980) Tablosu
Semiha Berksoy’un “öncülü ve ardılı
olmayan” sanatçı kimliğine dikkat çeken Ferit Edgü ise
Berksoy’un “Do sesi verdim / Ölümü yendim” sözünü anımsatarak Berksoy’un
resimleri (Resim 13, 14,15) “Ölümle iç içe gelişiyor ve ölüme meydan okuyor. Bu
resimleri ‘okurken’ derinden sarsılmamızın nedeni de bu” demiştir. Semiha
Berksoy’un yapıtlarında (Resim 13, 14, 15) “çocuksu bir biçim bozmasıyla
oluşmuş çizgisel bir ekspresyonizm” yansıttığını belirten Beral
Madra ise; Berksoy’un yapıtlarındaki “güçlü erotik ve büyüsel
değinmelere dikkat çekiyor. Madra, Dieter Ronte’nin saptamalarına; “Resimlerin
kavramsal dokusunu oluşturan bu çocuksu saflık ve olgun erotizmden oluşan ve
bir yerde birbirini tamamlayan karşıtlık, gerçekte onun öz yaşamını bireysel
bir mitolojiye dönüştürüyor. Berksoy’un resimleri, onun içsel yaşamı ile dış
dünyası arasındaki ikonlarıdır. Dış dünyasında müzik, jest, idealizm,
kahramanlık iç dünyasında şiir, düş gücü, erotizm ve tutkulu duygular vardır.
Bu iki dünyanın aracısız bir biçimde çarpışması karmaşa doğurmakta, bu
çarpışmayı tuval üstünde denetim altına alabilmektedir” sözleriyle katkıda
bulunmuştur (Sergi
Kitabı, 2003: 34). Sergi kitabında imzası olan sanat eleştirmenlerinden Levent
Çalıkoğlu ise, Semiha Berksoy’un “kendi kendisinin konusu”
olduğuna dikkat çekerek, “Her koşulda, yaşamı ve sanatı arasındaki gerilimli
ucu birleştirir, aradaki elektriklenmenin canını acıttığı yerde ise yaşamı feda
edip sanata sığınır. Bir Cumhuriyet
kadını olarak bunca yıldır ayakta kalmasının, sahneye çıkmasının, çelişen
sosyal ve siyasal meşruluklara direnebilmesinin belki de yegâne dayanağı,
sanatını ve onu eyleyen sesini ve bedenini sıradanlaştırmaması, her ne koşulda
olursa olsun, basitleştirmemesidir” Onun sanatında önem vererek aramamız
gereken “ya hep ya hiç” düsturuyla yaşamın olumlanması ve Yüksek Dramatik
Soprano olarak opera dünyasında elde ettiği başarıların dökümüdür.Resimleri bu
başarıların görsel izleri ile doludur: İlk Türk Operası’nda oynadığı Ayşim
başrolünden (Resim 14), Rey Kardeşlerin Lüküs Hayat Opereti’ndeki Atıfet’e,
Berlin’de Richard Strauss’un 75. Yıldönümünde
rol aldığı Ariadne auf Naxos’tan, Carl Ebert yönetiminde Türkiye’de
gerçekleştirilen ilk profesyonel Opera temsilinde üstlendiği Tosca’ya kadar
neredeyse tüm sanat yaşamını resimlerinde görselleştirir (Resim 14) saptamasını yapmıştır (Sergi Kitabı, 2003: 40, www.uçansüpürge.org,
5/12/ 2005).
