BİLDİRİLER   

MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİ PROGRAMLARINA ÖĞRETİM ELEMANI ALIMI

Prof. Abdullah Uz

Akdeniz Ünv. GSF

Antalya

 

* Cumhuriyetimizin 80. Yılında Müzik

Sempozyumu, 30-31 Ekim 2003,

İnönü Üniversitesi, Malatya

Bildiriler,s.43-55.

Giriş

Öğrenciye çevre, yaşantı zenginliği sağlama açısından sınıftaki en önemli öğe öğretmendir.

Öte yandan eğitim kurumlarının niteliği açısından –o kurumda 30 yıl kadar çok etkili olacağı·· düşünülürse- en önemli öğenin eğitimciler olduğunu söylemek de yanlış olmaz.  Bir eğitim kurumu, eğitimcileri kadar niteliklidir. “Eğitim kurumlarında iyi bir öğrenci yetiştirmenin temel koşulu nitelikli öğretmenlere sahip olmaktır. Çünkü okullardaki eğitim faaliyetlerinde hiçbir teknoloji, model veya yöntemin öğretmenin yerini alamayacağı kabul edilmektedir” (Şanlı, Demirel 2002, s. 94). Eğitimci, öğretmen yetiştiren kurumlarda daha da önemlidir.Anayasa’nın 130. maddesindeki tanımda üniversitenin işlevleri de verilmektedir: “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler....”Buna göre üniversitede öğretim elemanının iki temel işlevi vardır: Araştırmacılık (buna bağlı yayın), danışmanlık ve eğitimcilik. Genel olarak ama özellikle eğitimci yetiştiren kurumlarda eğitimcilik işlevi daha önemlidir. O nedenle öğretim elemanlarına eğitimci olarak bakmak ve konuyu öğretmenlikle ilgili bilgiler açısından incelemek yanlış olmaz.Sınıf öğretmenlerinin uzmanlık düzeyinin geliştirilememesinin nedenlerinden biri sınıf öğretmeni yetiştiren kurumlarda görev yapan öğretim elemanlarının niteliğinin düşük oluşudur. Yapılan bir araştırmaya göre eğitim yüksekokulu öğretim elemanlarının % 60’ı, öğrencilerin % 80’i kendi kurumlarındaki öğretim elemanlarının ideal bir öğretim elemanında bulunması gereken mesleki niteliklere “yarısı” ya da “çok azı”nın sahip olduğunu belirtmişlerdir (Beyhan 1997, s. 150) Bütün bunlar göz önüne alındığında öğretim elemanı alımı bir eğitim kurumu için çok önemlidir. O nedenle bu çalışmada müzik öğretmeni yetiştiren eğitim kurumlarına öğretim elemanı alımı konusu ele alınmıştır.

Öğretim Elemanı Alımının Geçmişi

Genel Olarak Yükseköğretimde Öğretim Elemanı Alımının Geçmişi

Yükseköğretimin niteliği açısından çok önemli olan öğretim elemanı alımı konusunda, Osmanlı döneminden başlayarak özellikle Darülfünun’da çeşitli arayışlara, uygulamalara başvurulmuştur.1909’da Darülmuallimin’e müdür olarak atanan Satı Bey, yaptığı köklü değişikliklerle  okul dışında bir işi olan öğretmenleri uzaklaştırdı. Öğretmen atamalarında genç ve yeteneklileri tercih etti ve değerli elemanlardan oluşan bir öğretim kadrosu oluşturdu (Akyüz 1997, s.242). 1. Dünya savaşı yıllarında Darülfünun’a çok sayıda Alman ve Macar profesör getirildi. Bu atamayla program bütünlüğü kayboldu, yozlaşma yoğunlaştı (Akyüz 1997, s.236-237).“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” ve benzeri pek çok sözü olan Atatürk, eğitimcileri gerçek kurtuluşumuzun önderleri olarak görüyordu. Bu görüşü müziğe verdiği önemle birleşince 1924’te Musiki Muallim Mektebi’ni açtı.1932’de Darülfünun’un ıslahı için İsviçre’den çağrılan Prof. Albert Malche hazırladığı raporda aksaklıkları şöyle dile getirmiştir: Fakülteler arasında bilimsel işbirliği yoktur. Hocalar ders vermekle yetinmekte, araştırma yapmamaktadırlar. Çevirileri tez olarak kabul etmekte, derslerde çok yüzeysel not tutturmaktadırlar. Hocaların öğrencilerine rehberlik yapmaya ve görevlerini ciddiye almaya zamanları yoktur, çünkü dışarıda işleri vardır ve onları ön plana koymaktadırlar. Aralarında bilimsel işbirliği değil, çekişme, sürtüşme, nefret, makam ihtirasları hakimdir. Darülfünun, inkılaplara karşı olumsuz tutum takınma, ciddi, topluma yararlı, bilimsel çalışmalar yapılamaması gibi nedenler yüzünden 1933’te 2252 sayılı kanunla kaldırılarak, İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Bu reformla, özerklik kaldırılarak,151 Darülfünun hocasından 59’u üniversiteye alınmış; öğretim kadrosu asıl iki kaynaktan sağlanmıştır: a)Batı’da okuyup gelenler doktora şartı aranmaksızın doçent olarak atanmışlardır; b)Nazi baskısından kaçan Alman ve Orta Avrupalı profesörlere kapılar açılmıştır. Bunlardan Türk hocalarını yetiştirmeleri ve Türkiye’de bilim, araştırma geleneğini yerleştirmeleri beklenmiştir  İlk kez üniversite, fakülte, rektör, dekan gibi terimler bu sırada kesin olarak yerleşmiştir (Akyüz 1997, s. 309, 311). 1933-52 arasında Türkiye’de kalan, ayrılırken bir rapor veren Ord. Prof. Schwartz, 1933 reformunun başarısızlık nedenleri arasında üniversitedeki mevkilerin dışarıdaki şahsi ve maddi işler için bir temel olarak kullanılmasını belirtmektedir(Akyüz 1997, s. 310).Öte yandan Cevat Dursunoğlu, Cumhuriyet’in ilanından sonra Eğitim Bakanlığı’nın, nitelikli halk çocuklarını yurt dışına öğrenime göndererek Üniversiteye öğretim elemanı yetiştirme kararını, seçim yapmadan, ilerigelenlerin nitelikçe düşük çocuklarını göndermek biçimindeki uygulamasını Üniversitenin etkisizliğinin temel nedeni olarak belirtmektedir. Ona göre, bunlar bir şey yapamadan dönmüşler ve Üniversitenin kadrolarını doldurmuşlardır (Akyüz 1997, s. 310-311).1946’da Alman sistemine göre hazırlanmış 4936 sayılı Üniversiteler Yasası, üniversitelerin gelişmesini engellemiştir. Bu kanuna göre, çeşitli konulardaki kürsülerin başında bir profesör ve etrafında diğer profesörler, doçentler ve asistanlar bulunmaktadır. Kürsü profesörlerinin ordinaryüs unvanları 1960 yılında kaldırılmış fakat sistem değiştirilmemiştir. Bu yasaya göre doktoralı elemanlar doçent oluncaya değin ders veremiyorlardı ve bu durum öğretim elemanı açığına, dolayısıyla daha az öğrenci alımına, taze bilgilerin kullanılamamasına yol açmaktaydı. Ayrıca doktoralı bir öğretim görevlisinin öğretim üyesi olabilmesi, bilimsellikten uzak, çağdışı, tümden gereksiz ve anlamsız olan formaliteleri yerine getirmesine bağlıydı (Kaya 1977, s.269-270, 282).1961 Anayasasıyla üniversitelere bilimsel ve idari özerklik verilmiş; “Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, üniversite dışındaki makamlarca her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar” hükmüyle öğretim elemanları güvenceye kavuşturulmuşlardır (Akyüz 1997, s. 313).1971’de başlayan dönemde, güvenlik gerekçesiyle üniversitelere bazı kısıtlamalar getirilmiştir.4936 sayılı kanun, 1973’te kabul edilen 1750 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. Bu dönemde üniversitelerin öğretim kadrolarının % 75’ini öğretim görevlileri oluşturmaktadır (Kaya 1977, s. 282).12 Eylül 1980 askeri darbesiyle açılan dönemde, 1981 tarih ve 2547 sayılı yasayla yapılan düzenlemeyle, üniversite yapısında büyük değişiklikler gerçekleştirilmiş; üniversiteler, merkezi, hiyerarşik bir yapıya dönüştürülmüş; bütün yükseköğretim bu arada müzik öğretmenliği kuruluşları aynı merkezi çatı altına toplanmışlardır. Bazı öğretim elemanları yükseköğretim kuruluşlarından uzaklaştırılmışlardır.Başta Disiplin Yönetmeliği olmak üzere yapılan düzenlemelerle, öğretim elemanlarına ciddi sınırlamalar getirilmiştir. “2547 sayılı Kanunla belirtilen yükseköğretimin amaç, ana ilkeleri ve öngördüğü düzene aykırı harekette bulunmak suç sayılmıştır” (Akyüz 1997, s. 318). Asistanlık kaldırılarak, araştırma görevliliği ve yardımcı doçentlik getirilmiştir.Bu dönemde, plansız çok sayıda üniversite açılmış, buralara ivedi öğretim elemanı sağlamak için niteliği pek göz önünde tutmayan düzenleme ve uygulamalara gidilmiştir. Gene getirilen yükseköğretim sisteminin sonucu olarak, öğretim elemanları, genellikle tepki göstermeme, uyma tutumu içine girmişlerdir. Ayrıca bütün dönemlerde bilgi üreten, yaratıcı öğretim elemanları ile diğerleri arasındaki fark, koşut biçimde ödül, yükseltme olarak yansıtılmamıştır. Buna göre Koçi Bey’in 1631’de Hükümdara söyledikleri bugün de geçerli görünmektedir: “Hak etmeyenlere bir çok mevkiler verildi. İyi-kötü belirsiz oldu. Alim ve cahil birbirinden ayrılmaz hale geldi.”( Akyüz 1997, s. 381). 1981’de 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası ile terfiler için doçentlikte özgün, bilimsel yayın yapmak zorunluluğu gelmiştir. Profesörlük için uluslararası düzeyde çalışmalar yapmış olmak gereklidir. Başlangıçta bu kural Üniversitelearası Kurul ve YÖK  tarafından ciddi biçimde uygulanmış; ancak profesörlük atamaları üniversitelere bırakılınca aynı özen gösterilmemiştir. Ayrıca doçentlikte tez yöntemi terkedilmiş, makale yöntemi yaygınlaşmıştır. Makalelerin genel olarak yetersizliği nedeniyle yeni arayışlara, uygulamalara gidilmiştir(Korkut 2002, s.154-155).Kısaca YÖK Yasası olarak anılan 2547 sayılı yasa, 20’yi aşkın yıldır ağır eleştirilere karşın, değişikliklere uğrayarak uygulanagelmiştir. En çok eleştirilen yanlarından biri öğretim elemanı politikasıdır. Bugünlerde değişimin arifesindedir.

