BİLDİRİLER |
Yrd. Doç. Dr. Ayhan Erol
Dokuz Eylül Ünv. GSF.
Müzik Bilimleri Bölümü-İzmir
* Cumhuriyetimizin 80. Yılında Müzik
Sempozyumu, 30-31 Ekim 2003,
İnönü Üniversitesi, Malatya
Bildiriler,s.307-315.
Basit gibi
görünen, ancak kolay yanıtlanabilirliği aynı ölçüde aldatıcı olan sorular
vardır. Bunlar aynı zamanda sorulmadığında bilinen, sorulduğunda ise bilinmeyen
sorulardır. Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse; sorulmadığında ya da ‘ne’ olduğu düşünülmediğinde, hakkında fikir sahibi
olunduğuna inanılan, ancak sorulduğunda ya da ‘ne’
olduğu konusunda doyurucu bir yanıt arayışına girişildiğinde ‘bütünlüklü’ bir
cevap (tanım) bulunamayan sorular. Aslını söylemek gerekirse, hemen her soru ve
onunla ilişkili her yanıt, böyle bir çerçeveye çekilebilir. Dolayısıyla benim
burada öne çıkarmaya çalıştığım şey ‘ne’ sorusunun yanıtı olan ‘tanım’dır. Yani
‘müzik nedir?’ sorusunun yanıtı olarak verilen tanım.Tanımlanan şeyi tanımlandığı
çerçeveyle sınırlandıran tanım, tanımlayanın tanımladığı şey hakkındaki
deneyimini referans yaparak ifade edebileceği bilişsel bir üründür. Dolayısıyla
müzik nedir sorusuna verilecek her yanıt, yani her tanım, yani müziğin ne
olduğuna ilişkin herkesin kendi perspektifini kısaca aktardığı ifade aracı,
insanların müzik pratikleri ile girdiği ilişkinin niteliğine ve yoğunluğuna
bağlı olarak farklıdır. Bu yalnızca ortalama müzik dinleyicisi için geçerli
olan bir durum değildir. Yani farklılık bizzat müzik pratiği içinde olan
müzisyen, besteci, şarkıcı, eğitimci vb. olduğu kadar müzik ile ilişkili pek
çok şeyi sorunsallaştırarak müzik hakkında bilgi üretme iddiasında olan
müzikbilimciler için de geçerlidir Burada amaç, yazıyı/bildiriyi
okuyanların/dinleyenlerin kendi müzik tanımlarını gözden geçirmelerini sağlamak
ve başkalarının (ilerde benim vereceğim tanım da dahil olmak üzere) müzik
tanımlarını kabul ya da redetmek
yerine, kendi söylemlerini hareket noktası yaparak ‘refleksif’
bir tutum geliştirmelerine ‘aracı’ olmaktır.
Müziğin
varlık nedeni olarak ses
Tatmin
edici bir müzik tanımına, basit bir biçimde ses açısından ulaşmak elbette
mümkün değildir. Ancak belli bir zaman diliminde tınlayan sesin, müziğin yapı
taşı haline nasıl ve neden öyle geldiğini betimlemek zorunlu görünüyor. Müzik
hangi çağda ve toplumda, ne amaçla ve nasıl yapılırsa yapılsın, ve adına ne
denirse densin fiziksel bir fenomen olan seslere dayanır. Bizim ses dediğimiz
şey, biyo-kültürel çerçevede duyma eşiği ile (kabaca sts 20-20.000) sınırlanan titreşimlerdir. Bir nesnenin
ürettiği basit uyumlu hareket olarak tüm titreşimler kulağımızı uyarmadığı ve
beynimizde duyumlara yol açan bir etkiye sahip olmadığı için ses değildir.
Sesin oluşması için kulağı uyarabilecek nitelikte etkenler, bu etkenleri
kesintisiz ve yeterli şiddetde ileten ortamlar, ve
etkenleri değerlendirebilecek nitelikte kulak ve beyin gereklidir. Bu üç ögenin birinin varolmaması durumunda ses dediğimiz şey
oluşmaz (Zeren 1988:1). Müziğin yapı taşı olan sesler
elbette ki, doğal ya da doğal olmayan yollardan
ortaya çıkan titreşimleri yani basit uyumlu hareketleri içerir. Dolayısıyla
müzik ya da müziksel tını (sound)
dediğimiz şey de, titreşen bir nesnenin ürettiği ses dalgalarından oluşur. Bu
ses dalgalarının fiziksel kendilikleri dışında “müzik” olarak algılanabilmesi
ve kullanılabilmesi toplumsal mutabakata bağlıdır. Başka bir deyişle bir müzik
parçasında ya da bir müzik türünde gereç olarak
kullanılacak seslerin ne olacağı ve bu sesler arasındaki ilişkilerin nasıl
yapılandırılacağı sosyo-kültürel bir uzlaşıya dayanır.Bu yüzden belli bir toplumda müzik olarak
kabul edilen ifade kültürü, belli ses kaynakları kullanan ve onların titreşim
sayısını mutabakatla belirleyen, yani sabitleyen bir düzenlemeye sahiptir. Yani
insanların algı sınırları içinde o topluma tanıdık/bildik gelen sesleri
doğrudan doğruya bu sesler ya da aralarındaki
ilişkilerden tanıyabileceği, ve bu nedenle de belli seslerden oluştuğunu kabul
ettikleri bir dizge. Bu sistemin yapı taşı olan belli (belirlenmiş=sabitlenmiş)
frekansa sahip sesler, müzik dilinde artık perde (pitch)dir. Yani nasıl üretilirse üretilsin müzik için kulllanılacak sesin ve öteki sesler arasındaki
ilişkilerinin sabitlenmesi gerekir. Karşı-kültürel araştırmalar ve Klasik Batı
müziğinin uzantısı elektronik müzik bize göstermiştir ki, perde ve aralık
ilişkilerinin belirlenmediği, yani sabitlenmiş perdeler olmaksızın da müziğe
sahip olmak pekala mümkündür. Ancak ben burada, dünyanın müzik kültürlerinin
çoğunda aralıkların yalnızca sabitlenmekle kalmayan ve bir dizi işlemle dizge
içinde anlam bulan müzik kavrayışının izinden gideceğim. Dolayısıyla