Resim 12: Annem ve Ben (1974)
Tablosu Resim
13: Ses (1970) Tablosu
Resim 14: Özsoy Operası
(1981) Tablosu Resim 15: Do Sesi (1970) Tablosu
12 Haziran 2005 tarihinde Semiha
Berksoy’un ölümünün birinci yılında 51. Uluslararası “Venedik Bienali”nin ana
sergiler bölümünde, uluslararası 49 sanatçının katıldığı “always a step further
(daima bir adım ileri)” sergisinde İstanbul Modern Sanatlar Müzesinin baş
müdürü; İspanya’dan sanat tarihçisi, eleştirmen iki kadın kuruatör; Maria de
Corral ile paylaşan Rosa Martinez, “Opera sanatçısı, yazar, ressam Semiha
Berksoy’un opera ve tiyatro konularını
içeren 26 yapıtını ve “Aşk” ve “Anne-kız” temalı” (Resim16 ve Resim 17)
resimlerinden oluşan eserlerini Arsenal Binasının girişindeki Büyük Salonda
sergilemiştir (www.universes-in-universe.de, 18/06/2005 www.zeyneporal.com,
22/06/2005, Güler, 18/06/ 2005). Roza Martinez Semiha Berksoy’un Arsenal’de yer
alan eserleri için şöyle demiştir: “Semiha Berksoy’un resimleri, bütüncül bir
sanatçının muhteşem bir örneği” dir. Semiha Berksoy’un resim sanatında öncesi
ve sonrasındaki “Feminist” söylemini kullanmamış fakat “kadın” olma savaşını en
zor şartlarda vermiş bir sanatçıdır o… Daha 14 yaşında (1924), Mısır sanatından
etkilenip boynuna gorjeri takan Berksoy, kendi estetik anlayışını yaşamaya
cesaret etmiş eşsiz bir örnektir. Bir yandan, onun yapısında bir insanın
yaşadığı toplumda normalleştirilmeye maruz kaldığında verdiği tepkileri vermiş ve
resimlerinde kendiyle özdeşleşen dili bulmuştur” (www.radikal.com.tr23/06/
2005).
Resim 16: Semiha Berksoy’un Arsenal’de 51. Uluslararası “Venedik Bienali”nde
sergilenen “Aşk” temalı resimleri
Resim17: Semiha Berksoy’un Arsenal’de 51.
Uluslararası “Venedik Bienali”nde sergilenen “Anne-Kız” temalı resimleri
Semiha Berksoy’un Arsenal’de yer alan
eserlerinden “Anne-kız” temalı resmi (Resim 17) sanatçının yedi yaşında
kaybettiği annesi, ressam Fatma Saime Hanım kutsal ikon olarak geniş bir
duvarda, tek başına sergilenmiştir. Sergiyi gezenler sembolleri çözmeye
çalışmıştır. Roza Martinez Semiha Berksoy’un en çok merak edilen “Anne-kız”
resmini şöyle yorumlamıştır. “Ölüm ve aşk temalı resimlerde anne, kızını öznel
çatışmalarından ve dışsal saldırılardan koruyan bir figür: Düşmanı temsil eden
yılana saldıran bir kuş örneğin”. Semiha Berksoy’un kızı Zeliha Berksoy
“Anne-kız” temalı resminde “öfke” olduğunu savunanlara karşı çıkarak annesinin
“Mücadele ve acı çekmekten söz edilebilir ama öfkeden değil... Düşmanı olan
yılana tutkuyla sarılan, vücudunu parçalayanlara dik dik bakan, “hümanist” bir
figür” demiştir (Başak, 23/06/ 2005).
“Semiha Berksoy (Resim 16 ve Resim 17) de görüldüğü gibi figüratif
çalışmıştır. Dieter Ronte, Semiha Berksoy’un resimlerini, resim sanatı alanının
bir dahisi olarak görmüştür. “İnsanın varoluşu ile ilgili düşüncelerini
çizmiştir. Figürleri neredeyse çocuksu bir burkulmayı yansıtıyor. Kontrolsüz
burkulma dememek için çocuksu diyoruz. Burada resmedilen varoluş biçimleri
aslında her zaman bir tuzak içinde. İçsel ve dışsal baskıyla karşı karşıyalar.