Müzik Öğretmeni Yetiştiren Kuruluşlarda Öğretim Elemanı Alımının Geçmişi

Türkiye’de, çağdaş anlamda ilk müzik eğitimcisi yetiştiren kuruluş olan Musiki Muallim Mektebi’nin kurulduğu 1924’ten bu yana bu kuruluşlara çeşitli yöntemlerle, farklı özelliklerde öğretim elemanları alınmıştır. 1970’lere kadar, öğretim elemanı alımında belirli ölçütler bulunmamakla birlikte bir alışı(teamül) olarak genellikle nitelikli öğretim elemanları alınmıştır.

Başlangıçta Musiki Muallim Mektebi’nde Saray’da yetişmiş değerli sanatçıların eğitici olarak görev yaptıkları bilinmektedir. (Bu kurumun kurucusu ve ilk müdürü Saray’da yetişmiş ve zamanın iyi kemancısı ve orkestra şefi Zeki Üngör’dür.) (Ünal 1988, s. 482-483).

Eğitimci konusundaki titizlik sonraki yıllarda da sürdürülmüştür. U.Cemal Erkin, Fuat Koray, A. Adnan Saygun, Halil Bedii Yönetken gibi önemli isimler Avrupa eğitimi dönüşü bu okulda görev almışlardır. 1930’a kadar 42’den 105’e çıkan öğrenci sayısına karşılık, öğretmen sayısı 9’dan 28’e çıkmıştır.Okulun yalnızca sanatçı yetiştirmek istenen bir kuruma dönüştürülmeye çalışılması üzerine, müzik öğretmeni yetiştirme işi 1937-1938 eğitim yılından itibaren Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü’nde açılan Müzik Bölümü’nde sürdürülmeye başlanmıştır (Uçan 1997, s. 180-181).Bu kurumun başına Eduard Zuckmayer gibi oldukça nitelikli bir müzisyen ve müzik eğitimcisi getirilmiştir. Genellikle Zuckmayer’in varlığı ve sistem nedeniyle, kurumda, 1971’e kadar yabancı uzman, yurt dışı eğitimi görmüş, asistanlık eğitiminden geçmiş, yüksek nitelikli eğitimciler görev almıştır. Eğitim Enstitüsü Yönetmeliği’nde öğretmen özellikleri ya da alımı ile ilgili ayrı bir ifade yoktur, ancak “Asistanlar”[1] başlığı altında geniş bir bölüm bulunmaktadır (Kabahasanoğlu 1976). Yani Eğitim Enstitüsü atamaları Milli Eğitim Bakanlığı’nın genel öğretmen atamalarıyla ilgili mevzuatına bağlıdır. Buna karşın 1971’de başlayan olağan dışı döneme kadar, genellikle atamalarda niteliği gözeten alışıların dışına çıkılmamıştır. Nitelik açısından olumlu olan bu durum, 1942-1947 yılları arasında etkinlik gösteren Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Güzel Sanatlar Kolu’nun müzik öğretmeni yetiştirme denemesi dışında İstanbul’daki Müzik Bölümü’nün açıldığı 1969 yılına kadar sınırlı sayıda öğrenci ile yalnızca bir bölümde müzik eğitimcisi eğitimi yapılması sonucu, ülkenin müzik öğretmeni gereksinmesinin çok gerisinde kalınmasına yol açan nedenlerden biri olmuştur.Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nde, 1971-72 Öğretim Yılı başlarında –içlerinde benim de bulunduğum- topluca asistan (7 asistan) alımına kadar az sayıda öğretmen adayının genellikle yurt dışına gönderilerek yetiştirildiği söylenebilir. Bu tarihte çok sayıda eleman alımının nedeni, şu anda kullanılan 100’ü aşkın odasıyla ve diğer alanlarıyla büyük bir mekan kapasitesi yaratan yeni Müzik Bölümü binasının öğrenci kontenjanının artmasına olanak sağlaması ve böylece  Müzik Bölümü’nün öğretmen gereksinmesinin artırması olabilir. Diğer bir nedenin de Zuckmayer, Bölüm Şefliği’nden ayrıldığı için Bölüm’deki yönetim anlayışının değişmesi olduğu söylenebilir. Bu asistan alımı, bütün potansiyel adaylara açık, nesnel bir sınavla, çokça başvuru arasından yapılan seçimle gerçekleştirilmiştir. Bu arada aynı nedenlerle öğretmen alımı sınavı yapılarak bazı nitelikli öğretmenler alınmıştır.Bunların yanında, Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü dışındaki  bazı müzik bölümlerinde öğretmenlerin niteliğine yeterince özen gösterilmediği gibi 12 Mart 1971 ara rejimi döneminden başlayarak, müzik bölümlerine, o zamana kadar oluşmuş alışıya aldırmaksızın, özellikle MC (Milliyetçi Cephe) hükümetlerince hiçbir ölçüt, nitelik kaygısı taşımadan yalnızca siyasi eğilimlere göre tepeden inme atamalar yapılmıştır. Bu kapsamda, Eğitim Enstitüsü eğitimini güçlükle tamamlayabilenler bile atanabilmiştir.[2] Bu atamalarla nitelik oldukça büyük darbeler yemiştir. Tepeden inme atamalar gediği, daha sonra gelen hükümetlerce genişletilerek yol olmuş ve bugün yaşanan öğretim elemanlarındaki nitelik sorununun ana nedenlerinden birini oluşturmuştur. Ayrıca bu gibi olumsuzluklar ve terör ortamı, bir bölüm nitelikli elemanın yurt dışına kaçmasına, eğitim için gidenlerin dönmemesine, nitelikli mezunların bu kurumlardan uzak durmalarına; ayrıca doğal olarak eğitimde düşen nitelik, geleceğin öğretim elemanlarının niteliğinin düşmesine de zemin hazırlamıştır. 1980 darbesinin kısa süre öncesinde Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü büyük bir öngörü ile 30 asistanlık kadrosu ilan etmiş; siyasi nitelikli engellemeler yüzünden bunların yarısı kadarını alabilmiş; bu alınanlar, daha sonraki öğretim elemanı gediğinin küçük ve yıkımın göreli olarak az olmasını sağlamıştır. Gene siyasal eğilimli uygulamaların sonucu ve niteliğin düşmesinin nedenlerinden biri, müzik eğitimcisi yetiştiren kurumların nitelikli, yetişmiş öğrenci kaynağını oluşturan müzik seminerleri 1975’te kapatılmasıdır. Yapılan siyasal eğilimli atamalar, bazı yeni açılan müzik bölümlerinde belirleyici olmuş; bu çekirdek kadro, nitelikçe düşük, siyasal ağırlıklı kadrolaşmalara gitmiştir. İlköğretmen Okullarının kapatılması, Eğitim Enstitülerinde yatılılığın kaldırılması da alt sosyo-ekonomik düzeyden ve kırsal kesim öğrenci kaynağını kurutarak yetenek havuzunu daralttığı için niteliği düşüren etkenlerden biridir. Bütün bu gelişmeler sonucunda önceden nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan kırsal kesimin hemen hemen başka gidecek öğrenim kurumu olmadığından, çoğunluğu erkek olan en yetenekli çocukları eğitim enstitülerine, bu arada müzik bölümüne girebilirken, artık kentsel kesimin, statüsü yüksek okulları kazanamayan ya da kazanma olasılığı olmayan, çoğunlukla kız çocukları bu okullara girmeye başlamıştır. Girenler içinde hemen hemen hiç köy çocuğu olmadığı gibi özel okul, Anadolu Lisesi mezunu da yok gibidir (Uz 1992, s. 129-140). Giriş puanlarının en yükseği bile bazı iki yıllık Meslek Yüksekokullarının taban puanları dolaylarındadır. Öğrenci yapısı böyle olunca zaman zaman yüksek lisans programlarına, duyurulan kontenjanlar kadar öğrenci bulunamamakta; öğretim elemanı kaynağı da kısır kalmaktadır.12 Eylül 1980 ara rejimi de yıkımını sürdürmüş; hiçbir nesnel ölçüte ve gerekçeye dayandırılmayan atamalarıyla, başta Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü olmak üzere bu kurumlardaki yetişmiş nitelikli kadroların önemli bir bölümünü, hukuk dışı bir tutumla ortaöğretim kurumlarına dağıtarak, ciddi nitelik düşüşüne yol açmıştır. Bu kadroların büyük bölümü, daha sonra müzik öğretmenliği birimlerine geri dönmüşlerdir. 1982’de müzik öğretmeni yetiştiren birimlerin üniversite çatısı altına alınması, geçmişteki siyasi nitelikli karışmalardan kurtulunacağı ve akademik gelişmenin önünün açılacağı düşüncesiyle olumlu karşılanmıştır. Üniversite çatısı altına geçildiği 1982’den sonra Türkiye’de üniversiter geçmişlerinin olmaması nedeniyle çoğunlukla sanat alanlarına yönelik geçici yasa maddeleriyle (2809 Sayılı Yasa’nın Geçici 10. maddesi[3]) genellikle akademik ölçütlere uymadan yapılan yükseltmelerle ve yalnızca o kuruluşun öğretim elemanlarına yönelik lisans tamamlama ve yüksek lisans programlarıyla öğretim kadrosu oluşturulmuştur. Böylece lisans, yüksek lisans, doktora/sanatta yeterlik gibi eğitim süreçlerinden geçmeden,  bu kurumlarda çalışma süresine, bir dosyaya göre akademik yükselmeler gerçekleşmiştir. Bu biçimde yükseltilenler, yönetici olarak; çeşitli komisyonlarda görev alarak belirleyici olmuşlardır. Bazen, yüksek lisansı, doktora/sanatta yeterliği hatta lisansı olmayan, hiç tez hazırlamamış bir öğretim üyesinin(doçent, profesör), yüksek lisans, doktora/sanatta yeterlik dersi verdiği, tez incelediği olmuştur, olmaktadır.[4] Öğretim görevlisi, okutman alımı da ciddi ölçütlere dayalı, yeterli nitelikte elemanların seçilebildiği sınavlar ve/ya da dosya incelemeleri; yöneticilerin, alanın gereklerini gözetmeden istediklerini almaya yönelik ancak bunu kamufle eden ve hemen hemen hiçbir ölçütün gözetilmediği sınavlar ve/ya da dosya incelemeleri, mülakatlar; bunların hiç birinin yapılmadığı doğrudan atamalar gibi yöntemlerle yapılagelmiştir. Oysa üniversiter geçmişin uzun olmadığı bu kurumlarda öğretim görevlileri ve okutmanlar önemli bir yer tutmaktadır.Bu öğretim elemanı yapısı normal üniversiter-akademik yapı değildir. Geçiş süreci yapısıdır. Müzik öğretmenliği birimlerindeki  öğretim kadrosunun niteliğini düşüren nedenlerden biri de bu kurumların, geçmişteki sayıca artışlarının yavaşlığına karşın gönümüzde göreli olarak hızlı artmalarıdır. Yukarda belirtilen nedenlerle ve yetişmelerinin uzun yıllar alması nedeniyle, öğretim elemanı sayısı bu artışa ayak uyduramamaktadır.Bu arada eğitim enstitüsü öğretmenliğinden gelen, niteliğin önemli olduğu dönemlerin geleneğini sürdürerek, alanında sanatsal ve eğitimcilik açısından çok başarılı olan, alan ve tez çalışmasını içeren asistanlık sürecinden geçen, akademik açıdan da kendini yetiştiren çok değerli öğretim elemanlarının varlığı da gözden kaçmamalıdır.

Öğretim Elemanının Özellikleri

2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 22. maddesine göre öğretim üyesinin görevleri, -bir bakıma beklenen özellikleri- özet olarak şöyle verilebilir: Eğitim-öğretim, uygulamalı çalışmalar, bilimsel araştırmalar, yayınlar yapmak, yaptırmak; rehberlik, danışmanlık yapmak; yetkili organlarca verilecek görevleri yapmak (Bu görevin belirsizliği nedeniyle öğretim üyesine angarya olarak nitelendirilebilecek görevler dahil her tür çalışma yaptırılabilmektedir).