açıklamalarımın ‘tahakküm paradigması’ içinden olduğu kadar, konvansiyonel müzik algılamasından hareketle inşa
edileceğini söylemeye bile gerek yok.19.yüzyılın ünlü eleştirmeni Eduard Hanslick, müziğin tümünün
öncelikli ve temel koşulu olarak ‘ölçülebilir sese’ dikkat çekerken bu
konvansiyon içindedir. Ona göre bütün doğal sesler, gerçekte hemen hemen frekansların süreklilik içinde dalgalanmasından
oluşurken, müziksel sesler sabitlenmiş (fixed)
perdelerin (pitches) kullanımı içermeleriyle doğal
olandan ayrılır (Cook 1990:10). İnsanların müzik
dediği şeylerin yapı taşı olan sesleri, toplumsal mutabakatla sabitleştirdiğini
ifade ederken, bu uzlaşının tarih boyunca farklı
toplumlarda farklı referans noktalarından hareketle yapılandırılmış olduğunu da
belirtmek gerekir. Elbette ki belirlenen sesler ve müziksel perde haline gelen
aralıkların, duyumsal sistemlerce nasıl kodlandıklarına ilişkin belli anlamları
ve akustik özellikleri vardır. Toplumsal uzlaşı ile
‘uyuşumlu’ (consonant) olarak değerlendirilen
aralıklar, sadece Batı kültüründe değil, aynı zamanda Batılı-olmayan müzik
kültürlerinde de hakim olma eğilimindedir. Ancak tüm dünya müzik kültürlerinde
böyle demek değildir. Sözgelimi sekizli aralığı (oktav) bilmeyen topluluklar
olduğu gibi, yalnızca üç, dört ya da daha yaygın
olarak beş sesten oluşan (pentatonik) aşıt (scale) kullanan topluluklar vardır. Dünya kültürlerinin
kullandığı müziğin bilinen uyuşumlu aralıklara sahip olması üzerine yapılan
vurgu, aslında müziksel yapıların bilimsel açıklamasını sağlamada önemli bir klavuz olmasından kaynaklanır.Toplumların kullandıkları
seslerin ve bu sesler arasındaki ilişkilerin, ve elbetteki bir sesin tınlama
süresinde ortaya çıkan ‘üst selenlerin’ (harmonics)
doğa yasalarına bağlı olup olmadığı, bu çerçevede tartışması uzun süre alan bir
konudur. Farklı toplumların birbirinden farklı müziksel aşıt yapıları ve
duyumsal sistemlerini yansıtan armonik inşa ile ilişkili dokusu, doğa
yasalarına indirgenemeyecek kadar çeşitlilik gösterir. Çoğu kez iddia edildiği
gibi, bu kesin bir biçimde kulağımızın
biçimlenmesi ya da doğal işleviyle açıklanacak bir
durum değildir. Elbette ki kulağımızın doğal işlevinin yasaları bu sonuçlanmada
önemli ve etkili bir rol oynamaktadır. Böyle olduğu için bu yasalar müzik
sistemlerinin yapısını ayakta tutmaktadır. Erken etnomüzikoloji
çalışmaları, insanın müzik algılamasının çeşitlliğini
ortaya koyarken, bunu doğalcı terimlerle değil, psiko-akustik
keşiflerden türeyen etkileyici yanıtlar içinde anlatmıştır. Alexander
J. Ellis (1821-1894), bütün müziksel aşıtların ve bu
yüzden de tüm müziklerin, matematiksel olarak tanımlanmasına, temel seslerle
kısmen ilişkili fiziksel olgulara, ve tınıyı oluşturan üst selenlerin sayısı ve
karakterine bağımlı olması gerektiği düşüncesini gözden geçirirerek,
bu yaklaşımın yetersiz olduğu sonucuna varmıştır. Asya müziklerinin belli
aşıtlarının bilimsel olarak ölçümü göstermiştir ki, en azından bazı müzik
dizgeleri çok farklı, yapay ve insan elinden çıkmadır. Perdelerin ve tınıların
uyuşumunun titreşimleri ve oranlarının, matematiksel oranlarla ilişkilendirilen
doğal yasalardan türemesi zorunlu değildir (Blacking
1992:301). Dolayısıyla müzik yapma ve algılama kapasitesi insan evriminde
“doğal” bir gelişme değil, “kültür”e özgü bir süreç ve tercihtir. Müziksel
tınının doğa yasaları ile ilişkili kavrayışı da akustik karmaşıklığı artırma
ustalıkları da, bu kültürel yapılanmalardan biridir.Bir yandan müzik tarihi
diğer yandan karşı-kültürel araştırmalar ve biyo-kültürel
ve psikolojik algılama çalışmaları göstermiştir ki, kulağımızın aynı
özellikleri çok farklı müzik sistemlerinin kurulmasına ve temellenmesine olanak
sağlayabilmektedir. Bu, Levi Strauss’un
şu ünlü sözünü hatırlatır:“Binlerce farklı yaşam sürdürebilme şansına sahip
olarak ve bu donanımla doğmamıza rağmen, sadece bir yaşam süreriz”.Bu
yaklaşımı, müziksel algılama ve yeterlik ölçütlerinin farklı müzik
kültürlerinde farklı yollardan ortaya çıkacağını ve farklı değer kalemlerine
sahip olacağı aksiyomunu destekleyen bir argüman olarak görebiliriz. Başka bir
deyişle toplumlar, adına müzik ya da başka isim
verdikleri dizgelerini oluşturmada bu seçme ve birleştirme işlemini
gerçekleştirirler ve böylece onu kültürel hale getirirler.Blacking’in
ifade ettiği gibi “ Müziksel biçemler doğanın insanları nasıl etkilemiş
olmasından çok, kültürel ifadelerinin bir bölümü olarak insanların doğadan neyi
seçip tercih ettiklerine dayanır. Bununla birlikte müzik, sesin akustik
özellikleri ile ilişkili olarak, uyuşum (consanance)
ve kakışım (dissonance) bağlamında tartışılabilir.
Ancak uzun zamandır bilinmektedir ki, müziksel dizgeler ‘doğal’ (natural) değil, daha çok ‘yapma’ (artifical)dır.