İkonografisi yüksek derecede güçlü, erotik ve büyülü çizimler. Yaşanmış
kayıtlardaki değişimleri içeriyor. Semiha Berksoy, karşı duruşları dile
getiriyor; bir bütünlük sağlamak için yalnızca sanatta bir araya getirilebilen
karşıtlıkları… Çünkü burada tek tek resimler tıpkı mekânın tümü gibi
inandırıcı. Merak ve masumiyet, bir yetişkinin erotizmiyle birleşiyor. Birlikte
kavramsal bir doku oluşturuyorlar ki resimler buradan çıkarak etki yapıyor.
Semiha Berksoy, sanatçı ve yapıtını birbirinden ayırmadan, kendi var oluşunun
merkezi olarak bir tümel sanat birliği yarattı”. Bugün eğer tümel sanatların
birliği kavramı, gene bir rol oynuyorsa, o zaman Semiha
Beksoy bu sanat anlayışının kahramanca dahi bir temsilcisidir. Çünkü tümel
sanatlar birliği bir tek kişi tarafından etkin biçimde düşlenir ve
kendiliğinden yaratılır” saptamasını yapmıştır (www.iskulturyayinlari.com.tr ,18/10/ 2003).
4.SONUÇLAR
Seçkin bir ailenin üyesi olarak çok
yönlü yetiştirilmesiyle elde ettiği birikimi, Berlin Devlet Yüksek Müzik
Akademisi Opera Bölümünde akademik eğitim alma avantajı; zekâsı, sınırları
zorlayan mücadeleci karakteri ve yeteneğini birleştiren Semiha Berksoy;
Berlin’de verdiği konserde ayakta alkışlanan ilk Türk Opera sanatçısıdır.
Atatürk’ün hayranlıkla seyrettiği Ahmet Adnan Saygun’un “Özsoy” operasındaki
üstün performansı ve yeteneği ile Türk opera sanatının öncülerinden biri olarak
Cumhuriyet dönemi kadın sanatçı kimliğinin oluşmasında etkin bir rol almıştır.
Semiha Berksoy, opera sanatçılığı,
oynamış olduğu filmler ve yaptığı resimlerle bütüncül bir sanatçıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında sahnelenen operetler ve müzikal oyunlarda
gösterdiği üstün performansı ile, özgün ve üretken yapısıyla ilgilendiği sanat
dallarında her zaman ilk’lere imza atmıştır. Tiyatro, opera, müzikal, yazı,
resim, heykel sanatını iç içe yoğurarak kendine özgü, ödün vermeden benzeri
olmayan eserler üretmiştir. Çevresine ve topluma meydan okuyarak, tepkilere
aldırmadan kendi iç dünyasını dışa vurarak sıra dışı olmayı benimsemiştir.
Sanat aşkını, yaşam aşkına ve yaratıcılığa dönüştürmesiyle döneminin şartları
düşünüldüğünde kadın sanatçı olarak belli tabuları yıkarak ilerlemiş ve
özellikle resimleri farklı ve aykırı olarak algılanmıştır. İlk Türk Opera
sanatçısı, yüksek dramatik soprano, Ankara Devlet Operası Baş artisti, Devlet
Sanatçısı ve Atatürk Opera Ödülü sahibi olarak ülkemiz opera müzik kültüründe
öncü kişiliğiyle, aydın Türk kadın opera sanatçı kimliğinin oluşmasına katkı
sağlamıştır.
Semiha Berksoy’un ilginç ve hareketli
yaşam öyküsü Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk toplumunun geçirmekte olduğu
değişime ayna tutarken, bir kadın olarak sanatına sahip çıkabilme
mücadelesindeki zorlu sürecide yansıtmaktadır.