Üniversitelerin iki temel işlevinden eğitimcilik işlevinin araştırmacılık işlevinden daha önemli olduğu söylenebilir. Buna göre ilköğretim ve ortaöğretim öğretmenleri için gerekli ve zorunlu olarak görülen pedagojik formasyon eğitimi, öğretim elemanları için neden gerekli görülmemektedir? Bunun nedenleri öğretim elemanının zaten öğreticilik yeterliğine sahip olduğu inancı, ya da akademisyenin genellikle kendiliğinden eğitimcilik görevini yerine getirivereceği varsayımı; pedagoji konusunda yapılan çalışmaların kuramsal düzeyde kaldığı, uygulamada kullanılamadığı düşüncesi ve eğitim fakülteleri ve öğretmenlerin toplumsal statülerinin düşük olmasından dolayı öğretim üyelerinin de “öğretmen” kimliği ile algılanmak istememeleri olarak sıralanabilir (Korkut 2002, s.187). Bunun yansıması olarak, öğretim elemanlarıyla ilgili yapılan değerlendirmelerde ağırlıkla yayınlanmış çalışmalar göz önüne alınmakta; eğitim-öğretim etkinlikleri için harcanılan çaba, zaman ve başarı değerlendirmeye alınmamaktadır (Korkut 2002, s.187).Ülkelerin çoğunda halen, öğretmen eğitimcileri ile ilgili kabul edilen hiçbir eğitim programı yoktur. Öğretmen eğitimi ile ilgili olarak önemli hususları içeren birkaç master programı ve arasıra da doktora programı var ise de, öğretmen eğitimcilerinin kendileri için kabul edilmiş bir program yoktur. Oysa her meslek, bu meslek içerisinde yapılmasına ihtiyaç olan hazırlık ve eğitimin göz  önüne alınmasına ihtiyaç gösterir (Calderhead 1997, s. 1920, 23). Öğretim elemanlığının önemli ve meslekleşmenin gereği olan eğitimcilik-öğretmenlik boyutunu, bir yanıyla aynı işlevi olan öğretmenlikle ilgili görüş ve yapılan çalışmalarla ayrıntılandırmakta yarar vardır.1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre öğretmenlik, özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon ile sağlanır.Ausebel (1969), öğretmende bulunması gereken nitelikleri; a)zihinsel yeterlilik; b)alan bilgisi; c)akademik hazırlık; d)gelişim ve öğretim bilgisi; e)istenilen yönde özellikler olarak sıralamıştır (Büyükkaragöz, Sünbül 1997, s. 167).Yapılan bilimsel çalışmalar, güdüleme, sosyal davranış, öğrenci başarısı ve tüm bunların üstünde öğrenme isteğinin, öğretmen kişiliğinin çevresinde odaklandığını ortaya koymaktadır (Büyükkaragöz, Sünbül 1997, s. 167). Öğretmenin kişiliği ile etkisi arasında sıkı ilişkiler vardır (Tezcan 1978, s. 15). Öğretmenin kişiliği sevecenlik, başkalarına değer verme, özsaygı, benlik kavramı, denetim odağı, güvenirlik, dürüstlük, saydamlık vb. bir çok boyutu kapsamaktadır. Bu özelliklerin her biri öğrenciler üzerine etkili olmaktadır. Bunun yanında başka özellikler de sayılabilir (Bayazid 1997, s. 124-136).“Bazı araştırmalar öğretmenin başarısında, sosyal yeterliğin teknik yeterlikten daha etkili olduğunu göstermektedir. ...Öğretmenin verimine ilişkin araştırmalar ise öğretmenin kişiliği ile verim derecesi arasında yüksek bir korelasyon göstermektedir. Kişilik hem formal, hem informal örgütlerin başarısında en önemli rolü oynamaktadır. Fakat otoriter kişilik ile öğretmenin verimi arasında olumsuz bir korelasyon bulunmuştur.”(Bursalıoğlu 1979 s. 67-68).Kişilik özellikleri içinde düşünülebilecek olan “meslek etiği” de öğretmen açısından en önemli özelliklerdendir. “Meslek mensubu olarak öğretmenlerin etik dışı davranışları; bencillik, kayırıcılık, sorumsuzluk, ihmal, yıldırma, korkutma, ayırımcılık, taraflılık, rüşvet-yolsuzluk, fiziksel ve sözel şiddet, hakaret, dedikodu vb. etik ilkelere ne kadar yakın olduğu da adalet, eşitlik, dürüstlük ve doğruluk, tarafsızlık, bağlılık, hoşgörü, sevgi, saygı, tutumluluk, demokrasi, işgücüne ve emeğe saygı, yasa dışı davranışlara karşı tutum geliştirme vb. ifadelerde kendini bulmaktadır” (Şanlı, Demirel 2002, s. 94).Bu kadar önemli olmasına karşın kişilik, eğitimci giriş denetiminde en çok göz ardı edilen öğedir.Öte yandan öğretmenle ilgili değerlendirmelerde giriş denetiminden farklı özellikler ön plana çıkabilmektedir:“Öğretmenin (eğitimcinin) değerlendirilmesinde bilgi, kişilik, çocuklara uyum, çevre kalkınmasına katılma, halkla ilişkiler gibi ölçü öğeleri kullanılmaktadır. Genellikle teknik yeterliğin birinci planda gelmediği görülmektedir. 419 rektör üzerinde yapılan bir araştırma, bu yöneticilerin öğretim üyelerini değerlendirirken, örgüt yeterliği ve sosyal becerilere daha çok önem verdiklerini göstermiştir” (1950’de yapılan bir araştırmadan aktarılmıştır) (Bursalıoğlu 1979, s.67).

Öğretmenin değerlendirilmesi öğrenciler tarafından yapıldığı zaman, öğretmenin kişiliğinden çok yöntemine önem verilmekte, teknik yeterlik ve tarafsızlık daha ağır basmaktadır (Bursalıoğlu 1979, s.67).Öğretim elemanı alımında bütün bu görüşler göz önüne alınmalıdır. Yani öyle bir seçme yöntemi uygulanmalı ki belirtilen gerekli özelliklere sahip öğretim elemanı seçilebilsin. Kısaca söylemek gerekirse, öğretim elemanı alımında uygulanacak giriş denetiminde, alanla ilgili birikim, pedagojik formasyon, araştırmacılık, öğretim elemanlığının gerektirdiği kişilik özellikleri, yabancı dil, genel kültür, zihinsel yeterlilik ana özelliklerinin ölçülmesi ve değerlendirilmesi uygun olacaktır.

Yürürlükteki Mevzuata ve Uygulamalara Göre Öğretim Elemanı Alımı