Zaten uyuşum ve kakışım, toplumsal bir grubun varoluş modeline gönderme yapan
öğrenilmiş yanıtsamalar ve uyarlamalardır (Blacking 1995:33). Demek ki gerek yan yana, yani ard arda, gerekse üst üste, yani birlikte işitilen seslerle
ilgili uyuşum yargısı, kültürel biçimlendirmeye bağlıdır. Kurumhansl
bu çerçevede tonal uyuşum ile müziksel uyuşum
arasında ayırdedeci açıklamalar yapar.Tonal uyuşum, uyumlu ya da hoşa
giden bir etki yaratan belli seslerin niteliğini ifade eder. Eşzamanlı olarak
tınladığında ortaya çıkan bu özelliğin kesin tanımı birbirinden farklı bakış
açılarına göre değişirse de, sürekli bir tonal
uyuşumun yanısıra aralık bölünmesinin düzeni üzerinde
bir uzlaşma vardır. Diğer yandan müziksel uyuşum, sabit ya
da gerilimden kurtulmanın ve iyi çözülümler oluşturmanının
dikkate alındığı aralıklara işaret eder. Bu uyuşum türü, güçlü bir biçimde
müzik uslubuna ve aynı zamanda aralıkların tınladığı
belli bir bağlama dayanır. Bu yüzden müzikal uyuşumun tonal
uyuşumla sadece kaba bir tekabüliyeti söz konusudur (Krumhansl 1990:51). Uyuşumun, doğa yasaları ile ilişkisi
olsa da, akustik özellikleri inceleme nesnesi olabilirse de, öteki değişkenler
hesaba katılmadan tanımlanması güçtür. Ya da
tanımlanırsa da eksiktir. Bu değişkenler, özellikle müziksel algılama
çerçevesinde dinleyicilerin belli bir müzik geleneği ile yaşadığı deneyimdir. Krumhansl bu çerçevede Meyer’in
(1956) algılama ve öğrenmenin psikolojik ilkelerine ilişkin argümanlarını
hatırlatır. Buna göre uyuşum ve kakışım, aslında akustik bir fenomen değildir,
daha çok mental/zihinsel bir çevreye yerleşir, ve bu
yüzden tanımlanmaları açısından insan algılamalarını yöneten yasalara bağlıdır.
Dolayısıyla da algılamanın ortaya çıktığı bağlama ve bu bağlamın parçası olan
öğrenilmiş tepki/yanıtsama örüntülerine (patterns) dayanır.Uyuşum ve kakışım doğal dayanaklarla
ortaya çıkmazsa da, aralık özelliklerinin algılamaları ne nedensiz/keyfi ne de
rastlantısaldır. Ancak doğa bilimlerinin katıksız ve mantıksal formülasyonlarının müziksel uyuşum ve kakışımla çok az
ilgisi vardır. Uyuşum ve kakışım belli bir müzik dilinin ve tarihinin yapısal
ilişkilerinden türeyen uygun tepkilerdir (Krumhansl
1990:54).Krumhansl müziksel sistemler ve algılama
yasalarını doğa ve sanat arasındaki bir uzlaşma, bir çözüme kavuşturma olarak
görür. Müziksel sistemler ve algılamalar bu anlamda doğal ve sanatsal ögelerin bir bileşimidir. Harstshorne’un
“şarkılar kaotik düzensizlik ve monoton düzenlilik arasındaki estetik
ılımlılığı anlatır” sözlerini alıntılayan Miller, değerlendirmesini bu çerçeve
içinden yapar. Ona göre insan müziği tonalite, ritm,
aralık, geçki/köprü, şarkı yapısı, değişken ve
belirlenmiş ezgiler, doğaçlama ve şarkı sözü içeriği gibi pek çok unsur,
ziyadesiyle ritüelleşmiş ve basmakalıplaşmış ögeleriyle düzen ve kaosun yararlı bir bileşimini gösterir
(Miller 2001:344). Her iki yaklaşım da, sonuç olarak her kültürel/müziksel
dizgeyi, kaostan kaçan insanoğlunun düzenlemeler yapma, deneyiminden yapılar ve
modeller kurma eğiliminin sonuçları olarak görür.Dolayısıyla müziksel
dizgelerin oluşturulmasında seslerin belirlenmesi,ne nedensiz/keyfi (arbitrary) ne de rastlantısaldır. Üstelik büyük ya da küçük, geniş çaplı ya da
yerel bir müzik geleneği olması durumu değiştirmemektedir. Ancak burada kaos ve
düzenin yararlı bileşimini, yani ‘insani’ müdahaleyi, doğa ve sanat arasındaki
bir uzlaşma olarak kabul ederken, sanat teriminin kavramsal içeriğini
genişletmek gerekir.Zira başlangıçta keyfi ve rastlantısal olsa da seçilime
tabi tutulduğu için kültürel hale gelen müzik ve yapısal ögeleri,
ayrı bir kategori olarak varlık alanı bulmayabilir ya
da “sanat” etiketi ile kullanılmayabilir. Başka bir deyişle müzik, “geleneksel”
sanat anlayışı dışında kültürün herhangi bir pratiğini içine gömülü olabilir.
Sanat; yapma , etme, yerine getirme ve uygulama becerisi olarak kabul
edildiğinde problem ortadan kalkar.Şikago
Üniversitesinde gerçekleştirilen araştırmalar melodik sezgi tarafından
algılanabilen bin üçyüzden fazla ses perdesi olduğunu
göstermiştir. Bu, elbette verili bir araştırma çevresi için geçerlidir. Ancak
herhangi bir dizgeyi kullanan toplumun üyeleri içinde uygulanmış olması
açısından önemlidir. İster büyük ister küçük ya da
ister köklü ve yaygın olsun isterse yerel bir çerçevede kullanılsın, müzik
dizgelerinin hiç biri bu kadar perdeyi, insanın duyma eşiği içinde üretemez.
Batı tampere sisteminde piyano ya
da perde frekans sayısı olarak hemen hemen aynı
olduğu için orkestra çalgılarının (en ince pikolo
flüt, en kalın fagot) çıkardığı sesleri düşünün. Ya
da Geleneksel Türk Sanat Müziğinin eşit yedirimli
olmayan sisteminde üretilebilecek sınırlı sayıda perdeyi. Bu argüman söz konusu
müzik geleneklerini değersizleştirmez. Kaldı ki Batı tonal
sistemi Batı uygarlığının en büyük entelektüel kazanımlarından biridir.
Elbetteki Geleneksel Türk Sanat Müziğinin de içinde olduğu Çin, Hindistan vb. modal dizgeler, Doğu uygarlıklarının kazanımıdır. Aslında
bu, irili ufaklı tüm müzik kültürleri için geçerlidir. Çünkü hepsi de değerler
ve meşrulaştırmalar hiyerarşisi içinde biçimlenmiştir. Bu çerçevede denebilir
ki, müziksel “yapı” açısından “müzik yapma özgürlüğü” diye bir şey söz konusu
değildir. Zira bütün müzik kültürleri birer sistem olarak ‘denetleyici’ iş
görürler. Ancak eğer müzikten alınan zevk ya da
gördüğü işlev, o müziği oluşturan yapısal sınırlamadan sıyrılsaydı, sonuç
elbetteki müzik olmazdı. Müzik onun için öğrenilmiş davranış diye tanımlanır.