5.KAYNAKLAR
ALİ, Filiz (1994). Dünyadan ve Türkiye’den Müzisyen Portreleri,
Cem Yayınevi, Özyurt Matbaası, İstanbul
AND, Metin (1973). 50 Yılın Türk
Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Baha Matbaası, İstanbul
ATAMAN, Sadi, Yaver (1991). Atatürk
ve Türk Musikisi, Kültür Bakanlığı, Ankara
BAŞAK, Bugay. “ Ölümünün birinci
yılında Semiha Berksoy Venedik Bienali’nin ana sergiler bölümünde… Rosa
Martinez Opera Sanatçısı, ressam Semiha Berksoy bütüncül sanatçının muhteşem
örneği diyor”, Radikal Gazetesi, 23/06/ 2005
BEAUVOİR Simone de (1949). “The
Second Sex”, Çev: H. M. Parshley, Harmondsworth, Penguin Books, 1972
BEŞİROĞLU, Şehvar (2004). “Osmanlı-
Türk Musikisi’nde Kadın’ın Müzikal Kimliği: Timur- Mughal- Osmanlı Görsel
Malzemelerinin Müzikal Açıdan Değerlendirilmesi”, Yeditepe Üniversitesi Kadın
Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, Maraton
Dizgi evi, İstanbul, 1- 4 Mart 2004
BUDAK, Muzaffer (1985). Tiyatro-
Opera- Operet- Bale Yazıları, Doyuran Matbaası, Budak Yayınları:2, İstanbul
CİMCOZ, Adalet (1951). Tiefland
Operasını izlenimleri, Tavanarası ressamları yazıları, 2/06/ 1951
CİTRON, J. Marcia (1990). “Gender
Professionalism and the Musical Canon”, The Journal of Musicology, C.8, Number
1,
DÜNDAR, Can. “Balböceği Bitirdi
Atatürk Okay Okay ..Dedi”, Milliyet Gazetesi, 21/08/2004
FENMEN, Mithat. “Semiha Beksoy’un
1951 yılı Ankara Devlet Operası Ses Kadrosu İle İlgili Raporu”, Mithat Fenmen
Rapor Yazısı, 20/01/ 1971
GAZİMİHAL, M.G. (1939), Türkiye
Avrupa Musiki Münasebetleri, Numune Matbaası, İstanbul
GÜLER, Zeynep. “ Berksoy’un 26 Yapıtı
Venedik Bienali’nde”, Sabah Gazetesi, 18/06/ 2005
GÜNGÖR, Uras. “ İlgi Görmesi İçin
Kadın İlla da Soyunmalı mı?”, Milliyet Gazetesi, 25/06/ 2005
HIZLAN, Doğan. “Semiha Berksoy’dan
Türkçe Madam Butterfly”, Hürriyet Gazetesi, 9 Kasım 2000
KARADUMAN, Necmettin. “Semiha
Berksoy’a verilen Atatürk Ödülü”, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Ödül
Belgesi, 19 Kasım 1984
KİBELE’DE SEMİHA BERKSOY.
“Retrospektif Sergisi”, 16 Ekim- 05 Ekim
KIERKEGAARD, Soren. (2003). Kaygı
Kavramı, Çev: T. Armaner, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
KUTLUK, Fırat (1989). “Darülbedayi’
de Operet”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzik Bilimleri
Anabilim Dalı, Danışman: Doç.Dr. Necati Gedikli, Yayınlanmamış Yüksek lisans
Tezi, İzmir
KUTLUK, Fırat (1997). Müziğin Tarihsel
Evrimi, Ceylan Matbaacılık, İstanbul
“KÜLTÜR BAKANLIĞI 72. SANAT YILI
KUTLAMASI”, SEMİHA BERKSOY: YÜKSEK DRAMATİK SOPRANO HAYATI”, L. Van Beethoven “Fidelio Operası” Temsili