Yürürlükteki 2547 sayılı yasada, öğretim elemanları, öğretim üyeleri, öğretim görevlileri, okutmanlar ve öğretim yardımcıları olarak dört gruba ayrılmaktadır. Öğretim üyeliği yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlüğü kapsamaktadır. Sürekli kadro, doçentlik ve profesörlük kadrolarıdır.Atamalarda, önkoşul olarak devlet memurluğu koşulları aranmakta; her unvan için yasa ve yönetmeliklerde ayrı hükümler bulunmaktadır.Yardımcı doçentliğe başvurabilmek için doktora yapmış ya da sanatta yeterlik almış olmak gerekmektedir. Yardımcı doçent alımı için önce rektörlükçe en yüksek tirajlı gazetelerden birinde rektörlükçe ilan verilir ve bütün üniversitelere ilgili bölümlerinde ilan edilmek üzere duyurulur. Oysa çok yararlı olabilecek bu duyurma süreci pek işlememektedir. Yardımcı doçentliğe giriş için üniversitelerin kendilerinin düzenlediği yabancı dil sınavı çoğu kez gereğince yapılmamakta, formaliteden ibaret kalmaktadır. Zaten ilgili yasa ve yönetmelikte sonucun başarılı-başarısız olarak belirtilmesi istenmekte; bir ölçüt bulunmamaktadır. Zaman zaman adaylara “sorun çıkarmayacak” üyelerden oluşan jüriler kurulduğuna tanık olunmuştur. Neredeyse hiç yabancı dil bilmeyen yardımcı doçentler vardır. Ancak YÖK’ün son yıllarda aldığı isabetli kararlarla lisansüstü eğitimde yabancı dili koşul haline getirmesi nedeniyle yeni mezun yardımcı doçent adaylarının yetersiz yabancı dille yardımcı doçentlik aşamasına gelmeleri zor görünmektedir. Yabancı dili başaranların, özgeçmişlerini, bilimsel çalışma ve varsa yayınlarını içeren dosyaları, biri o birimin yöneticisi, diğeri üniversite dışından olmak üzere 3 profesör ya da doçent inceleyerek raporlarını sunarlar. Raporlar, Fakülte Yönetim Kurulu’nca incelenir ve dekanın kanaatını da içeren dosyaya göre son kararı rektör verir. Burada da belirli bir ölçüt yoktur. Her hangi bir uygulamalı sınava, görüşmeye vb. dayanmayan giriş denetimi, performansa olanak vermemektedir. Pedagojik boyutla, kişilikle ilgili hiçbir ölçüt bulunmamaktadır. Nesnellikten oldukça uzaktır. Çoğu kez dosyalarında dişe dokunur bir şey bulunmadığı halde yardımcı doçent olarak atananlar olmuştur. İki adayın başvurması durumunda Fakülte Yönetim Kurulu karar verecektir. Bunun da bir ölçütü bulunmamaktadır. Son kararın, büyük bir olasılıkla alanla hiçbir ilişkisi bulunmayan rektöre bırakılması, rektörün kurumun gelişimine zarar verecek düzeyde güçlenmesine katkıda bulunabilecektir.Ayrıca dosya inceleyenler arasında birim yöneticisinin bulunması, yardımcı doçentlerin 2-3 yıllığına atanmaları ve “süre sonunda görev kendiliğinden sona erer” ifadesi onları güvenceden yoksun bıraktığından, özgür, özerk ve ilkeli davranmalarını olanaksız hale getirmiştir. Ancak uygulamada yardımcı doçentlerin yeniden atanmaması görülen bir durum değildir. Doçentliğin atama koşullarının diğerlerine göre en iyi durumda olduğu söylenebilir. Sürekli kadroya ilk adım olması nedeniyle yerinde bir uygulamadır. Doçent adayı öncelikle ciddi bir merkezi dil sınavını vermelidir. Doktora tezi, sanatta yeterlik eseri, yayınları, sanat eserleri ya da onların kayıtları ve kopyalarının bulunduğu onar dosya ile başvurur. YÖK tarafından öncelikle o alandaki profesörlerden oluşturulan ve Üniversitelerarası Kurul’un onayından geçen jüri, dosyaları inceler; adayı dalına uygun sözlü, performans uygulamalı, öğretim uygulamalı, konferanslı, sergili, gösterili vb. sınavdan geçirir. Müzik eğitimi alanında görülmemekle birlikte bu sınavlarda başarısız bulunanlar olmuştur. Bu işlemlerle yalnızca doçentlik unvanı alınmaktadır. Atama için rektörlük ilan verir; biri birim yöneticisi olmak üzere belirlediği üç profesörün “mütalaalarını” alır; üniversite yönetim kurulunun görüşünü de alarak atamayı yapar. Sonuçta kararı rektör vermektedir. Ayrıca bunlara göre bir doçentin toplam 14 dosya hazırlaması gerekmektedir. Bu başlıbaşına ağır bir yüktür. Zorunlu olmayan öğretim uygulaması olmakla birlikte, doçent adayının pedagojik formasyonunu ve kişiliğini ölçecek, tanıyacak bir sürecin bulunmaması ciddi bir eksiklik olarak görülmelidir.Profesörlüğe atanabilmek için ilgili alanda en az beş yıl doçent olarak çalışmış olmak gerekmektedir. Anlamsız gibi görünen bu süre (Belki kısaltılabilir), üniversite dışında, üniversite ile hiç ilişkisi olmayan doçentlerin başvurusunu engellemekte ve bu arada doçentin profesörlüğe hazırlanması için çalışmasına olanak sağlamaktadır. Ayrıca yasada uluslar arası düzeyde orijinal eserler vermiş ya da uygulamalar yapmış olmak önkoşulu belirtilmektedir; ancak bu koşul uygulamada çoğu alanda işletilemediğinden bu koşuldan fiilen vazgeçilmiş; yerine genellikle ölçütler-puanlama sistemine geçilmiştir. Atama sürecinde boş olan profesörlük kadrosu için rektörün yüksek tirajlı gazetede ve Resmi Gazete’de ilan vermesi ve diğer üniversitelere duyurması gerekmektedir. Uygulamada ise genellikle belirlenen aday için ilan verilmekte ve diğer üniversitelere pek duyurulmamaktadır. Profesör adayı, birisini başlıca araştırma eseri olarak belirttiği yayınlarını ve diğer bütün çalışmalarını içeren 5 nüshalık dosyayla başvurmakta; bunlar, üniversite yönetim kurulunca en az üçü başka üniversiteden olmak üzere en az 5 profesör tarafından incelenmekte; üniversite yönetim kurulu, bu raporları gözönünde tutarak atama konusunda karar vermektedir. Görüleceği gibi profesörün atanması işlemleri üniversiteler tarafından yürütülmektedir. Yasa ve yönetmeliklerde belirli ölçütler yer almamaktadır. Bu durum, nitelik konusuna özen gösterilmemesine yol açabilmektedir. Dosyaları inceleyen profesörlerden gelen raporlar olumsuz bile olsa atama mümkün olabilmektedir. Sanat alanında, yazma becerisi olmayanların bile atanabildiği gözlenmektedir.