Ve onun için yapısal olarak denetim altına alınan dizgeden çıkan ürünler,
öğrenilmiş davranış olarak pek çok sosyo-kültürel
deneyimi hakim bir simgesel etkinliğe dönüştürme potansiyeli taşır. Üstelik ona
isim verme hakkını ya da bir başka kültürel etkinlik
içinde kullanma seçeneğini elinde bulundurarak.
‘Müzik’
tanımlaması zor, ‘bir’ müzik tanımlaması nispeten kolaydır
Müzik
‘insan doğası’nın bir parçası olarak evrensel bir insan davranışı ise, müzik
denilen fenomeni bilimsel teoriler içinde bulunan genel modellerle tanımlamak
ve anlamak mümkün olmalıdır. Alan Merriam (1964:227)
müziğin kesin olmayan bir biçimde ‘evrensel bir davranış’ olduğunu söylerken
aslında dikkatlidir. John Blacking (1995:224)
ise daha ihtiyatlıdır ve ona göre bilinen bütün insan toplulukların müziği
vardır, ancak bu, eğitimli müzikologların müzik olarak kabul ettiği şeydir.
Ancak eğitimli müzikolog ya da herhangi birinin
gözünde geçerli olan bir müzik, tüm kültürler nezninde
eşit olarak geçerli olacak bir müzik tanımlamasına bizi ulaştırmaz. Böylece
müzik denilen şeyin tüm zamanlar ve yerlerde sorunsallaştırmaya açık olması
kalıcıdır. Müzik, müzik dediğimiz/müzik olarak düşündüğümüz şey olabilir de,
olmayabilir de. Müzik duygu (feeling) ya da duyarlılık (sensuality)
olabilir, ancak müzik duygulanma (emotion) ya da fiziksel duyarlılık (physical
sensation) ile yapılan bir şey olmayabilir de. Müzik
dua ya da dans etmeye ilişkin de olabilir de,
olmayabilir de (Bohlman 1999:17).Müziğin kültürel bir
evrensel olduğunu söylerken, tüm insanların müzik terimine sahip olduklarını
söyleyemiyoruz. Yani dünyanın tüm toplumlarında, doğrudan müzik olarak
çevrilebilecek herhangi bir terimi bulunmuyor. Ancak tanımlanabilir herhangi
bir kültürel pratiğe karşılık gelecek müzik terimi bulunmayışı, “müziksel”
olarak yorumlanabilecek bir etkinliğin varolmadığı anlamına da gelmiyor. Müzik
bu durumlarda, kültürün içine gömülü olarak bulunuyor ve Batılı anlamda bir
‘müziksel düşünce’ dışında, bir başka pratik içinde görülüyor.Kimi kültürlerde,
müzik üzerine düşünmenin karmaşık kategorileri vardır. Başka kültürlerde ise
müzik üzerine düşünmek, hatta müziği ayrı bir kategori olarak kabul etmek için
herhangi bir neden olmayabilir. Dolayısıyla müzik yerine ya
da yanısıra, muhtemelen şarkı söyleme, çalgı çalma,
dinsel şarkı, dünyasal şarkı, dans ve çok sayıda muğlak kategori bulunabilir.
Bu tür bir sözcük dağarının bulunmadığı ve “bizim” (batı) müzik değidiğimiz şeyin ya da herhangi
bir bileşeninin bir başka kültürel pratik içine gömülü olduğu durumlar
olabilir. Bu durumda kendi müzik algılamamız dahilinde bir müzik terimi ya da bunun yapısal unsurlarından birini aramak beyhude bir
çabadır. Keil (1979) Batı Afrika da bir düzineden
fazla değişik dil konuşan topluluklarda müziğe karşılık gelecek bir terimi boş
yere arayıp durmuştur. Ames’e göre (1973) Nijerya
havzasında müzik için bir terim yoktur. McAllester’e
göre (1954) Navajo halkının müzik ya
da çalgı için bir sözcüğü yoktur (Nettl 1983:20).
Müzik terimine sahip olmayan, yani müziğin Batılı anlamdaki anlamını topyekün karşılamayan kültürlerin dilinde, müziğin içine
gömülü olduğu pratik öne çıkar. Sözgelimi Amerikan Karaayak
(blackfoot) Yerlileri, müzik için temel açıklama
olarak Saapup sözcüğüne sahiptirler. Bu
kelime, “bizim” şarkı söyleme, dans etme ve tören gibi ayrı ayrı
kategorize ettiğimiz şeyleri tek bir sözcük içinde toplaması anlamına gelir.
Fildişi Sahillerinde yaşayan Yakuba toplumunun Ta
pratiği de benzer bir birleştirmeye işaret eder. Bu ve pek çok Afrika topluluklarındaki
örneklerde müzik, öteki kültürel davranış örüntüleri ile birlikte toplumsal
pratikler içine gömülü halde bulunurlar. Bu durum müziğin başka etkinliklerle
birleştirilmesini, başka bir deyişle müziğin öteki etkinliklerden
ayrıştırılmadığını gösterir.Bohlman buna “içine
gömülü olma hali” (embeddedness) adını verir. Pek çok
durumda bu, müziğin ona atfedilen bir ismi olmadığı anlamına gelir. Başka
durumlarda ise müziğin belli niteliklerinin özetlenmesi ve bu özelliklere
isimler verilmesi söz konusudur. Dil müzikal olarak konuşulduğunda ya da mit müzikle aktarılan bir dil olarak iş gördüğünde
“içine gömülü olma hali” sistemik olabilmektedir. Bohlman’ın amaç ve süreç olarak gönderme yaptığı ontolojik
koşulların bu çerçevedeki ikincisine verdiği ad “gölgeleme/anıştırma” (adumbration) dır. Müzik bu durumlarda kendisini temsil
etmez, ancak etkileri ya da varlığının başka yerlerde
olduğu kabul edilir. Gölgeleme/anıştırma, özel olarak bir kültürün (çoğunlukla
dinin) müzik ontolojisi, müziğin mevcudiyetini inkar ettiğinde ya da en azından belli bir müzik türünü reddettiğinde
(İslam dünyasında Kuran’ın reçitatif söylenişinin
müzik olmadığının öne sürülmesinde olduğu gibi) metafizik bir hal olarak etkili
olur (Bohlmann 1999:19). Sözgelimi İran’da musiki
terimi, vokal müzik için de kullanılır, ancak öncelikle çalgısal müziğe işaret
eder. Vokal için yaygın olarak ‘okuma’, ‘ezberden okuma’ ve ‘şarkı söyleme’
olarak çevrilen bir kelime olan handan kullanılır. Yapısı ve tınısı
dünyasal klasik ve folk müziğinden hayli farklı olan ‘kuran okuması’,
Araplardan borç alınan bir terim olan ‘musiki’ye ait olarak görülmez. Dua
okuyucusunun ya da müezzinin ibadet çağrısının [ezan]
ezberden okunması da. Diğer yandan kuş/bülbül ötüşü/şarkısı (nightingale), İranlılar tarafından en azından insan şarkı
söylemesi için bir model olarak ve onunla yakın ilişkili dikkate alınır. Bu
yüzden İran sınıflandırmasında çalgısal müzik ‘musiki’dir. Folk şarkısı,
popüler şarkı, klasik vokal müzik ve bülbül aynı kategoridedir. Kuran tilaveti
ve okunması ‘handan’dır (Nettl 1983:21).Batıdan
dünyanın geri kalanına herhangi bir paranteze alma eğilimi, hemen hemen her alanda bulanıklık yaratır. Aslında bu bulanıklık
öteki parantez için de geçerlidir. Dolayısıyla Batılı-olmayan toplumların
müziğini tanımlama ve sınıflandırmadaki güçlük, Batı toplumları için de
geçerlidir. Yani müzik tanımlaması Batı kültürü için hiç az problemli değildir.