Kitabı, İzmir Devlet Opera Ve Balesi, AKM Büyük Salon, İstanbul, 7/11/ 2000
LLOYD, Genevieve (1993). “Erkek Akıl-
Batı Felsefesinde “Erkek” ve “Kadın”, Çev: Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul
MAY, Rollo (2001). Yaratma Cesareti,
Çev: Alper Oysal, Metis Yayınları, Ankara
MİMAROĞLU, İlhan (1990). Müzik
Tarihi, Varlık Yayınları, Sayı:206, İstanbul
NUTKU, Özdemir (1987). Dram Sanatı,
Adam Yayıncılık, İstanbul
NUTKU, Özdemir (1999). Atatürk ve
Cumhuriyet Tiyatrosu, “Kadın ve Sanat”, Cumhuriyetin 75. yılına Armağan, Özgür
Yayınları:124, İstanbul
ORAL, Zeynep. “Nice Yıllara Semiha
Berksoy”, Milliyet Gazetesi, 2 Kasım 2000
PAÇACI, Gönül (1999). “Cumhuriyet’in
Sesli Serüveni”, Cumhuriyet’in Sesleri: Bir Çağdaşlaşma Projesi Olarak T.C.’nin
75. Yılı, Türk Vakfı Yayınları, İstanbul
PHİLİO (1929). “Special Laws”, Cilt:1
(XXXVII), Çeviri: F. H. Colson ve G. H. Whitaker, Loeb Classical Library,
Londra, Heinemann
“Sanatta Bir Ömür”, Evrensel Gazetesi, 17/08/ 2004
“Semiha Berksoy Fidelio Operasının
Son Temsilinde”, Ulus Gazetesi, 1 Mayıs 1952
“Semiha Berksoy’un Wagner Operaları
Konser Programı”, 22 Mayıs 1953
“Semiha Berksoy: 1935- 2001 Nazım’a
Armağan”, Hürriyet Gazetesi, 14 Şubat 2001
“Sergi Kitabı: Semiha Berksoy”,
AKBANK, Tayf Matbaası, İstanbul, 1992
“Sergi Kitabı: Semiha Berksoy”, Kibele
Sanat Galerisi Kapılarını Semiha Berksoy Retrospektifi Sergisi İle Açıyor, Türkiye
İş Bankası, Mas Matbaası, İstanbul, 2003
TAMER, Ayşın (2002). Türkiye’de Opera
Sanatının Yaygınlaşması Girişimlerinin Sorunları ve Uygulamalarına Eleştirel
Bir Yaklaşım ve Alternatif Öneriler, Danışman: Prof. Dr. Murat Tuncay, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzik Bilimleri Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir
TAN, Mine. Kadın: Ekonomik Yaşamı ve
Eğitimi, İş Bankası Kültür Yayınları, Tisa Matbaası, Ankara, 1979
TATBİKAT SAHNESİ: Semiha Berksoy ve
Nurullah Şevket Taşkıran’ın oynadığı “Tosca” Temsili, Güzel Sanatlar Dergisi,
4/04/ 1941
TEZEL, S.Yahya (1982). Cumhuriyet
Dönemi İktisadi Tarihi, Yurt Yayınları, Ankara
TÖR, Vedat, Nedim. “Devlet Artistleri
Selam Size”, Ulus Gazetesi, 4/04/ 1941
TUNCAY, Murat (1974). Müzikli Türk
Tiyatrosunun Kaynakları ve Gelişimi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro
Kürsüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara
TURAN, Namık, Sinan (2004).
“19.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Batılılaşma ve Müzik”, Bilgi Bellek
Dergisi, Kış Sayısı- 2004
TÜRK PERDELERİ HEP AÇIK:
“Ortaoyunundan Modern Türk Tiyatrosuna”, Hürriyet Gazetesi 75. yıl özel sayısı,
29/10/ 1998
ÜSTÜNİPEK, Mehmet (2004). “19.