Öğretim görevlileri için yasada öğretim üyesi bulunmayan dersler için alanlarında çalışma ve eserleriyle tanınmış kişilerden atanması ifadesi vardır. Ancak uygulamada özellikle müzik eğitimi alanında genellikle en çok kullanılan, en çok istismar edilen unvandır. İlgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak, dekanın önerisi ve rektörün onayı ile bütün kadrolara ya da kadro koşulu aranmaksızın ücretli ya da sözleşmeli olarak atanabilmektedirler. Somut hiçbir ölçüt yoktur.[5] Ne sınav ne dosya incelemesi vb.... Bazı rektör ve dekanlarca ilgili kurulların görüşleri bile alınmadan atama yapılabilmektedir. Atanan kişi bazen rektörün yakını, hemşehrisi; bazen hatırlı kişinin çocuğu vb. olabilmektedir. Öğretim görevlilerinin yardımcı doçentlikteki gibi 12 yıl sonunda atanmama gibi bir sorunları da yoktur. “Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer” hükmü, öğretim görevlisi bir suç işlememişse işlememekte ve kendini geliştirme çabası göstermeden emekli olana kadar o kuruluşa damgasını vurabilmektedir.Okutmanların durumu öğretim görevlilerinin benzeridir. Rektörlüğe bağlı enstitü ve yüksekokullara atanmaları gerekmekle birlikte, buralardaki kadroları kullanarak müzik eğitimi birimlerinde öğretim görevlileriyle aynı koşullarda görev yapmaktadırlar. Üstelik kadroları bu birimde olmadığından, denetimden de kurtulmaktadırlar. Bazen okutmanların alımında müzik eğitimi anabilim dalının hiçbir etkisi, bilgisi olmadığı halde bu bölümde tepeden inme görev yapmaktadırlar. Öğretim Yardımcıları kapsamında yer alan araştırma görevlileri, üniversite öğretim üyeliğinin temel basamağını oluşturan (ya da öyle olması gereken) çok önemli öğretim elemanları kategorisidir. Üniversitelere araştırma görevlisi alınmasının ve bunların yetiştirilmesinin, öğretim elemanı politikasında ya da üniversitenin uzun dönemde gelişmesinde en önemli konu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak, günümüzde üniversitelere alınan ve öğretim üyeliği mesleğinin temelini oluşturan araştırma görevlileri üniversitelerin mezun ettiği en nitelikli öğrenciler değildir. Böyleleri üniversiteleri çekici bulmamaları nedeniyle başka işleri tercih etmektedirler. Bunun önemli nedenlerinden biri maddi olanakların yetersizliğinin yanında, araştırma görevliliğinin hukuksal güvenceden yoksunluğudur. Araştırma görevlileri, görev tanımlarındaki işleri yapmanın yanında, lisansüstü öğrencidirler. Araştırma görevlilerinin görev tanımlarının yer aldığı 2547 sayılı yasanın 33. maddesindeki “...yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan....” ifadesi ve güvenceden yoksun olmaları nedeniyle onlara her şey sorgusuz sualsiz yaptırılabilmektedir.Öte yandan müzik eğitimi anabilim dallarının genellikle az sayıda araştırma görevlisi almaları ya da hiç almamaları bu kuruluşların geleceği açısından umut kırıcı bir durumdur.2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası’na göre iki tür araştırma görevliliği vardır:33. maddeye göre araştırma görevlileri ilgili anabilim ya da anasanat dalı başkanının önerisi, bölüm başkanı, dekanın olumlu görüşü üzerine üç yıl süre ile atanırlar. Yurt dışına gönderme amacıyla ya da göndermek üzere atananlarda bu süre aranmaz. Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma ya da lisansüstü eğitimi  yaptırmak üzere başka üniversiteye Yükseköğretim Kurulu’nca geçici olarak tahsis edilebilmektedir. Eğitimini bitirenler kadrolarıyla kendi üniversitelerine geri dönmektedirler. Bu uygulama, yeni kurulan ya da fazla gelişemeyen birimler için iyi bir olanaktır. Ayrıca “mecburi hizmet” uygulaması da bu üniversitelerin kan kaybını bir süre için de olsa önleme açısından ve etik açıdan yerinde bir uygulamadır. Konuyla ilgili “Bir Üniversite Adına Bir Diğer Üniversitede Lisansüstü Eğitim Gören Araştırma Görevlileri Hakkında Yönetmelik”in getirdiği bir yenilik çok önemlidir: “Madde 7. Araştırma görevlilerinin, lisansüstü eğitimleri sırasında enstitü kurulunca gerekli görülen eğitim bilimleri derslerini de almaları sağlanır.” Bu olumlu uygulamanın genişletilerek, öğretim uygulamasını da içerecek biçimde pedagojik formasyona dönüştürülmesinde ve yaygınlaştırılmasında yarar vardır.50. maddeye göre ise ilgili enstitüye lisansüstü eğitimle sınırlı olarak araştırma görevlisi ataması yapılmaktadır. Buna göre eğitim ya da belirlenen en çok süre bittiğinde araştırma görevlisinin ilişiği kesilmektedir.İki farklı araştırma görevlisi statüsünün varlığı sorunlar da yaratabilmektedir.Son yıllarda araştırma görevliliği için yabancı dil ve LES sınavlarının konması olumlu bir yaklaşımdır.Bazı üniversiteler, yukarda belirtilen eksiklikleri, sorunları gidermek için eleman alımına bazı koşullar eklemişlerdir: Ankara Üniversitesi, yardımcı doçent alımında, adayın, üç öğretim üyesinden oluşan komisyonun önünde vereceği ve ayrıntılı kurallar getirilmiş deneme dersinde başarılı olma koşulu koymuştur. Bu koşul, yardımcı doçentliklerinde vermemişlerse doçentler için de geçerlidir. Ankara Üniversitesi, Fakülte/Yüksekokul kurullarına ek koşul getirebilme olanağı da vermiştir. Ankara Üniversitesi’nin okutmanlık ve öğretim görevliliği ve 33. maddeye göre atanan araştırma görevlileri için de ölçütler koyması olumludur. Öğretim yardımcıları kapsamında bulunan uzmanlar, çeviriciler, eğitim-öğretim planlamacıları kadroları müzik eğitimi anabilim dalları için pek işlevsel olmadığından bu konu ve işlevi kalmamış geçici maddeler ele alınmamıştır.(Sınırlı bilgilerime göre), bütün bu yasa ve yönetmeliklere dayalı mevzuat, üniversitelerin niteliği yükseltme çabaları için yeterli olmamış; yeterli hukuksal dayanağı olmamakla birlikte ve yerinde bir uygulamayla, üniversiteler kadro ilanlarına başvuru için ölçüt-puanlama sistemi koşulu getirmişlerdir. YÖK ve Üniversitelerarası Kurul’un 2001’den başlayarak aldığı kararlarla hem bu uygulama genelleştirilmiş hem de hukuksal dayanağa oturtulmaya çalışılmıştır. Ölçüt-puanlama sistemi, eleman alımına büyük ölçüde nesnellik getirmekte;  bu nedenle yöneticilerin olağanüstü yetkileri kısıtlanmakta ve öğretim elemanlarının güvencesini artırmaktadır. Bu arada öğretim elemanlarının yükselmeleri zorlaşmaktadır. Ölçütler öncelikle bilimsel-bilgisel ağırlıklı alanlar için hazırlandığından daha çok yayınlara dayanmakta; sanat alanlarına uyarlama çabaları çok başarılı olamamaktadır. Yayınların ağırlıklı olması nedeniyle performans alanındaki öğretim elemanları, performans çalışmalarını ihmal ederek yayınlara ağırlık verebilmektedirler. Ayrıca ölçütler, pedagojik formasyon, eğitim-öğretim uygulamalarının niteliği ve öğretim elemanının kişilik, etik özelliklerini içermemektedir. Konunun müzik eğitimi anabilim dallarını ilgilendiren olumsuz yanı, ölçüt ön koşulunun çoğu üniversitede yalnızca öğretim üyeliği için işletilmesi; öğretim görevlisi, okutman, araştırma görevlisi için işletilmemesidir. Oysa daha önce de belirtildiği gibi müzik eğitimi anabilim dallarında öğretim görevlisi ve okutman sayısı çoktur.Genel olarak gözlenebilen bir sorun olarak, kadroları ve atama yetkisini elinde bulunduran rektör, bu durumu bir yönlendirme ve keyfi uygulama aracı olarak kullanabilmekte; istemediği elemanlara, hakettikleri halde öğretim üyeliği kadrosu vermemekte; yakınındakilerin işlemlerini ise tersine kolaylaştırabilmektedir.Diğer çokça rastlanan bir durum, gazetelere ilan vermenin gerisinde, eleman alımının herkese açık bir biçimde, nesnel bir seçimle en nitelikli adayın seçilmesi düşüncesi olması gerekirken, kadro belirli kişiyi almak için ilan edilmekte ve ilanda öyle koşullar konmaktadır ki yalnızca o aday başvurabilmektedir. Ankara Üniversitesi’nin Haziran 2003’te verdiği eleman ilanından bir örnek:

“Birimi:BAŞKENT MESLEK YÜKSEKOKULU;  Unvan:Yardımcı Doçent; Adet:1; Açıklamalar: Arkeolojik eserlerin konservasyonunda deneyimli, özellikle pişmiş toprak objeler, taş ve duvar  resmi  konservasyonu alanında uzman olma şartı aranacaktır.”

Yurt Dışında Öğretim Elemanı Alımı

Almanya’da profesörlük başvurularını önce ilgili bölüm sıraya koyuyor ve senato ve eyalet eğitim bakanlığı aynı sırayı onaylıyor. Bir alışı, etik yerleşmiş; skandal yaşanmıyor. Uluslar arası rekabet için gençlere olanak sağlamak amacıyla 1998’de başladıkları reform çalışmalarıyla ABD’deki gibi doktorasını bitirenlere geçici olarak ders verme (junior profesörlük) olanağı hedefleniyor. (Köksal 2003)ABD’de YÖK benzeri merkeziyetçilik yoktur; ancak kalburüstü 150 kadar üniversite aynı yöntemi izlemektedir. Bu üniversitelerinin hemen hepsinde akademik unvanlar, üniversite içindeki altı yedi ayrı komitenin ayrı ayrı yaptığı inceleme ve değerlendirme sonucunda verilmektedir. Bu komiteler, öğretim üyesinin tam zamanlı hocalık deneyimini esas alarak 6 yıllık doktoralı asistanlık sonrasında doçentlik için bir karar vermektedirler. Doçentlikten profesörlüğe geçiş ise tümüyle öğretim üyesinin araştırmalarına, yayınlarına, üretkenliğine ve kendi alanında dünyaca tanınan çalışmalar yapmış olmasına bağlı olarak yine birden fazla üniversite içi komitenin onayıyla sağlanmaktadır. Öğretim üyeleri, işten atılma riskine karşı bir sendika tarafından korunuyor. (Çongar 2003)ABD’de öğretim elemanı adayı, -genellikle yetişme sürecinde ders vermesi sağlandığı için- yeterince tanınmaktadır. Amerikan yükseköğretim sisteminde lisansüstü eğitim yapan öğrencilerin (özellikle doktora öğrencilerinin) üniversitede kalarak akademik yaşamlarına devam etmeleri genel olarak gözlenen durumdur. Yüksek lisans ve doktora yapan asistan öğrencilerin (teaching assistant) geleceğin öğretim üyeleri olarak görülmelerinden dolayı lisans düzeyinde ders verebilecek biçimde yetiştirilmeleri önem taşımaktadır. Bu öğrencilerin zorunlu ders verme yükümlülüğü vardır(Korkut 2002, s.176). Gözlemlerimize[6] göre son yıllarda bu uygulama geliştirilerek daha sistemli duruma getirilmiştir. Ayrıca, adayla atanma sürecinde görüşme yapılmakta, adayın örnek ders vermesi, araştırma sunması sağlanmakta ve sonucunda alınması konusunda karar verilmektedir. Başlangıçta kısa bir süre için atanmakta, bu süre içerisinde yetersiz olduğu ya da sorunlu olduğu saptanırsa yeniden ataması yapılmamaktadır. O nedenle ayrıntılı ve sıkı formal bir giriş denetiminden geçirilmemesi sorun yaratmamaktadır.

Örnek bir ilan bu konuda fikir verebilir (http://chronicle.com/ Internet adresinden alınmıştır.):

Konum: Asistan /Yardımcı Yönetmen, Koro Etkinlikleri
Kurum: Arizona State University

Yer:Arizona
İlan Tarihi: 13/10/2003

Kadro: Tam gün, sürekli kadro (tenure),

Başlangıç: 16 Ağustos 2004.

Gerekli Koşullar: Müzik doktorası (koro yönetimi alanında) ya da üst düzeyde, profesyonel koro yönetimi deneyimi. Üniversite düzeyinde üstün yönetim ve öğretim uygulayarak göstermelidir.

İstenenler: Önemli ulusal ve bölgesel performans etkinliği derecesi. Önemli/sürekli araştırmayla ilgilenme ve ya da yaratıcı etkinlikler. Devlet okulu müzik öğretmenliği deneyimi.

Sorumluluklar: Üniversite Korosu yönetimi (Ana dalı müzik olan lisans öğrencileri), Herberger Şarkıcıları (Vokal caz ve oda müziği); lisans ve lisansüstü koro yönetimi ve dağarcığı; geniş kapsamlı koro programı yönetim yardımcılığı; eleman alımı, tavsiyesi ve kurul katılımı

Süre Bitimi: 1 Ocak 2004; eğer doldurulamazsa her iki hafta sonrasına, arama bitene kadar sürdürülecektir. Başvuru mektubu, özgeçmiş, unvanlar, telefon numaraları ve 3 referansın e-mail adreslerini, aday tarafından hazırlanmış ve yönetilmiş bir grup konser kaydı ve yakın tarihte yapılan bir provanın 15 dakikalık video kaydını Dr. David Schildkret’e gönderiniz. (Arizona Devlet Üniversitesi Müzik Okulu Koral Müzik Araştırma Komitesi Başkanlığı).Bütün ilanlarda genellikle ücretin nitelik, deneyim, öğretim ve üstün yararla orantılı olduğu belirtilmektedir.ABD’dekine benzer biçimde Türkiye’de de bazı birimler, adayı özellikle eğitimcilik boyutuyla, kişiliğiyle tanıyabilmek için bir süre ücretli ders verme gibi yöntemlere başvurmaktadırlar. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi bu uygulamayı gelenek haline getirmiştir.