Bruno Nettl, ‘Etnomüzikoloji İncelemesi’
başlıklı kitabının, “sesleri birleştirme sanatı” başlığını verdiği
bölümünde, bir etnomüzikolog olarak Batı toplumu
içindeki müziği tanımlama problemlerine değinir. Ona göre Amerikan akademi
dünyasında çok az kişi müziği tanımlayabilir. Müziğin gerçekte ne olduğu
konusunda da oldukça farklı düşünür. Elektronik müzik, Rap ve Yerli Amerikan
şarkılarının müzik olmadığına inanan müzikseverler ve bilim insanları ile
tanışmış olduğunu ifade ederken, Nettl aslında bu
meselenin hiç de kolay olmadığını anlatmaya çalışır. Katıldığı bir kokteylde,
tanıştığı insanlarla neyin müzik neyin müzik olmadığı çerçevesinde geçen
konuşmaları aktarırken, belki de bu yüzden ‘eğlenceli’ ve ‘ironik’
bir dil kullanır. Diyalog biçiminde anlattığı bir kesimin ardından, müziği
tanımlamanın Batı kültüründe de zor olduğunu, Avrupa dillerinde müzik terimi
çerçevesinde bile oybirliği olmadığını belirtir ve Almanca ‘musik’
ve ‘tonkunst’ ya da Çek
dilinde ‘musıka’ ve ‘hudba’
ayrımı gibi örnekler verir.Müzik nedir? sorusu, Nettl’a
göre en uzmanlaşmış ayrıntılı yayınların satırları arasında pusuya yatmış
olarak bulunur. Anlaşılan odur ki, birşeyin müzik
olup olmadığını belirlemede etnomüzikologlar da
güçlük içindedir, ancak buna rağmen, müziğin ne olduğunu geçerli bir şekilde kültürlerarası olarak tanımlamak yine etnomüzikolojiye
düşmektedir. Nettl’a göre karmaşık bir toplumda müzik
tanımlamasına en azından üç biçimde ulaşılabilir. Birincisi; müzik hakkında
uzun ve yoğun eğitim almış olan toplumun kendi ‘uzman’ına sorarak (ya da belki de sözlüğe bakarak). İkincisi; müziğin ne
olduğu üzerine uzlaşma olup olmadığını belirlemek amacıyla, geniş ölçekli
olarak toplumun üyelerine sorarak, (muhtemelen bir anket formu kullanarak ve
geniş çaplı bir alana dağıtarak). Üçüncüsü ise; insanlara sorular sorarak,
onların düşünceleri üzerinde etkide bulunmadan ne söylediklerini ne yaptıklarını
ve ne dinlediklerini gözlemleyerek; sözgelimi konsere giderek ya da plakçı dükkanına giderek, ya
da henüz yeterli olmasa da kokteyllere katılarak (Nettl
1983:16). Birinci kategori çok muğlaktır. Zira yanıtın, bir ‘uzman’ın uzmanlık
alanının ne olduğuna ve ordaki deneyimine göre
değişik değerler içereceği çok açıktır. Nettl’ın
örnek gösterdiği sözlükler ise ‘Grove’, ‘Harvard
Sözlüğü’ (Apel), ‘MGG’ (Blume) ya
da ‘Musik Lexicon’ (Reiman) gibi ünlü müzik sözlükleri ve referans/başvuru
kaynaklarıdır. Bunların nerdeyse tümünün ‘müzik nedir?’ gibi basit bir soruya
yanıt verme alışkanlıkları yoktur. Ya da bu tür
‘sessizliğin’ nedeni okurların, yani bu başvuru kaynaklarını kullananların,
müziğin ne olduğunu bildiklerini varsaymaktan kaynaklanmaktadır.İkinci kategori,
aradığı uzlaşmayı ‘istatiksel’ bir bağlama
yerleştirdiği için hayli aldatıcı ve ciddi problemlere açıktır. Zira verili bir
öbeğin yaptığı müzik tanımları arasında bile ciddi farklılıklar vardır. Zaten
istatistiğin temelleri hem çoğu kez açık ya da tatmin
edici değildir hem de karşılaştırılabilirliği mümkün değildir. Üçüncü kategori
ise belli insan topluluklarının neyi neden dinledikleri, yaptıkları ve
söyledikleri çerçevesinde ele alındığı, ve buna ilişkin veri, görüşme ve
gözlemle elde edeceği için akla gelen ilk şey etnomüzikolojinin
alan çalışmasıdır. Bu konuya ayrıntılı bir biçimde daha sonra eğileceğim. O
halde müziğin İngilizce ya da Türkçe bir ortalama
sözlükteki “müzik, duygu ve düşüncelerin ifadesidir”, ya
da “müzik, biçim güzelliği anlayışıyla bağlantılı olarak sesleri amaçlı olarak
birleştirmeyle ilişkili güzel sanatlardan biridir” tanımlarını yeterli
görmeyeceksek, müziğin hem Batı hem de Batılı-olmayan kültürlerde ‘özgül’
tanımlama gerektirdiğini, bunun için de ‘müzik’den
değil ‘müzikler’den söz etmek zorunda olduğumuzu
kabul etmemiz gerekir.