Yüzyıldan Cumhuriyetin İlk Yıllarına Türk Resminde Değişen Kadın İmgesi”,
Yeditepe Üniversitesi Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum
Bildiri Metinleri:2, Maraton Dizgi evi, İstanbul, 1- 4 Mart 2004
YALÇIN, Cahit, Hüseyin. “Ankara’da Sanatın Bir
Muvaffakiyeti”, Yedi Gün Dergisi, 14/04/ 1941
YALÇIN, Emre, “Cumhuriyet Dönemi’nin
İlk Lirik Sahne Eseri: Özsoy Operası (II), Hürriyet Gazetesi, Agora/ Müzik,
11/12/ 2000
YENER, Faruk (1990). Şu Eşiz Müzik
Sanatı, Cem Yayınları, İstanbul
ZOBU, Vasfi, Rıza (1977). “O Günden
Bu Güne”, Milliyet Yayınları, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul
İNTERNET SİTELERİ
“Ankara Halkevinde İran Şahı Onuruna
İlk Türk Operası: Özsoy oynandı”. Modern Türkiye Tarihi Kronolojisi: 1934 Yılı,
http://www.ata.boun.edu.tr/chronology/kronoloji/1934.htm
, 12/11/ 2005
“Aşktan Öldü Semiha Berksoy’un
Annesi”, http://www.hurriyetim.com.
, 22/08/ 2004
“Baba Zula Babylon’da Semiha
Berksoy’la Konserler Veriyor”, www.pozitif.işt.com., 20/03/2001
BAYIK,Mustafa, “Atatürk’ün Ana
fikrini Verdiği İlk Opera: Özsoy Destanı”
http://www.beethovenlives.net/Ataturkun_anafikrini_verdigi_ilk_opera.htm,
12/11/ 2004
BAYLAN, Deniz “Sanat Tarihi ve Kadın
Sanatçı, http://www.bianet.org/2004/12/01_k/44373.htm,
4/10/ 2004
“Cemal Reşit Rey Eserleri: İkinci
Dönem Yapıtları (1931-1946)”, http://web.biteko.org/2003projeler/eskiler/BE0UYDXZ3K/CRR/crr_eserleri.htm
,21 Şubat 2005
“Darülbedayi Operet ve Komedi
Sahnesi” ve “Ses Operet Tiyatrosu”, www.seskonserleri.com, 15/11/ 2004
DURSUN, Adem “Atatürk’ün Kültür Ve
Sanat Devrimlerinin İlk Işıklarından Olan Yaşayan Bir Tarih”, http://www.tiyatrom.com/adem_dursun_011.htm,
15/11/2005
EDGÜ, Ferit “Semiha Berksoy’un 5
Resmini Okuma Denemesi”, http://www.pdergisi.com/turkce/ic36.htm#.htm,
22/06/ 2005
“En Büyük Yapıtı Kendisiydi”, Radikal
Gazetesi, 17/08/ 2004, Zaman Gazetesi, 17/08/ 2004
ERCİYES, Cem “En Büyük Yapıtı
Kendisiydi: Semiha Berksoy Unplugged”, http://eski.ucansupurge.org/newhtml/200804/200804semihaberksoy1.php
, 20/08/2004
“Kibele Sanat Galerisi Kapılarını
Semiha Berksoy Retrospektifi Sergisi İle Açıyor”, http://ismek.org/view_Article.asp?idArticle=110
, 18/10/2003
“Kutluğ Ataman Sinema Filmleri ve
Semiha Berksoy B. Unplugged Belgeseli” www.sinematurk.com/kisi.php3?kkodu=2979
- 16k, 10/11/2005
“Muhsin Ertuğrul Hayatı (İst:1892-
İzmir:1979)” http://www.sehirtiyatrolari.com/ustalar/muhsin-ertugrul.htm
, 02/11/ 2005
“Ne Sesi, Ne Boyası Yetiyor Kendini
Anlatmaya”, http://www.turkishtime.org/22/115_3_tr.asp
, 05/11/ 2005
“ Primadonna: Semiha Berksoy”, http://www.answers.com/topic/semiha-berksoy
, 10/12/2005
“Primadonna Perdeyi Kapattı”, http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~13@tarih~2004-08-16-m@nvid~455072,00.asp
, 16/08/ 2004
“Ressam Semiha Berksoy” http://www.radikal.com.tr/veriler/2005/06/23/haber_156609.php
, 23/06/ 2005
“Semiha Berksoy Belgeseli: Semiha B.