Sonuç ve Öneriler

Üniversitelerin sorunları öncelikle genel eğitim sisteminin yapısından kaynaklanmaktadır. Öğretim elemanı alımında elemanlara kaynaklık eden, onların yetişmesinde etkili olan bütün sistemi göz önüne almadan doğru değerlendirme yapmak olanaksızdır. Geçmişte kırsal kesimin en nitelikli çocuklarını toplayan ve çok iyi koşullarda eğitim veren Köy Enstitüsü-İlköğretmen Okulu, Müzik Semineri kaynağına dayalı Eğitim Enstitülerinden, çok nitelikli öğretim elemanı adayları çıkmaktaydı. Günümüzde bu sistem yıkılmıştır. Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Seminerlerinin yerini tutamamaktadır. Bu okulları hem üstün nitelikli öğrenciler tercih etmemekte hem de sistem ve öğretmen açısından ciddi sorunları bulunmaktadır. Müzik seminerleri örneğinde görüldüğü gibi, lisans öncesinde iyi bir sanat eğitimi sistemi oluşturulduğunda öğretim elemanlarının niteliği de yükselmektedir. O nedenle Anadolu güzel sanatlar liseleri sistem bütünlüğü içinde yeniden ele alınmalıdır.Üniversitelerde öğretim elemanı alımı ile ilgili durum ve sorunlar, genel üniversite yapısının uzantısı olarak bu yapıdan kaynaklanan, buna koşut özellikler göstermektedir. Gelişmiş ülkelerin yüzlerce yıllık üniversite gelenekleri ve belirli bir birikimleri vardır. Yüzyıllar içinde bütün öğeleri gelişmiş ve gelenekler, kimlik oluşmuştur. Türkiye’de çoğu üniversite yakın zamanda kurulmuş; eski üniversitelerin gelişmeleri, gelenek, kimlik oluşturmaları zaman zaman kesintiye uğratılarak engellenmiştir. Buna 2547 sayılı YÖK yasası ile yöneticilere, özellikle rektöre sorumluluğu olmayan büyük yetkiler verilmesi, kurulları işlevsiz hale getiren katı sayılabilecek hiyerarşik yapı ve başka sorunlar da eklenince, ülkemizde öğretim elemanlığı, genellikle bir meslek veya bir yaşam biçimi olamamış ve bir geçim kaynağı olarak görülür olmuştur. Şimdiki uygulamayla başta rektör olmak üzere üst yöneticiler, eleştirebilen, yaratıcı elemanlar yerine uyumlu elemanlar almayı yeğlemekte; bu elemanlar da bu yapıya uygun rektörü desteklemekte; böylece kısır döngü sürüp gitmektedir. Üstelik üniversitelerde, -daha çok kendi mezunlarını almaları ve birbirleriyle fazla etkileşmemeleri yüzünden- kapalı sayılabilecek bir sistem oluşmuştur.Rektörün yetkileri sınırlandırılmalı; kurullar işlevsel karar kurulları haline getirilmelidir. Böylece öğretim elemanının ve alt kademe yöneticilerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanan bu yetkiler kalktığından, rektörün öğretim elemanlığının, ilgili birimin gereklerine uymayan, yasalara bile aykırı olan öğretim elemanı atama uygulamaları sona erecektir. YÖK, daha demokratik bir yapıya kavuşturulmalı; daha çok eşgüdüm, ülkenin gereksinmelerine göre planlama görevi ağırlık kazanmalı; üniversitelerin etkileşimini sağlamalıdır. Eleman alımı ve yetiştirilmesi konusunda merkezi görevler üstlenmesi yararlı olacaktır.Üniversite öğretim elemanlığı, bütün boyutlarıyla cazip hale getirilmelidir. En nitelikli mezunları çekebilmek için, araştırma görevliliğine çok önem verilmeli, cazip hale getirilmeli; sayıları artırılmalıdır. Araştırma görevliliği giriş denetiminde, yabancı dil düzeyi yüksek tutulmalı; yabancı dillerini iyi düzeye getirebilmeleri için her türlü önlem alınmalıdır.

Cazip hale getirme konusunda yeterli altyapı hazırlandıktan sonra öğretim elemanlarının dışarıda başka iş yapmaları engellenmelidir. Yukarıda belirtildiği gibi dışarıda ek iş yapma, yabancı uzmanlarca, Darülfünunun ve 1933 üniversite reformunun temel başarısızlık nedenleri arasında sayılmıştır. Dışarıda çalışma üniversite öğretim elemanı kişiliği-etiği ile bağdaşmamaktadır.İşini iyi yapanın ödüllendirilip, kötü yapanın ise cezalandırılacağı ve böylece  belirlenen hedeflere ulaşılmasının sağlanacağı bir sistem oluşturulmalıdır. Bu tutum profesörlük dönemini de kapsamalıdır. Bunu yaparken, güvence ile görevini yerine getirme, iyi çalışma arasında denge kurmak gerekir. Tam bir bilimsel özerklik güvencesi, nesnel bir değerlendirme, çalışmayla oranlı ödüllendirme için koşullar yaratılmalıdır. Bir başka öneri olarak, öğretim üyeliği üretkenlik düzeyine göre belirli kategorilere ayrılarak, belirli düzeye kadar öğretim üyeleri sözleşmeli duruma getirilebilir. Böylece asıl, sürekli kadroya atamadan önce geçici bir tanıma sürecinin olması pek çok sorunu çözecektir. Bütün bu işlemler nesnel ölçme ve değerlendirmelere dayandırılmalıdır.Öğretim elemanlarının pek çok işlevi birlikte, yarım yamalak yerine getirmelerinin önüne geçmek için üniversitelerin kadroları işe göre ayırt edilmeli, a)Tam zamanlı araştırma yapacaklar, b) Yarı yarıya araştırma ya da performans ve öğretim yapanlar c) Tam zamanlı öğretim yapanlar. Bu kategoriler ABD’de olduğu gibi belirlenmeli. Araştırmacılara araştırma olanakları sunulmalı ve kendilerine görev yüklenilmelidir (Ortaş 2003).Öğretim elemanlığına girişte mutlaka giriş denetimi yapılmalıdır. Giriş denetimi, meslekleşmenin de gereğidir (Tezcan 1984, s.289). Genel anlamda üniversite mezunlarının mesleğe girişleri için mutlaka bir sınav yapılmasında yarar görülmektedir. Bu sınav aynı zamanda kalite denetlemesinin bir yolu olarak kabul edilebilir (Korkut 2002, s.154-155).Eleman alımı ile ilgili sınavlar olabildiğince merkezi olmalı; eleman alımı, bütün elemanları kapsayacak biçimde ve her alanın özelliğine uygun nesnel değerlendirmeye dayanak olabilecek alanla ilgili birikimi; öğretim uygulamalarını da içeren pedagojik formasyonu; araştırmacılık, öğretim elemanlığının gerektirdiği kişilik ve etik özellikleri; yeterli düzeyde yabancı dil, genel kültür, zihinsel yeterlilik ana özelliklerinin ölçülmesini ve değerlendirilmesini kapsayan bir giriş denetimiyle olmalıdır. “Pedagojik formasyon dersleri lisans üstü öğrenim programlarının bir parçası olarak düzenlenmeli,. Öğretim iyeliğine atanmadan önce de uygulama yapma olanağı sağlanmalıdır (Korkut 2002, s.198). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Programı Yükseköğretim Özel İhtisas Komisyonu Raporu’ndaki “Öğretim üyesi, ancak “yetkin” üniversite ve/ya bölümlerde yetiştirilmeli, bunun için özel kaynak ve statü sağlanmalı, ayrıca, pedagojik formasyon dersleri ve deneyimi de verilmelidir” (Karakütük 2001, s.13-14) görüşüne katılmamak olanaksızdır. Konu sistemleştirilmelidir.Müzik öğretmeni yetiştiren kuruluşların ve dolayısıyla müzik öğretmenlerinin niteliğini yükseltmek için bu kuruluşlara öğretim elemanı alımının, yasal dayanaklı, nesnel; eğitimcilik, müzik eğitimciliği, genel müzik birikimi, asıl alan, yabancı dil, gelişmeye açıklık, bu alana uygun kişilik ve etik özellikler gibi boyutları içeren ölçütlere dayalı giriş denetimine bağlanması; alanın gerektirdiği sayı ve özelliklerin temel alınması konusu ivedilik gerektiren bir sorundur.