Müzik, her
ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın tarihler, değerler, uzlaşımlar,
kurumlar ve onları bağrına basan teknolojilerle anlam kazanır. Nominalist stratejiler, müzik ontolojilerinin genellikle vucut bulduğu politikalarda olağanüstü öneme sahiptir (Bohlman 1999:25). Bu, müziğe atfedilen hegemonik
evrenselliği koruma yerine, müziklere mevcut fiiliyatlar olarak yaklaşmanın ve
kültürel olarak yorumlamanın altını çizer. Bohlman’ın
açıkça yaptığı gibi, bu tür yorumlayıcı çabalar çokyönlü
müzik ontolojilerini göz önüne alır. Burada müzik farklı, çokyönlü
ve tek bir çerçeve içinde tanımlanmayan ‘müzikler’ olarak varolur. Bu çerçevede
‘müziğin evrensel olduğu fikri’ kabul edilebilirdir, ancak bir aksiyom olmaktan
çok bir hipotez olarak. ‘Bir’ müziğin evrensel olduğu fikri ise, kendisini
merkezde gören ve tüm ötekileri çevreye yerleştiren bir kavrayış olduğu için,
tüm evrensellik iddialarında olduğu gibi ötekiliği ve farklılığı anlamakta
zorlanır. Evrensel müzik fikri, evrensel müzik tanımına uymayan ötekileri kendi
özgünlüğüne indirgeyen genel bir modeli uygulama eğilimi taşır.O halde yukarda
ifade ettiğim gibi çeşitliliğin, başka bir deyişle kültürel farklılığın,
yeryüzünde ‘müzik’ olarak adlandırılan herşeyin
karakteristik özelliklerini kapsayan, ilgili tüm değişkenleri ve değerleri biraraya getiren bir tanımlamayı zorlaştırdığı
ortadadır.Çeşitliliğin müzik incelemesinde yöntem geliştirme ve kuram
oluşturmanın dayanağı haline getirilmesi, müziğin kültürden kültüre değişen
bileşenleri ile ele alınması ve ona göre belirlenmesi, müzik tanımını
kolaylaştırabilir(Erol 2002:79).Bu yaklaşım müziğin tüm
biçimlerinin,toplumların seçme sürecinden geçirilmesine,belirli bir geleneğin
sürdürülmesine,hangi değerli unsurların korunacağına,diğer geleneklerden hangi
unsurların seçileceğine karar verilebilmesine olanak tanır.
“Kültür
olarak” müzik incelemesi
‘Müzik’
tanımlaması yapmak etnomüzikolojinin nihai amacı
değildir. Dünya kültürleri tarafından yapılan (yani incelenen kültür içinde
insanlar tarafından müzik ya da başka bir isimle
adlandırılan ve tanımlanan) tanımları inceleme görevi, incelenen kültürün müzik
anlayışınının içerden nasıl düzenlendiğini anlamak
amacı taşıdığı için daha önemlidir. Etnomüzikoloji
yine de çok sayıda ‘müzik’ tanımlaması yapmıştır. Yani disiplinin müzik
kavramlaştırması yapması, daha az önemli değildir. Zaten bu çerçevedeki müzik
tanımlaması, etnomüzikoloji tanımlamasını da
belirlemektedir. Etnomüzikoloji pratisyeni için
önemli olan, çalışmaya klavuzluk edecek özel bir
müzik tanımlaması olup olmadığı ya da bunun gerekli
olup olmadığıdır. Dolayısıyla burada iki tip tanımlama kendini gösterir:
‘kavramsal’ (conceptional) tanımlama ve ‘işevuruk’ (operational)
tanımlama.Farklı kültürlerde değişik değerler alan bir değişken olarak müziği
tanımlamanın yollarından biri olan kavramsal tanımlama, tüm müzik kültürlerinin
ayrıntılarını ve özgül biçimleniş nedenlerini veremeyen sınırlandırılmış bir
araçtır. Dolayısıyla ‘bir’ müziği incelerken ‘görgül’
(emprical) temeli olmadığı için zayıftır. Ancak
kavramsal tanımlamanın gücü, ortaya çıkan sonuçların, tanımlamanın ardından
gelen ve onun içinde işleyen kuram ve inceleme modelleri ile bağlantı
kurabilmesinde yatmaktadır. Böylece ‘bir’ müzik incelemesinde, o müziğin
spesifik özellikleri belli bir sistematik içinde anlatılabilmektedir.Müziğin
kavramsal tanımlaması, müziğin müzik olmayandan ayrıştırılabilmesini mümkün
kılmak amacıyla ‘kavramlaştırılması’ (conceptualization)
demektir. Gördüğü iş, herhangi bir müziksel incelemenin değişkenleri ile, diğer
müzik incelemeleri arasındaki ilişkiler üzerine genel bir fikir vermesidir.
Müziği kavramsal olarak tanımlamak, ilgili değişkenleri (müziği tanımlamada
kullanılan terim ya da başka kavramlar dahil olmak
üzere) belirli bir iç mantıkla biraraya getirmek ve
içinde yer alan ilişkilere kendi mantık örüntüsü ve bütünlüğü çerçevesinde
anlam kazandırmak demektir. Artık iş, bu kavramsal tanımlamanın modellenmesine,
yani ya tanımın bileşenlerinden ya
da başka kavramlardan yola çıkarak müzik incelemesi için basitleştirilmesine
kalır. Başka bir deyişle, bir müzik incelemesinde yer alan ögelerin
aralarındaki ilişkileri anlamak, daha ileri çözümlemeler yapmak, neden-sonuç
ilişkilerini ortaya çıkarmak ve benzer incelemelere klavuzluk
etmek için kavramsal nitelikli ilişkiler bütünü oluşturmaya kalır. Yani ‘model’
oluşturmaya.Model, inceleme nesnesini anlamak amacıyla ‘basitleştirilen’
zihinsel bir yapı/kurgudur. İnceleme olgusunun kimi unsurlarını/değişkenlerini gözardı ettiği, genel ve tipik yanlarını vurguladığı için,
tıpkı kavramsal tanımlama gibi zayıf olduğu düşünülebilir. Ancak model, sınırlı
sayıdaki değişkeni birbirine bağladığı gibi, bunları bir iç tutarlılıkla sistemik hale getirir.Bu yüzden disipliner
bir ‘değer kalemi’dir. ‘Bir’ model, ‘iş’e yaramadığı için kabul görmeyebilir,
ancak model düşüncesinin gerekliliği konusunda ‘teorik anarşistler’ dışında
bilim insanları arasında pek ihtilaf yoktur. ‘Müzik’ incelemesi ile ‘bir’ müzik
incelemesi için model, birbirinden farklı ‘basitleştirme’ işlemi gerektirir.