Unplugged”, http://german.imdb.com/Title?0110242,
10/11/ 2005
“Semiha
Berksoy 1936 yılında Berlin Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümüne Gitti ve İki
Yıl Şarkı Söyledi”, www.ısıldırıcan.freeservers.com.Semiha/htm./25/04/
2005
“Semiha
Berksoy Belgeseli: Yönetmen: Kutluğ Ataman”, http://www.kameraarkasi.org/sinema/yonetmen/dir_turk/k/kutlugataman/semihaberksoy.html,
29/11/ 2005
“Semiha Berksoy Karanlık Sular Filmi
(1994)’ nde oynadı”, http://www.beyazperde.com/kisi/2221, 20/11/
2005
“Semiha Berksoy Belgeseli: Semiha B.
Unplugged http://www.kameraarkasi.org/sinema/yonetmenler/k/kutlugataman.html,
30/11/ 2005
“ Semiha Berksoy ( 1910- 2004) ”,
www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=3185 - 54k, 05/11/ 2005
“Semiha Berksoy Biyografisi”, http://www.iskenderiye.com/biyografi/ayrinti.asp?sirano=56299,
04/11 2005
Semiha Berksoy Retrospektif Sergisi:
“Semiha Berksoy….Salt sanatsal Bir Magmadır O”, http://eski.ucansupurge.org/newhtml/sanat/sergi/semihaberksoy.php
, 05/12/2005
“ Semiha Berksoy”,
www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1546 - 54k, 06/11/ 2005
“Semiha
Berksoy artist portrait,
biography and art” , www.the-artists.org/ArtistView.
cfm?id=3AD1DA51-CCF8-D16D-8D9721AB2BD60B0C, 08/11/2005
“
Neither her voice nor her make-up are enough to expose her soul: In the 1997’s
Istanbul International Biennial, in the eight-hour “Semiha B. Unplugged”
directed by Kutluğ Ataman, Berksoy told her life
story.”www.turkishtime.org/22/115_3_en.asp - 26k, 15 November- 15 December 2003
“ Semiha Berksoy: 51st Venice
Biennial 2005. Universes in Universe - Worlds of Art.”,
www.universes-in-universe.de/ car/venezia/bien51/eng/arsenale/img-05 - 11k,
18/06/2005
“ Semiha Berksoy (1910- 2004)” , http://www.artliveon.com.tr/turkce/icerik.aspx?id=208,
14/10/ 2005
“Semiha Berksoy (1910 – August 15, 2004) was one of the first
Turkish opera singers, the prima donna of the Turkish-opera,
”Semiha Berksoy”, www.
wikipedia.org/wiki/Semiha_Berksoy - 12k, 14/10/ 2005
“Semiha Beksoy (1910- 2004), http://www.beethovenlives.net/index.asp?ID=9097
, 01/06/ 2005
“Semiha Berksoy, tutte le mostre”, Tutte le mostre di Semiha Berksoy. Concluse. Venezia, 51
Biennale. Sempre un po'
più lontano info..., www.exibart.com/profilo/
curatore_view.asp/idtipo/2/id/12839, 22/06/2005
“Semiha Berksoy’u Yitirdik”, http://arizadergi.com/xxx/yazi_detay.asp?KategoriID=28&IcerikID=3806
, 22/12/2004
“Semiha Berksoy’u Kaybettik”, http://feminet.net/akt/040823_1.htm
, 22/12/2004
“Türkiye Sinemasının Serüveni: 87
Yılın Ardından Lokomotif Kamera”, http://www.lokomotifkamera.com/tsrkiysinser.html,
14/11/2001
“ Venedik Bienali (2)”, http://www.zeyneporal.com/yazilar/2005/22062005_yan2.htm
, 22/06/ 2005
“Zeliha Berksoy: Tiyatrocu Bir
Kahramandır”, http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2322 ve http://www.iskenderiye.com/biyografi/aramah.asp?kelime=Z
, 12/07/2004