KAYNAKÇA

A.G.. “Müzikoloji Derneği’nden Haberler”. Orkestra. 308(Ocak 2000), s.51-53.

Aktan, B. “Profesörlük, Katolik Nikâhına Dönüşmemeli”, Milliyet, 14.09.2003.

Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi(Başlangıçtan 1997’ye). 6. Baskı, İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, 1997.

Bayazid, Gülnur. “Öğretmen Adaylarının Kişilik Yapısının Gözönünde Bulundurularak Seçilmesi Gerekliliği”, Nasıl Bir Eğitim Sistemi, Güncel Uygulamalar ve Geleceğe İlişkin Öneriler. İzmir: Bilsa Bilgisayar Yayınları, 1977, s.133-138.

Beyhan, Necip. “Sınıf Öğretmenliğinin Meslekleşme Sorunları”, Nasıl Bir Eğitim Sistemi, Güncel Uygulamalar ve Geleceğe İlişkin Öneriler. İzmir: Bilsa Bilgisayar Yayınları, 1977, s.149-155.

Bursalıoğlu, Ziya. Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. 5. Baskı. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları, 1979.

Büyükkaragöz, Savaş, Ali Murat Sünbül. “Öğretmen Adayı Öğrencilerin Öğretmenlik Yeterlik Düzeyleri ve Mesleki Tutumları ile Bunlar Arasındaki İlişkiler”, Nasıl Bir Eğitim Sistemi, Güncel Uygulamalar ve Geleceğe İlişkin Öneriler. İzmir: Bilsa Bilgisayar Yayınları, 1977, s.167-179.

Calderhead, James. “Öğretmenlerin Uzmanlığının Tanınması ve Geliştirilmesi: 21. Yüzyılı Bekleyen Sorunlar”, Uluslar arası Dünya Öğretmen Eğitimi Konferansı (27 Ağustos-2 Eylül 1995). Ankara: Milli Eğitimi Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürlüğü, 1997, s. 15-25.

Çongar, Yasemin. “Profesörlük Kıstasları”, (Milliyet, 16.09.2003)

Kabahasanoğlu, Vahap. Eğitim Enstitüleri. İstanbul: Toker Yayınları, 1976.

Karakütük, Kasım. Öğretim Üyesi ve Bilim İnsanı Yetiştirme. Lisansüstü Öğretimin Planlaması. Geliştirilmiş 2. baskı. Ankara: Anı Yayıncılık, 2001.

Kaya, Yahya Kemal. İnsan Yetiştirme Düzenimiz. Politika-Eğitim-Kalkınma. Geliştirilmiş 2. baskı. Ankara: Nüve Matbaası, 1977.

Köksal, Gürsel. “Almanya'da Profesörü Üniversiteler Seçer” (Milliyet, 16.09.2003)

Ortaş, İbrahim. “ÖSS Sınavı ve Beyin Göçü”, Haziran 2003, e-mail eki.

Şanlı, Nedime, Hüsne Demirel. “Öğretmen ve Meslek Etiği”, XI. Eğitim Bilimleri Kongresi, 23-26 Ekim 2002. (Bildiri Özetleri). Lefkoşa: Yakın Doğu Üniversitesi Yay., s.94.

Tezcan, Mahmut. Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri 1848-1940. Ankara: Doğan Basımevi, 1978.

Tezcan, Mahmut. Eğitim Sosyolojisi. 3. Bası. Ankara: Çağ Matbaası, 1984).

Uçan, Ali. “Türkiye’de Müzik Eğitimcisi Yetiştiren Yükseköğretim Kurumlarındaki Eğitim Sisteminin Çözümlenmesi”, Birinci Müzik Kongresi Bildiriler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, 1988. s. 470-477.

Uçan, Ali. Müzik Eğitimi Temel Kavramlar-İlkeler-Yaklaşımlar. 2. Basım. Ankara:   Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 1997.

Ünal, Saadettin. “Türkiye’de Müzik Eğitimcisi Yetiştirmenin Dünü ve Bugünü”. Birinci Müzik Kongresi Bildiriler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, 1988, s. 481-484.

Uz, Abdullah. “Müzik Eğitimi Bölümlerinin Öğrenci Yapısı”, Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, VII (1), 1992, s. 129-140.

Uz, Abdullah.  “Müzik Eğitimi Anabilim Dallarındaki Öğretim Elemanlarının Eğitim/Akademik Geçmişleri”, Basılmamış bildiri. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi,7-9 Haziran 2001, X.. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi.



·· Üniversitelerimizde bilimsel ve eğitimcilik denetimi konusunda etkili bir düzenlemeye ve uygulamaya gidilmemiştir. Daha çok disiplin uygulamaları yapılmıştır. O nedenle bir üniversiteye alınan bir eleman –araştırma görevlileri dışında- çok önemli bir kusur işlemedikçe kurumunda kalmaktadır. “Bir araştırma görevlisiyle ilk çalışmaya başladığı üniversite arasında adeta bir "katolik nikâhı" kıyılıyor.” (Aktan 2003) Bugünkü yapısı içinde üniversitelerimizde Batı üniversitelerindekine benzer bir akreditasyon uygulaması da olanaksız görünmektedir.

[1] Eğitim Enstitüsü Asistanlığı, sınavla girilen, 1-2 öğretmen rehberliğinde 3 yıl süren, bir eserin ve deneme dersinin değerlendirilmesi sonucunda başarılı olunması durumunda öğretmenliğe atanmayla biten bir yapıdır. 

[2] Benim asistanlığımı kaldırmam için kurulan komisyonda böyle bir öğretmen görev almış; bu durum dönemin Öğretmen Okulları Genel Müdürü Celal Şentürk’e iletilmiş; bir genelgeyle komisyon incelemeleri durdurulmuş; daha sonra kurulan başka bir komisyonca asistanlığım kaldırılmıştır.

[3] Bu maddeye göre unvanların verilmesinde çalışılan süre belirleyici olmuştur. Yardımcı doçentlik için en az 4, doçentlik için 8, profesörlük için 15 yıl çalışmış olmak gerekli görülmüştür. Bu madde üniversiteden çıkarılanları kapsamadığından geride kalanlar yükseltilerek önemli yerlere gelmişler ve kuruluşların geleceği konusunda belirleyici olmuşlardır.

[4] Örneğin profesörlük komisyonu üyesi ve halen büyük kentlerimizden birinde Bölüm Başkanı olan bir profesör, profesör adayının müzik eğitimi sosyolojisi ile ilgili araştırmalarının ve yazılarının müzikoloji ile ilgisi olmadığı gerekçesiyle olumsuz rapor vermiştir. Oysa Müzikoloji derneği, bırakınız müzik eğitimi sosyolojisini, müzik eğitimini müzik sosyolojisi kapsamında görmektedir.

Bir başka örnek: Müzik Bölümü Öğretmenliği, Müzikoloji Bölüm Başkanlığı, Konservautvar Müdürlüğü yapmış bir başka profesör, oturum başkanı olduğu toplantıda, konuşmacının müzikte Post-Modernden söz etmesi üzerine şunları söylemiştir: “Post-Modern, müzikte kullanılan bir terim değil, böyle bir şey yok. ... Böyle ve buna benzer terimler bilimsel olmadığı gibi nasıl bir bilim adamı böyle şeyler kullanır. Aslında böyle şeyler kullanmamalıyız arkadaşlar”. Oysa Post-Modern müzikten söz eden müzik tarihi kitapları, makaleler, Profesör’ü yalanlamakta, cehaletini ortaya koymaktadır. Post-Modern arabesk konusunu ele alan televizyon haberi bile yapılmıştır (Uz 1992, s. 129-140).

 

 

[5] Bursa Uludağ Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü Başkanlığımın başlarında, bir öğretim görevlisi alım sınavı öncesinde, sorunların yoğunluğunun gözlenmesi sonucu, bir kısım Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi öğretim üyesi ile birlikte sınav yönergesi hazırlanmış; bu yönerge, küçük değişikliklerle bütün eleman alım sınavlarında kullanılmıştır. Daha sonra Fakülte yönetimine empoze edilerek Fakülte düzeyinde yönerge hazırlanması sağlanmıştır. Belirtilen sınavda, dönemin dekanı, sınav komisyonuna kadar gelerek şimdi doçent konservatuvar müdürü için alınmaması yönünde telkinde bulunmuştu.

[6] ABD Arizona State University’de 1997’de izlediğim grup piyano derslerinde yeterli piyano pedagojisi formasyonu temeli üzerine oldukça başarılı uygulamalar gözlemiştim.