Ama birincisinin daha entelektüel bir çaba gerektirdiği açıktır.Zira ‘müzik’
incelemesi için model, disiplin için yaşamsaldır. Çünkü pek çok ‘bir’ müzik
incelemesinde iş görecektir. Ancak ‘bir’ müzik incelemesi için model oluşturmanın
da kendine özgü sorunları ve zorlukları vardır. Modelin işlevinin, incelenen
müziğin kavranabilir kılınması için sabitleştirme olduğunu söylerken, her zaman
tehlikelere açık olduğunu belirtmek gerekir. Belki de bu yüzden, tehlikenin
farkına varanlar, model oluşturma konusunda tez canlılık göstermezler. Ancak
söylemek gerekir ki bunun nedeni çoğunlukla, bir disiplinde geçerli ve daha
sonraki basitleştirmelere direnen güçlü bir modelin varolmasıdır. İşte etnomüzikolojinin disipliner
çizgisinin belli bir yörüngeye oturması yolunda yaptığı katkıyla öne çıkan Alan
Merriam’ın modeli, böyle bir basitleştirme pratiğine
dayanır ve 30-40 yıldır geçerliğini korumaktadır.Müziği “toplumsal olarak anlam
verilen ses kalıpları” olarak değerlendiren Merrriam,
“müzik, kültürel olarak anlam yüklü sesler içinde kalıplaşan bir etkinlikler,
düşünceler ve nesneler bütünüdür” (1964:27),
tanımlamasını yaptıktan sonra, tanımladığı şeyi (müziği) incelemek için
kavramsal nitelikli ilişkiler ağına sahip bir ‘basitleştirme’ (model) içine
yerleştirir. Buna göre müzik KAVRAM, DAVRANIŞ VE SOUND’dur.
Başka bir deyişle inceleme nesnesi, müziksel kavram, müziksel davranış ve
müziksel sound/tını da varolmaktadır. İncelenen ‘bir’ müzikte aranması gereken şeyler
bunlardır. Merriam’ın etnomüzikolojik
çalışmanın merkezine koyduğu bu üç alan birbiriyle eşit önemdedir ve
aralarındaki ilişki döngüseldir. Kavram, insanların en geniş terimlerle müzik
üzerine düşünme tarzını kapsar. Sözgelimi müziğin sahip olduğu güç, değer ve
temel işlev. Davranış, müzisyenlerin müziksel ve müzikdışı
eylemlerini içerir, bunlar tını (sound) üretimini
önceleyen, eşlik eden ve izleyen etkinliklerdir. Bu yüzden genellikle müziğin
kendisi dediğimiz sound, bu bağlamda artık modelin
diğer oluşturucu unsurlarının daha öncelikli odağı değildir (Nettl 1983:22).Merriam
1960’larda, etnomüzikolojiyi inceleme konusu
açısından değil ‘müziğin kültür içinde incelenmesi’ olarak tanımladığında,
antropolog olarak konuşmuştu. Daha sonra 1973’de tanımlamasını ‘müziğin kültür
olarak incelenmesi’ne uyarlamış, 1975’de ise müziğin kültür, müzisyenlerin
oluşturduğu şeyin kurum/topluluk (society) olduğunu
vurgulamıştı. Merriam ayrıca kişisel alan çalışmasını
(field work), herhangi bir etnomüzikoloji incelemesinin önemli bir bölümü olarak kabul
etmişti (Myers 1992:8). Yani araştırmacı kendi
çözümleme gerecini toplamalı ve incelediği kültürün bilişsel (cognitive) çerçevesini kullanmalıydı. Modelin yıllardır
geçerliğini sürdürmesinin nedeni ortadadır: hem disipliner
uygulanabirliği olan bir analiz sistematiği
kazandırır, hem de bu sistematik içinde hareket ederek iş görebilecek etnografik verinin önemine vurgu yaparak, incelenen müziğin
bu şekilde kavranabileceğine araştırmacıyı inandırır. ‘İşevuruk’
(operational) tanımlamalar, bu tür çalışmanın en temel
bileşenleridir. İncelenen müziğin, araştırma süreci içinde nasıl ölçümlendiği
hakkında bir dizi betimleme ile oluşan bu ifade araçları, özgül araştırmanın
içeriğini yansıtır. Modelin; içinde işleyecek ‘işevuruk’
sorulara (operational question)
kaynak oluşturacağını, alan çalışmasının ise antropoloji ve etnomüzikolojinin
metodolojik deneyimi ile gerçekleştirileceğini söylemeye bile gerek yoktur. O
halde güvenli bir olgusal temel sağlayan alan çalışması, incelenen kültürün
içerden nasıl düzenlendiğini kavramada en etkili yöntemdir. Alan çalışması
temel olarak ‘şimdi’ üzerine odaklanır. Ancak çalışma geçmiş üzerine bir
vurguyu hakkettiğinde, yani geçmişe ilişkin bir soruşturmayı gerektirdiğinde,
tarih konu dışı değildir. İnsanların bugün dinledikleri, yaptıkları ya da etkinlikte bulundukları müziğin geçmişte ‘ne’ olduğu ya da ne ile ilişkili olduğu ve bunu ‘nasıl’ yapar
oldukları şimdiyi anlama açısından önemli olabilir. Dolayısıyla çalışma
tarihsel perspektifi de içerecek biçimde derinlik ve genişlik kazandığında,
yapılan iş geçmişte başlayan bugün devam eden bir ‘süreç’ olarak düşünülür.
İncelenen müzik, onu yapan, dinleyen, etkinliğe yerleştiren insanlar aracılığı
ile kavranacaksa ya da müzikleri aracılığı ile
kendileri anlaşılacaksa, müziğin ya da insanların
niteliğinin ve ölçeğinin ne olduğunun önemi yoktur. Etnomüzikoloji
incelemesinin başlangıçtaki ‘sınırlandırılmış’ çalışma alanında (kabaca
Batı-dışı geleneksel sanat müzikleri ile ‘ilkel’ ya
da ‘yazısız’ toplulukların müziği) kalması gerektiği düşüncesi artık
terkedilmiştir. Bu yüzden incelenen topluluğun köy, kasaba, kent ya da ulus-devlet ölçeğinde bir mekanda, bilinen sosyolojik
kategoriler ya da kendiliğinden oluşan yapılanmamış
toplumsal dayanışma çevreleri halinde olmasının önemi yoktur. Ve elbetteki
herhangi bir yerleşik müzik kategorisi (klasik batı, gtsm,
folk, caz, rock, hip hop,
arabesk, fantezi vb) ya da muğlak bir toplumsal
çevrede ‘özgül’ bir isim verilen,dolayısıyla onun üzerinde iktidar talebi
bulunan,bir müzik pratiği olmasının da.
Sonuç
Buradaki
irdelemenin amacı, müzik incelemesi yapacaklara ne yapması gerektiğini
söylemekten çok, soruları ortaya koymak ve disipliner
olanakları araştırmaktı. Bir araştırmanın disipliner
bir çizgide ilerleyebilmesi için, toplanan gerece temel bir varsayımın eşlik
etmesinin zorunlu olduğunu ve kuramsal bir çerçeve içinde hareket etmesi
gerektiğini ifade etmeye çalışmıştım. Disiplin inceleme yapacak pratisyenine,
içinde analize elverişli kavramlar bulunan bir ‘alet kutusu’ sunar. Ancak
buradaki analoji yanlış anlaşılmamalıdır. Değerli olduğu kadar maliyetli olan
kavramlar ‘nötr’ aletler değildir (Burke 2000: 45).
Dolayısıyla kavramlar dikkatle irdelenmesi ve bağlamlaştırılması gereken
yardımcılardır. Etnomüzikoloji pratisyeni, kavramsal
çözümlemenin entelektüel çekiciliğine kendini tamamen kaptırmamalı ve
kazanımlarını özgün çalışmalara yönlendirerek disipline borcunu
ödeyebilmelidir.İnsan toplumlarının müziksel deneyiminin devasa bir çeşitlilik
oluşturduğu artık alan çalışmaları ile kanıtlanmış bir gerçektir. Bu sonuç
kendiliğinden bir uyarı olarak agılanabilir. Yani
basitleştirme mantığı ile kurgulanan model ve kuramların, müziksel deneyim ve
müziksel kurumların karmaşık yapısını göz ardı edebileceği söylenebilir. Ancak
bu, geçerliliği temel aldığı varsayımlarla sınırlı bir bilgi çerçevesi olan
kuramın, ya da inceleme ögeleri
arasıdaki ilişkileri anlamak ve daha ileri çözümlemeler yapmak amacıyla
oluşturulan kavramsal nitelikli ilişkiler bütünü olan modelin ya da artık üzerinde uzlaşılan ve
paylaşılan bir örnek model olan paradigmanın değerini düşürmez. Çünkü kuramsal
araçlarla yöntemleri biraraya getiren ‘teorik
pratik’, bir bilgi üretme etkinliği olarak alan çalışmasına sürekli ve
sistematik bilgi çerçevesi sunar. Aslında
birbirlerini sürekli desteklemesi ve denetlemesi, genel kuram ve özgül
sorun arasındaki ilişiki ve eşgüdüm sorununu da
çözüme kavuşturur.
Müziğin
toplumsal etkileşimde varolan eşsiz bir insanlık görüngüsü olduğu, yalnızca
kendi içinde kendisi için oluşmadığı, ve her zaman onu üretecek, tüketecek ve
ne olup olmadığına karar verecek insanlara gereksinim duyduğu açıktır.
Dolayısıyla neyin müzik olup olmadığına ya da
müziksel farklılıkların nelerden oluştuğuna ilişkin kavrayışlarımızın kendisi sosyo-kültürel bir olgudur. Bu yüzden müziğin ‘kendisi
için’ olduğu izlenimi veren bir yaklaşımda/tanımda bile, müzik insanların
kendilerine ilişkin düşünüş biçimlerinin bir parçasıdır. Otonomist
estetik perspektiften yansıyan “kişisel bir yaratım ve özerk bir estetik alan
olarak müzik, kendisinden başka hiçbirşeyi
çağrıştırmaz ve esas olarak kendi iç ilişkileri tarafından belirlenir”
tanımında bile, toplumsal bir anlama sahiptir ve ‘değer’ yüklüdür. Sonuç olarak
pek çok tanım/yaklaşım başka tanımları/yaklaşımları, dolayısıyla müziğin ne
olduğuna ilişkin “farklılıkları” gizlediği ya da
üzerini örttüğü için aldatıcı olabilir. Etnomüzikoloji,
gerek ‘kavramsal’ gerekse ‘işevuruk’ tanımamasında,
incelediği toplumların kendi müziklerine ‘ne’ dediği, ‘nasıl’ tanımladığı ve
‘neden’ başka türlü değilde öyle yaklaştığını anlama
çabasındadır. Bu yüzden “farklılığın” üzerini açar. Yani söylemi farklılıktır.
Kaynakça
Blacking,John(1992)“The Biology of Music-Making”. Ethnomusicology:
an Introduction.(ed.)Helen
Myers.NY: W.W. Norton and Company
Blacking, John1995) Music, Culture, and Experience. Chicago. University of Chicago Press.
B,Philip V.(1999)“Ontology of Music”.Rethinking Music.(ed.)Nicholas Cook and
Mark Everist.NY.Oxford Univ. Press.
Burke, Peter(2000) Tarih ve Toplumsal Kuram. (Çev) Mete Tunçay. İstanbul. Tarih
Vakfı Yay.
Cook, Nicholas(1990) Music, İmagination and Culture. Oxford. Oxford University Press.
Erol,
Ayhan(2002) Popüler Müziği Anlamak.
İstanbul. Bağlam Yayıncılık.
Krumhansl,Carol(1990) Cognitive
Foundations of Musical Pitch. Oxford.Oxford
University Press.
Merriam, Alan P.(1964)The Anthropology of Music. Evanston. Northwestern University
Press.
Miller, Geoffrey(2001) “Evolution of Human Music through Sexual
Selection”. The Origins of Music. (Ed.) N. Wallin, B. Merker, ve S. Brown. Cambrigde. Bradford Book, The MIT Press.
M,Helen(1992)“Ethnomusicology”.Ethnomusicology:an
Introduction.(ed.)Helen
Myers.NY:W.W.Norton and Company.
Nettl,Bruno(1983)The Study of Ethnomusicology:Twenty-nine Issues and Concepts.Urbana:Univ. of Illinois Press.
Zeren, Ayhan(1988)Müziğin Fiziksel Temelleri. Konya. Selçuk Üniversitesi
Basımevi.